YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Yazıları-18)
Muhatabım bir önceki yazının aksine şimdi anne babalar. Nedir söylem ve eylem arasındaki uyumsuzluklarımız ki bunlar çocuklarımızın hem anne babalarını tenkide hem de dine karşı mesafe koymasına neden olabiliyor? Birkaç tane hayatın içinden örnek vereceğim. Hiçbiri kurgu değil. Hepsi de bizzat benim müşahede ettiğim 22 yıldan beri devam edegelen ABD hayatımdan.
İlk örneğim insan ilişkilerinden. Batı dünyasında insan ilişkileri Doğu dünyasına nispetle farklı. Hayır, çekirdek aileden, anne-baba, dede-nine ve çocuklar arasındaki sevgi, saygı, merhamet, şefkatten bahsetmiyorum. Üçüncü şahıslarla ilişkileri konuşuyorum. Bu ilişkiler profesyonel iş ilişkisi vesilesiyle tanışılan kişilerle de olabilir, mahalle, okul, kulüp vb. vesilelerle kurulan dostluk ve arkadaşlıklar da. İstisnaları tabii ki vardır ama benim gördüğüm ilişkilerinde kontrollü bir mesafe var. Aralarında bir anlaşmazlık olduklarında bununla yüzleşebiliyorlar. “Back channel” diye nitelendirdikleri üçüncü şahıslar üzerinden konuşma yerine yüzleşmeyi tercih ediyorlar. Doğu kültüründe ağırlıklı olarak gördüğümüz ise gıybet etme, dedikodu yapma, lafı dolandırma, pusu kurma, aman kırılmasın diye çalıyı arkadan dolaşma türü davranış modelleri yok ya da yok denecek kadar az. Böyle olunca küslük ve dargınlıklar daha az oluyor.
Ama bizim dünyanın insan ilişkilerinde sizlerin de takdir edeceği gibi “ya sev ya öl”, “ya benimsin ya kara toprağınsın” anlayışı daha hakim. Sevdik mi tam seviyoruz, yerdik mi tam yeriyor ve yerin dibine batırıyoruz. Halbuki insanların artı ve eksileri ile insan olduğunu kabullenebilsek, onları zaaf ve faziletleri ile bir bütün olarak sevebilsek sanırım onlardan gördüğümüz hatalı bir davranış sonucu arkalarından konuşma yerine yüzleşir ve hatalarını düzeltmelerini isteriz ya da neden böyle davrandığı konusunda kendisinden bir izah bekleriz, küskünlüklere ve dargınlıklara kapıları açmayız.
Şimdi bana göre bu ilişki modelinden kaynaklanan yaklaşımla çocuklarımız evde en yakın akrabalarımız dahil yaptığımız nice nice gıybetlere şahit oluyorlar. Bir dinliyor, iki dinliyor, üç dinliyor ve bu konuşmalara bir anlam veremiyorlar. Çünkü onların dış dünyada gördükleri kültürde yüzleşmek esas, arkadan konuşmak değil. Sonra gözlemleme süreci içine giriyorlar. Arkalarından böyle konuştuğumuz kişilerle şu ya da bu vesileyle birlikte olduğunuzdaki tavırlarımıza bakıyorlar. Aaa bir de ne görsünler, can ciğer kuzu sarması. Hiçbir şey olmamış gibi, evde onların aleyhlerinde konuşanlar sanki bu anne babaları değilmiş gibi davranmaları onların şok üzerine şok yaşamasına vesile oluyor. Bütün bunun üzerinde bir de anne ve babalarından gıybetin haram olduğunu duymuyorlar mı işte tam da burada patlıyorlar. Zihin dünyalarında bu üç kareyi birleştirip mukayeseler ve değerlendirmeler yapıp bunu ikiyüzlülük ve münafıklık olarak nitelendiriyorlar. Ardından kimisi direkt anne babasına gıybetin haram olduğu öğretisi ile yaptıkları gıybeti ve davranışlarındaki uyumsuzluğun izahını istiyor. Kimisi daha agresif bir tutum sergileyerek direkt anne babasının yüzüne siz ikiyüzlüsünüz diyor. Amerikalılar bile sizden daha dürüst hem de Müslüman olmadıkları halde diyor. Kimisi içine atıyor, hiçbir tepki vermiyor ama bu iki yüzlülüğü şuur altına gönderiyor. İşte bu söylem ve eylem arasındaki uyumsuzluk ilerleyen yıllarda başka faktörlerin de devreye girmesi ile dini tercihin belirlenmesinde Müslümanlık aleyhine bir delil olarak kullanılabiliyor.
İkinci misal: Vergi. Benim yaşadığım eyalette ikinci el araba alım satım vergi oranı yüzde 7. Fakat bu alım satım yakın akrabalar arasında olursa satış fiyatı hanesine “hediye” (gift) yazabiliyorsunuz ve bu durumda hiç vergi vermiyorsunuz. Veya vergi vermemek için bir başka yol, 8 bin dolarlık bir arabaya 4 bin dolar yazıyorsunuz. Böylece vereceğiniz vergi 560 dolardan 280 dolara düşüyor. Ama gerçekte alış fiyatınız 8 bin. Araba devir teslim işini yapan memurun bu arabanın piyasa değeri 8, neden daha düşük sorusuna cevabınız varsa 4 yerine daha düşük de yazabilirsiniz.
Hikayesi ise şöyle: Yaşadıkları eyaletten başka bir eyalete taşınacak 18 yaşındaki gencimiz var. Okuyacağı üniversite orada ve araba alınması lazım. Babası akrabalarından birisinin kızının arabasını 5 bin dolara satın alıyor. Vergisi 350 dolar. Devir teslim işlemleri için araba ruhsatı imzalanırken baba “Akrabayız. Hediye yazıp 350 dolar vergi vermeyebiliriz. Bununla beraber biz yine de yazalım ama 5 yerine 3 bin dolar yazalım, böylece 350 dolar yerine 210 dolar öderiz,” diyor.
Sonuç: O gencimiz şok olmuş bir vaziyette babasının yüzüne bakıyor. Bunca yıllık terbiyesinde dürüstlükten, yalan söylemenin haram olduğundan söz eden babasının 140 dolar fazla vergi vermemek için söylediği bu yalanı görünce dayanamıyor ve “Siz hep böyle yapıyorsunuz!” diyerek, şimdiye kadar içinde biriktirdiği söylem-eylem uyumsuzluğuna ait 4-5 hadiseyi arka arkasına sıralıyor. Sonunda da şunu söylüyor: “Bu devletin vergi paraları ile yapılan altyapılarından istifade ediyorsunuz. Suyundan, yolundan, düzeninden her şeyinden ama sıra vergi vermeye gelince, 140 dolar için yalan söylüyorsunuz.”
Son cümlesi ise çok çarpıcı, şimdiye kadar kendisine öğretilen her şeyi sorgulamaya kapı açan ve babanın yüzüne bir tokat gibi inen iki kelimelik bir soru bu: “Bu mu Müslümanlık baba!”
Buyurun, kendinizi o baba yerine koyun ve cevap verin şimdi bakalım. Ne diyeceksiniz? Söz ağızdan çıktı. Her şey oğlunuzun gözü önünde cereyan etti. Halk tabiriyle söyleyeceğim “Kıvıracağınız, kaçacağınız” bir yer kalmadı. Bu yaklaşımınızla bir çuval inciri berbat ettiniz. Şimdiye kadar din adına, Müslümanlık adına öğrettiğiniz her şeyi sorgulama kapısını oğlunuza bizzat siz verdiniz. Kaldı ki bu zaten ilk değilmiş. Çıkın işin içinden çıkabilirseniz.
Çıkamadınız sanırım. O zaman bir tavsiyede bulunayım, sizin yüzünüze böyle konuşan bir oğlunuz-kızınız olduğu için iftihar edin. Ona bu uyarıları yaptığı için teşekkür edin. İtiraf edin yanlış yaptığınızı. Bir daha yapmayacağınıza söz verin. Dini öğretilere, hukuki yaptırımlara rağmen böyle davranmanızın yetişmiş olduğunuz kültürün etkisiyle ya da 140 dolar bile olsa maddi çıkar düşüncesiyle olduğunu söyleyin. Veya neyse sizi öyle davranmaya iten sebep, onu söyleyin. Neden mi? Çünkü babasını taklit ederek, kanuna karşı hile yapan ve vergi kaçıran birisi olabilirdi. Olmadı, olmayacağını bu tavrı ve çıkışıyla gösterdi. Taklit etmedi babasını. Dalkavuk olmayacağını gösterdi. Herkesin bildiği gibi dalkavuk muhatabının zihniyetine, inancına, kabulüne ve uygulamasına göre tavır belirleyen insandır. Doğruya doğru demez, onun doğrusuna doğru der. Yanlışa yanlış demez. Önce muhatabını yoklar ve o söz konusu yanlışa doğru diyorsa o da peşinden takılır doğru der. Halbuki dalkavuk da bilir ki bal gibi yanlıştır.
Sözün özü, dalkavuk olmadı oğlunuz-kızınız, muhalif olmayı tercih etti. Aferin ona. Malum, muhalif doğruya doğru yanlışa yanlış diyebilenin adıdır. Nurettin Topçu’nun kavramsallaştırması içinde “İsyan Ahlakı” ile düşüncelerini dile getiren kişidir muhalif. İsterseniz buna Hayri Kırbaşoğlu’nun tabiriyle “Ahlak İsyanı” da diyebilirsiniz. Evet, işte bu ahlak isyanını yaptığından, söylem-eylem bütünlüğüne sizi davet ettiğinden dolayı teşekkür etmelisiniz çocuğunuza.
Aslında liste çok uzun. Bu iki misal yeter diye düşünüyorum fakat isterseniz bir yazı daha kaleme alayım ve gerçek hayattan bir-iki örnek daha sunayım. Üçüncü misal genelleyici ırkçı ya da cinsiyet ayrımcılığını ifade eden söylemler ve/ya eylemler olsun.
Devam edecek…