YORUM | BÜLENT KORUCU
Yakın dönemin çok izlenen dizilerinden Seksenler’deki Rukiye karakterini hatırlıyor musunuz? ‘SSK’lı olmak’ onun hayatının merkezinde yer alan bir kavramdı. Her bölümde defalarca aynı repliği söylerdi. Son üç yıldır hakim ve savcılar Rukiye’den bile fazla kullanıyor o cümleyi. Elbette artık SGK var ve papağan gibi onu tekrar edip duruyorlar.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve benzeri yetkililerin açıklamasına göre yaklaşık 511 bin kişi hakkında ‘silahlı terör örgütü’ kapsamında adli işlem yapılmış. Sayı hız kesmeden artıyor. Fezleke ve iddianame gibi evraklardan anladığımız kadarıyla hakim ve savcıların ilk talebi ‘şüphelinin SGK’ kayıtlarının istenmesi’.
Normalde yerel ve evrensel hukukun çizdiği çerçeve içinde evvela ‘silah var mı, herhangi bir cebir ve şiddet suçu işlenmiş mi?’ Sorularına cevap aranması gerekiyor. Onlar da haklı, o soruların cevabının ‘hayır’ olduğunu cümle alem biliyor; niye boşuna uğraşsınlar ki!
Ne tuhaf bir terör örgütü değil mi? Bütün üyelerini sosyal güvence sistemine dahil edip, hem prim hem de vergi ödemiş. Örgüt listesini eliyle devlete teslim etmiş…
Yargılanıp bir çoğu mahkum olan gazeteci arkadaşlarımız üzerinden giderek absürtlüğü daha anlaşılır hale getirelim. Zaman Gazetesi çatısı altında örgütlenmemize(!) yardım ve yataklık eden bütün Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve Maliye çalışanları da yargılanmalı. Binalarımıza işyeri ruhsatı veren belediyelerin personelini de unutmayalım. Çalışmak, örgüt üyeliği için yeterliyse kurumun varlığını borçlu olduğu işlemleri yapanlar daha ağır suç işliyor olmalılar.
Zaman Gazetesine beyanat veren siyasetçi mesela, Erdoğan ya da Abdullah Gül suçsuz ama haberi yazan muhabir, sayfayı yapan tasarımcı silahlı terör örgütü üyesi. Gazetede çalışan şoförlerden aylarca hapsi yatanlar oldu. Neymiş; SGK kayıtlarında adı çıkıyor…
‘Silah yoksa SGK var’ döngüsünden yakasını kurtaranlar için de adliyenin zihni sinir proceleri bulunuyor. Kimse Yok mu yardım derneğine bağış yapmak bunlardan biri. Dört defa SMS göndermek yoluyla terör örgütünü finanse etmekle suçlanan birinin savunması şöyleydi: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan televizyonda söz konusu kampanyaya katılım çağrısı yaptı; ben de güvenip 20 lira mukabili dört SMS gönderdim. Erdoğan kısmı zaten tutar tarafı yok lakin diğer kısımlarda az absürt değil.
Şöyle düşünün bir eleman çarşıyı dolaşıp haraç tahsilatı yapsa soluğu demir parmaklıklar arkasında alır. (Faraziye bu tabii ki; yoksa bugün Türkiye’de mafyaya dokunacak emniyet ve yargı kalmadı.) Gariban bir öğretmen SMS göndererek terör örgütünü finanse ediyorsa o parayı toplayan telefon şirketi ve banka hakkında ‘tahsilatçı’ işlemi gerekmez mi? O 20 lirayı vermek suç ise bu suça aracılık eden, yüzbinlerce lirayı toplayıp ‘örgüte’ ulaştıran Turkcell ya da Akbank’ın da suçlu olması mantık ve hukukun gereği olmaz mı?
Sadece yargısal süreçler değil, kolluk ve cezaevindeki muameleler baz alındığında ancak 12 Eylül Darbe döneminde Mamak ya da Diyarbakır cezaevleriyle kıyaslanabilecek hukuksuzluklar yaşanıyor. Ve 511 bin ‘SSK’lı teröristen’ bir tane bile çakı çıkmadı, bir kişi bile kimseyi incitmedi.