Soylu’dan 12. Cumhurbaşkanı köşesini boş bırakacak adım

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

İçişleri Bakanlığı, eski emniyet müdürleri Hanefi Avcı ile Sabri Uzun’un rütbelerini geri aldı. Bu adım, yeni bir milat oldu. Artık iktidar, daha önce ilan ettiği “17-25 Aralık öncesi ve sonrası” diye bir ayırım yapamayacak. Bu açılan yoldan, Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu bütün görevlerdeki unvanlarının geri alınması ve “12. Cumhurbaşkanı” fotoğrafının kaldırılmasına kadar gidilebilecek.

Türkiye’de bugüne kadar yüzlerce, binlerce emniyet müdürü görev yaptı. Yaşayanlar arasında toplumun geneli tarafından bilinenler, iki elin parmakları sayısını geçmez.

Mehmet Ağar ve Sadettin Tantan İçişleri Bakanlığı görevinde de bulundukları için daha biliniyorlar. Hanefi Avcı ve Sabri Uzun bu isimlerden adları en bilinenleri arasında yer alıyor.

Hanefi Avcı, ilave olarak Kaçakçılık ve Organize Suçlar (KOM) Daire Başkanlığı görevinde bulunduğu, Sabri Uzun da İstihbarat Daire Başkanlığı yapmasından dolayı ilave popülerlikleri var elbette.

Bunlardan daha önemlisi ise görevlerini medyayı kullanma ve kamuoyunu etkileyerek yapmalarının kesinlikle payı yüksek.

İKTİDARI ELEŞTİRİNCEYE KADAR İKİSİ DE GÖZDE İSİMLERDİ

Avcı 2010 sonrasında Gülen Cemaatine açıkça cephe alan ve bununla ilgili kitap yayınlayan biri olarak adını duyurdu. “Haliç’te Yaşayan Simonlar” istediği etkiyi yapınca sonra aynı doğrultuda yeni kitaplar yayınlandı.

Avcı’nın başı bu kitaptan dolayı derde girdi. “Devrimci Karargah Örgütü”ne yardım ettiği gerekçesiyle 15 yıl 4 ay hapisle cezalandırıldı. 2010 Eylül ayında girdiği cezaevinden, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali tespit etmesi üzerine 2014 yılı Haziran ayında tahliye oldu.

Sabri Uzun, istihbarat kökenli olması hasebiyle biraz daha ketum davrandı. Bir dizi sorunlar yaşamış olsa da Avcı kadar sıkıntı çekmedi.

İkisinin kesiştiği noktaysa yakın geçmişte iktidarı, katıldıkları televizyon programlarında ve sosyal medyada eleştirmeleri oldu. İktidarın yanlışlarını ve hukuksuzluklarını yolsuzluklarını eleştirmeye başladıktan sonra ikisinin de başları derde girdi.

Uzun, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu hakkında attığı bir twitten sonra hakkında soruşturma başlatıldı. Uzun, Yargıtay’ın Kaftancıoğlu’na verilen hapis cezasının onanması üzerine eleştiri yapmıştı:

“Sayın Kaftancıoğlu, Halide Edip, 23 Mayıs 1919 günü işgal altındaki İstanbul Sultanahmet meydanında özgürlük nutku atmış, İşgalciler bile Ona, senin gibi ceza vermemişlerdi. Türk kadınlarını sizin şahsınızda kutluyorum.”

“Türk Polis Teşkilatı” hesabından, Uzun’un bu eleştirisi “ahlaksızlık” olarak nitelendirildi ve Uzun hakkında soruşturma başlattı. Hemen ardından “geçmişte terör örgütleriyle ilişkileri olduğu” gerekçesiyle haklarında soruşturma başlatıldı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, her iki ismin de rütbelerini geri alma yoluna gitti.

Avcı ve Uzun’un rütbelerinin sökülmesinin gerçek nedeniyse iktidarı eleştirmek oldu. Hanefi Avcı, yaptığı açıklamada, İçişleri Bakanlığı’nın attığı adımın gerçek nedenini anlatırken, bir televizyon kanalında, “Her uyuşturucuyla yakalanan kişinin ya da büyük suç işleyenlerin devlet yetkilileriyle fotoğraflarının bulunması” ifadesini kullanması olduğunu söyledi.

İçişleri Bakanı’nın kendini eleştirenlere karşı bir süreden bu yana hukuk dışı uygulamalara yöneldiğini söyleyen Avcı, kendisine iftira atıldığını söyledi. Avcı, “Bir devlet kendi görevlisine iftira etmez. Devlet belki yanlış yapabilir ama iftira atmaz” diye konuştu.

Avcı’ya isnat edilen suç, “AİHM kararı doğrultusunda HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını istemek” oldu.

Buraya kadar olanlar, Avcı ve Uzun’un son birkaç ay içinde yaşadıklarının özeti.

İki isimle ilgili Soylu’nun attığı adım, kendi dahil Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bile başını yakacak türden. İktidar bugüne kadar, Gülen Cemaati ile ilişkiler konusunda 17-25 Aralık tarihini bir milat olduğunu dillendiriyordu.

17-25 Aralık 2013 tarihinde Gülen Cemaati’nin “gerçek yüzünün görüldüğü”, dolayısıyla bu tarihten önce şu veya bu şekilde irtibatta olmanın suç olmayacağını öne sürerek kendilerini aklamaya çalışıyorlardı.

Avcı ve Uzun’un rütbelerinin alınmasına gerekçe olarak gösterilen “örgüt ilişkileri” hep 2013 tarihi öncesine dayanıyor.

Soylu’nun bilerek açtığı kapı, önümüzdeki dönemde hakim ve savcıların işini hayli kolaylaştıracağından şüphe yok.

Erdoğan, 14 Temmuz 2012 tarihinde Gülen Cemaatinin organize ettiği Türkçe Olimpiyatlarına katılmış ve ABD’de yaşayan Fethullah Gülen’e “Bitsin bu hasret” diyerek yurda dön çağrısı yapmıştı:

“Gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz. Diyoruz ki, bu sıla hasreti artık bitmelidir, bitsin istiyoruz.”

Aynı Erdoğan, iktidar-cemaat ilişkilerinin bozulduğu günlerde, “Ne istediniz de alamadınız?” diye her şeyi birlikte yaptıklarını söylemişti.

Şimdi İçişleri Bakanlığı’nın son uygulamasıyla devlet çarkının içinde yer alan her isim yaptıklarından ve söylediklerinden sorumlu tutulacak demektir. Soylu’nun kendisi de defalarca Cemaat tarafından özgür platform olarak bilinen Abant Toplantılarına katılmış ve konuşmalar yapmıştı.

Türkiye’de siyaset, toplumun adrenalini daha yükseltecek döneme giriyor. Öyle anlaşılıyor ki, yakın bir gelecekte 12. Cumhurbaşkanlığı köşesinin boş kalacağı bir döneme doğru gidiyoruz.

Toplumsal konularda, her zaman en hızlı giden ve en önde yürüyenler, grubu belirlenen amaçtan farklı bir yer taşımak istiyor demektir. Soylu’nun hızını bir de böyle değerlendirin.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Kulağa hoş geliyor ama başlıkta kurulan bağlamın sebebi yazının içinde yok maalesef. Avcı da Uzun da yenilerde yaptıkları söyledikleri sebebiyle hedef alındı. 17/25 öncesinde ise cemaat ile de bağları yoktu. Ne dediğiniz anlaşılmıyor. Şu cümlenizin gerekçeleri yok yazınızda: “Avcı ve Uzun’un rütbelerinin alınmasına gerekçe olarak gösterilen “örgüt ilişkileri” hep 2013 tarihi öncesine dayanıyor.”

  2. Tayyipi emniyetin karanlık odasında ifadeye aldıkları gün diyecek ki ben fethullah güleni tuzağa çekmek için bitsin artık bu hasret demiltim. Hatta bu mesajı onların türkçe olimpiyatlarına katılarak söylemiştim ki daha etkili olsun diye. Yani cemaati de yanıma almaya çalışmıştım diyecek. Ne istediniz de vermedik derken ise cemaati kendileri ile sıkı bir ilişki içinde göstermeye çalışmıştır. Yani kendi pisliğine cemaati bulaştırmaya çalışmak istemiştir. Bu lafı söylemesi benim için uyarıcı oldu. Ondan sonra bütün kurumlara girdiler, milyon insan sorguladılar. En mahremlere girdiler. Bende o sıralar ne istediniz de vermedik sözündeki isteklerin açığa çıkmasını bekledim. Yemin ediyorum bir tane istek görmedim. Ne bir ihale duydum, ne yolsuzluk, ne hırsızlık. O yüzden değilmidir cemaati terör örgütü ile suçladılar. İzafi terör suçu dışında hiçbir suç getiremediler. Bu süreç sayesinde cemaate olan güvenim bir kez daha tazelendi hatta arttı. Bir tane yolsuzluk, devletten çıkar elde edemediler. Kadrolaşma yetenekli kişilere verilmişse normaldir. Çünkü o yıllardaki türkiyenin refahı ile şimdiki dönemdeki türün refahı kimin kadrolaşma yaptığını göstermektedir. O yıllardaki akademik yayınların sayısı, üniversitelerin dünya sıralaması ile günümüzdeki durum karşılaştırıldığında anormal kadrolaşmanın yani kötünün iyinin yerine geçtiği kadrolaşmanın hangi dönem olduğu ortaya çıkmaktadır. Solcuların hukukta kadrolaşması ile hukuk avrupa birliği değerlerine taşınmışmıdır? Hangi dönemde türkiye evrensel hukuka yakınlaştı, göstergeler iyiyi gösteriyordu? Yani bir şirket başarılı bir yönetici ile çalışıyorsa o torpil değildir, haktır.
    Cemaat bence zamana karşı yarışıyor. Ayrıca bilim ile dinin birleşmesi temel stratejisidir. Türkiye yani türkler zaman kaybıdır. Çünkü kabile devri yaşıyorlar. Kabileyi tarih yolculuğunda günümüze taşımak birkaç nesil gerektirir. Türkiye bir kütüğe benzetilirse yani kurumuş bir ağaç ise Allah bu kütükten bir filiz çıkardı. Şeytan bunların kökünü kuruttum diye düşünürken bir filiz çıktı ve büyüdü. Çünkü o kütüğün kökleri çok derine iniyor. Hayat kaynağına ulaşan kökler kütükten yani çölden bir çiçek çıkardı. Bu filiz büyüdü ve dünyaya yayıldı. Eğer türkiyede kalsalardı kütüğe birşeyler anlatmaya çalışacaklardı. Yani kendilerini kandıracaklardı. Allah onlara muhtaçlara yönlendirdi. Kütüğün bir talebi, arayışı yokki? Hiç bir talep veya arayış içerisinde olduklarını duydunuz mu? Sanki dünyayı baştan sona okuyup bitirmişler gibi hiç soru sormuyorlar. Türkiyede kimse birşey öğrenmeye çalışmıyor. Çünlü türklere herşey zaten öğretildi. Aydınlandılar yani. Kimlerin düşman olduğu herkese öğretildi. Herkes öğrenmesi gereken büyük soruyu yani düşmanını öğrendi ve artık herşeyi çok biliyor pozisyondadır. Düşmanını tanımlarken onlar şöyle, böyle diyerek büyük bilgiyi söyler ve ne kadar aydınlandığını hisseder. İnsanlar kabileci tayyipin peşine o kadar kolay takıldı ki. Tayyip cemaati kendi pisliğine bulaştırmak istiyor ama yıllar içinde bir tane pislik çıkmadı. Süreç sayesinde dünyada cemaate karşı tereddütleri olanlar da bu süreç sayesinde cemaati daha iyi tanıma fırsatı bulmuştur. Çünkü insanlara şeytan vesvese veriyordu ama o kadar kötü örnek vardı ki insanlar acaba diye tereddüt ediyorlardı. Bir insanın kalbini deşmek gibi cemaati deştiler. Dünyadan bu süreci izleyenler bütün olaylara şahit oldular. Herşeyi gördüler. Bir tane iş adamın devlet ile çıkar işine girmesi olmaz mı? Bir tane memurun yolsuzluk dosyası olmaz mı? Cemaati vurmak için solcular ve şeriatçılar büyük zulüm yapıyorlar ama cemaati vurmak için soru çalmak dışında hiçbir argümanları yok. Yani şu anda herkes birbirini kandırıyor. Türkler birbirini kandırma hastalığına kapıldı. Bütün mesaimizi birbirimizi kandırmak ile geçiriyoruz. Yani yalan üzerine türkler varlığını kurmuşlar. Bir tane sıradan insan bile koskoca yalana bu aslında bir yalandır diyemiyor. Çünkü türkler korkak olduklarını gösterdi. Dünyada insanlar sokağa dökülürler. Türkler ise anne babalarını dinleyen çocuklar gibi solcu liderlerini yada şeriatçı liderlerini dinliyorlar. Acaba barış manço hayatta olsaydı en azından bir türk çıkıp gerçeği haykırabilirmiydi? Yada cem karaca? Bu şeytani düzene bir kişi kafa tuttu. O kişi bu vatanı en çok hak eden kişidir. Bu tepkileri verebilmek yada bu duruşu sergileyebilmek vatana tam bağlı olduğunun kanıtıdır. Vatana sahip çıkan o kişi bu vatanı en çok hak eden kişidir. Kimse onu anlayamıyor çünkü insanlar türkiyede yoğun kavga programına alıştırılmıştır. Evrensellik kavranamamaktadır. Çünkü beyin küçük dünya formatlarına göre ayarlanmıştır. İnsanların düşmana karşı konuma göre nefsani tatmin duyguları formatlanmıştır. O nefsani küçük lezzetler insanlara cennetin mutluluğu olarak pazarlanmış. Ne istediniz de vermedik diyerek hizmeti kendi şahsına göre konumlandırmaktadır. Kendini üstün hizmeti aşağılamaya çalışmaktadır. O cümlesi çok aldatıcıdır. Zaten o cümlenin açılımını hiçbir zaman yapmadı. Koca koca türk gazeteciler içinden bir tanesi merak etmedi. Sokaktaki bir çocuğa söylesen tayyipin cümlesini desen ki çok şey istemişler tayyipten o da onlara vermiş dersen o çocuk ilk olarak şunu soracak “ne istemişler?” Yani türkiyede çocuk ve gençlerden sonrası işe yaramaz. Bu çocukların harcanacak olması da çok üzücü. Onlarda büyünce herşeyin cevabını öğrenmiş olacak yani soru sormaya gerek görmeyecek. Bir tane insan cemaatin ne istediğini merak etmez mi? Bu normal mi? Bir kişi gidip tayyipe sizden ne istediler diye soramaz mı? Tayyipe sormasından vazgeçtim gazetesinde köşesinde sorsun bu soruyu ve bu sorunun cevaplanmadığı dikkatleri çekebilir. Tayyip çok tehlikeli bir adam. Olimpiyatlara katılarak yani yerini de seçerek bitsin bu hasret diyerek koskoca adam hocaefendiye tuzak kuruyor. Yani inanılmaz rol kesiyor. Birazdan kurbanı öldürecek, öldürmeden önce ona bir viski ısmarlıyor mesela. Yani kendisinden şüphe duymamasını sağlıyor. Yani cinayeti daha bir garantiye almaya çalışıyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin