Şu ‘hak’ denen şey

YORUM | ALİ TOPDAĞ

‘Kul hakkı’ muhabbeti yapılan bir ortamda herkes binbir ihtimamla heybesindekini döker ama dönüp hayata yansımasına bakınca söylenen o güzel sözlerin karşılığını pek de bulamazsınız.

Herkes bilir ki hiçbir sorguya tabi tutulmadan cennete gidecek kolan şehitlerin bile hesap vereceği tek husus kul hakkıdır ve Peygamber Efendimiz, üzerinde kul hakkıyla musallaya yatırılmış birinin cenaze namazını kılmamıştır.

Bu yazıyı okuyacak olanların büyük çoğunluğunun Fethullah Gülen Hocaefendi’nin hayatını örnek aldığını düşünüyorum. Bakın ne diyor:

“Tertip ve düzen, özellikle toplu kalınan yerlerde kul hakkı zaviyesinden çok önemlidir. Dikkatsiz yaşayanlar diğer insanları rahatsız ederler. Dağınıklık, hassas ruhlarda huzursuzluğa sebebiyet verir.

“Bir gün Allah Rasûlü (sav) bir mezarın kazılması sırasında elinde kazma bulunan şahsa işaret ederek ‘Şuraya iki kazma vursanız’ gibi bir söz söyler. O sahabi, Efendimize, ‘Bu şekilde kalmasının bir mahzuru mu var ya Rasûlallah?’ deyince Rasûl-ü Ekrem Efendimiz ‘Gözü tırmalıyor’ der.

“İşte bazı umursamazlar vardır; gözleri mi görmüyor, yoksa tırmalanmayı mı hissetmiyorlar bilinmez, onlar dağınıklıktan rahatsız olmayabilirler. Fakat, o düzensizlik hali bir başkasını rahatsız ediyor ve onda gerilim yapıyorsa, ona sebebiyet veren insan kul hakkına girmiş olur.

“Bazen de ‘Başkası temizlesin, başkası düzenlesin’ türünden duygu ve düşüncelerin neticesi olarak hareketsiz kalmak ve işin ucundan tutmamak diğer insanları -affedersiniz- akılsız ve aptal yerine koymak gibi olur ki, bu da çok büyük bir saygısızlıktır ve aynı zamanda kul hakkını çiğnemek sayılır.” (İkindi Yağmurları, s.275)

Hocaefendi’nin tasvir ettiği durumlar kul hakkına dair detaylardan da detay örnekler. Ama unutmamak gerekir ki bu tür detayları umursamazlık, zaman içinde daha büyük hak ihlallerine sebebiyet verir.

Gelelim böyle bir girizgâh ve bu yazıyı yazma sebebime… Benimle birlikte yüzden fazla katılımcının olduğu bir sosyal medya platformunda Peygamber Efendimiz’le ilgili sohbet duyurusunda, yayın yönetmenliğini yaptığım Crab Publishing’in bir kitabının kapağı afiş olarak kullanılmıştı. Tabi yayınevi logosu ve yazar ismi silinerek…

Bunun doğru bir davranış olmadığı, hak gaspı yapıldığı, kul hakkına girildiği ve bir nevi hırsızlık olduğunu düşündüğümü yazdım. Eğer logo ve yazar ismi silinmemiş olsaydı bir nevi reklam olacağından hoşgörü ile karşılanabileceğini belirtip grup üyelerinin fikirlerini sordum. DM veya grup üzerinden haklı olduğumu da haksız olduğumu da yazanlar oldu.

Afişi hazırlayan kişi olduğunu tahmin ettiğim birinin mesajında özetle şöyle deniyordu: “Ali abi, senin kitabın bizim de kitabımızdır, zamanı gelince onun da reklamını yaparız. Sizin kullandığınız hat yazısı bir sanatkara aittir ve her yerde var, kitap ismi de bilinen bir ifade. Biz arkadaşlarımız arasında bir sohbeti duyuruyoruz, size bir zararı olmaz, merak etmeyin. Özür diler, saygılar sunarım.”

Hadi biz bu afişle ilgili yayınevi, yazar, editör, tasarımcı vs. olarak özrü kabul ettik, helalleştik diyelim. Peki bizden satın aldığı e-kitapların kopyasını bizden izin almadan çevresine dağıtanlar o kitaba emek verenlerle nasıl helalleşecek?

Telif hakkının söz konusu olduğu bu ve benzeri eserleri kendi malı gibi kullananlar muhtemelen “Biz yabancı mıyız?”, “Hizmet olsun diye yaptım”, “Bana da başka yerden geldi”, “Hizmetin olduğu yerde böyle şeylerin lafı mı olur?” türünden düşüncelere sahiptir. Anadolu insanının “bizim oğlan” muhabbeti yani… Bu durum, en yalın haliyle o ürün ortaya konurken çekilen fikir çilesi, harcanan emek ve zamanı yok saymak demektir.

Bildiğiniz gibi merkezdeki küçük bir açı muhit hattında geniş bir sahaya tekabül eder. Basit bir afişi hazırlarken kullanılan malzemenin sahibinden izin almamak ve bir de ona ait izleri silmek zamanla başka haksızlıklara ve suiistimallere kapı açacağı muhakkaktır. Bu konuda herkesin tecrübe ettiği acı hatıraları vardır.

Hizmet Hareketinin fertleri, kendi aralarında birbirlerine saygılı davranmazsa, bir kardeşinin yaptığı güzel bir işi maddi ve manevi takdir etmezse, başkasına ait bir şeyi izinsiz kullanırsa dünyaya barış, sevgi ve hoşgörüyü nasıl yayabilirler ki? 15 Temmuz’dan sonra yaşadıkları haksızlıklardan dolayı ağırlıklı olarak insana ve haklarına değer veren ülkelere göç edenler, bu tür davranışları terk etmedikçe oralardaki insanlara ne verebilirler ki? Farklı din ve milletlerden insanlara hem sözleri hem de yaşantıları ile bir şeyler anlatıp kalplerini kazanmaya çalışırken öteki tarafta zaten kazanılmış kalpleri küstürmekle mi Allah’ın rızası elde edilecek?

Hocaefendi’nin yukarıdaki metinde bahsettiği hassasiyete sahip olmadığımız sürece yaptığımız işlerle kendimizi kandırmış oluruz. Sayısal başarılar havalarda uçuşur ama keyfiyet adına bırakın yerimizde saymayı daha da geriye gidebiliriz. İşin acı tarafı gerçek sonuçları göreceğimiz hesap gününde artık iş işten geçmiş olacak.

Hizmet Hareketi müntesiplerinin toparlanmaya başladığı şu günlerde temel prensiplerimiz üzerine daha çok kafa yorup, en ince detayına kadar konuşarak ve yazarak hayatımıza yansıtmalıyız. Zira Bediüzzaman’ın ifadesiyle “eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal.”

Kul hakkı ödenmeden cennete girilemeyeceği gerçeğini Müslümanların – özelde de Hizmet Hareketi müntesiplerinin – anlaması ve hayata geçirmesi bir hayli zaman alacak diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Dijital medya her ne kadar çok hızlı gelişse de, bizim bu konuyla ilgili davranışlarımız ne yazık ki o kadar hızlı gelişemedi. Bununla ilgili henüz oturmuş bir ahlaka sahip değiliz.

  2. Yazınız içinde hak ihlalleri den bahsetmişsiniz. Ancak yazınızın başlığında en büyük ihlali siz yapmışsınız. “Şu ‘hak’ denen şey” Hak ne şu, nede şey’dir. Yani tarifsiz bir ifade değildir. Tarifi net yapılmış, sınırları çizilmiş, ihlalinde ise cezası belirlenen bir ihsan ve nimettir. Saygılar

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin