Soruyu doğru sormak, cevabın doğruluğunu etkiler mi?

YORUM | AHMET KURUCAN 

Başlıktaki soruya cevabım evet. Nasıl mı? İzah edeyim. İçinde yaşadığımız yüzyıla damgasını vuran düşünürlerden biri olan Karl Popper, Açık Toplum Ve Düşmanları kitabında Platon’u “Devleti kim yönetmeli?” sorusunu sorduğu için eleştirir ve bunun yanlış bir soru olduğunu söyler. Ona göre doğrusu “Devlet nasıl yönetilmeli, yöneticiler nasıl belirlenmeli ve nasıl değiştirilmelidir?” şeklinde olmalıdır. Platon’un sorusunda mevcudu olduğu gibi kabullenme hatta onu meşrulaştırma, kendi sorusunda ise mevcudu eleştirme ve yeni arayışlar içinde olma söz konusudur.

İlk soru krallıkların, otoriter ve totaliter rejimlerin devamını sağlar, ikincisi demokrasiye kapı aralar. Sözün özü doğru sorular sormak kadar soruları doğru bir biçimde sormak da önemlidir.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Konuya böyle giriş yapmamım sebebi “Neden Peygamberler hep Hicaz yarımadasına, Ortadoğu bölgesine gönderilmiştir?” şeklinde bir soruya muhatap olduğum ve bu hususa açıklık kazandırmak içindir. Doğru mu bu cümlenin muhteviyatı? Nereden baktığınıza bağlı. Eğer Kur’an ve Kur’an’da ismi geçen Peygamberler açısından bakıyorsanız yüzde yüz doğru. Zira Kur’an sadece o coğrafyada yaşamlarını sürdüren ve o coğrafya insanı tarafından bilinen peygamberlerden bahsediyor, sürekli onları nazara veriyor, mesajını onlar üzerinden muhataplarına ve bizlere sunuyor. Buna Kur’an’ın evrensel olduğuna dair bir algı ve olguyu ilave edecek olursanız insanın aklı parçacı yaklaşımın da etkisiyle “Demek ki bütün Peygamberler bu coğrafyaya geldi, başka yerlere de gelseydi onlardan da bahsederdi.” gibi bir çıkarım yapabiliyor. Halbuki bütüncül bir bakış açısıyla Kur’an’a ve onun mübelliği olan Efendimizin (sas) konu ile alakalı sahih hadislerine bakılsa ismen olmasa bile başka peygamberlerin varlığından da bahsedildiğini görebilir.

Bu gerçeği ilk paragrafta dile getirdiğim doğru soru, soruyu doğru sorma ile birleştirecek olduğumuzda soru “Neden Peygamberler hep Hicaz yarımadasına, Ortadoğu bölgesine gönderilmiştir?” yerine “Neden Kur’an hep Hicaz yarımadasına, Ortadoğu bölgesine gönderilmiş peygamberlerden bahsediyor, onların isimlerini veriyor da diğerlerinden ismen hiç bahsetmiyor?” diye sorulsa hem ilk sorudaki problem çözülmüş olacak hem de meselenin asli muhtevasına yönelik anlama çabalarına büyük bir kapı açılmış olacaktır.

Evet, “Andolsun ki, Biz her bir topluma, ‘Yalnız Allah’a kulluk/ibadet edin; putlara tapınmaktan, Allah’ın yolundan alıkoyan şeytani güçlerden uzak durun’ emrimizi tebliğ eden bir peygamber gönderdik.” (16/36), “Kendilerine bir uyarıcı gelmeyen hiçbir topluluk yoktur.” (35/24), (Ey Peygamber!) Biz senden önce de birçok peygamber gönderdik. Onlardan bazılarının haberlerini/hikayelerini sana anlattık, bazılarınınkini ise anlatmadık.” (40/78), “(Ey Peygamber!) Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da bu Kur’an’ı vahyetmekteyiz. Nitekim biz İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve evlatlarına, İsa’ya, Eyyub’e, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyetmiş, Davud’a ise Zebur’u vermiştik. Biz bunlardan başka peygamberler de gönderdik, nice peygamberlere daha vahyettik. Nitekim o peygamberlerin bir kısmından sana daha önce bahsettik, bir kısmında ise hiç sözetmedik. Ayrıca Allah Musa’ya da bizzat seslenerek vahyetti.” (4/163-164)

Bu ayetlerden anladığımız açık ve net mana her bir ümmete bir peygamberin gönderildiği ve Kur’an’da o peygamberlerin hepsinin isminin belirtilmediği. Pekala neden? Birçok sebep sıralanabilir. İlki, Üstad’ın başka bir konuda yaptığı tespit üzerinden söyleyecek olursak, delilin iddia edilen şeyden daha açık, daha net, daha anlaşılır olması lazımdır. Kur’an belki çokları itibariyle Mekke’nin, Medine’nin dışına çıkmamış, harici dünya adına bir şey bilmeyen ilk muhataplarına hiç bilmedikleri, duymadıkları, varlığından dahi haberdar olmadıkları mekanlarda yaşayan toplumlardan ve peygamberlerden haber verseydi zaten kendisine karşı şüphe ve ret içinde yaklaşan kişilerin eline malzeme vermiş olurdu. Bir başka ifadeyle And dağlarından, Cuzco Krallığından, İnka medeniyetinden ve onlara gönderilmiş Peygamberlerden söz etseydi o kişiler bunu Kur’an’ı inkar adına bir argüman olarak kullanacaklardı. 

İkincisi, Kur’an sorumluluk şuuru ve duygusuna sahip olan insanlar için bir hidayet kaynağıdır. Doğru yolu gösteren bir rehberdir. Ama bu hidayet kaynağı ve rehberinde gereksiz detaylar söz konusu değildir. İnsanlığın dünya ve ukba hayatı adına huzuru, mutluluğu yakalaması için gerekli olan ilkeler ve prensipler ne eksik ne de fazla olmayacak bir biçimde çok özlü olarak sunulmuştur. Kur’an bir tarih kitabı değildir. Dolayısıyla ona “Kur’an neden sadece bu peygamberleri zikretti?”  sorusunu sormak doğru olsa da “Neden peygamberler sadece Hicaz ve Ortadoğu bölgesine gönderildi?” sorusunu sormak yanlıştır, çünkü soru yanlıştır.

Üçüncüsü, o coğrafyada tek tanrılı din olarak ayakta kalan Yahudilik, Hıristiyanlık ve Efendimiz (sas) ile tarihe yeni müdahil olan İslam vardı. Kur’an’da ismi geçen Peygamberler ise İslam öncesi bu iki dinin de kitaplarında isimleri geçen ve onlar tarafından kabullenilen peygamberlerdir. Bu açıdan bakıldığında yaşadıkları çevre itibariyle derinlemesine bilgi ve detaylarına vakıf olmasalar da müşrik Arapların bildikleri, duydukları peygamberlerin anlatılması, Yahudi ve Hıristiyanların ise “Tevrat’ta, İncil’de de bu peygamberler zikrediliyor” diye düşünmelerine vesile olacak ve onların tefekkür dünyalarında kaynak birliğine doğru giden kapıları ardına kadar açacaktır.

Son olarak, sözü edilen peygamberlere yönelik dile getirilen kıssalar ve onlar vesilesiyle müşriklere, Müslümanlara ve ehli kitaba yönelik verilmek istenen mesajlar vardır ama bu başka bir yazının konusu olabilir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Size başka türlü ulaşma imkanım olmadığı ve sizin de yorumları okuduğunuzu bildiğim için yukarıdaki yazı ile alakalı olmayan bir hususta bir yazı kaleme almanızı istirham edeceğim: Batılı ülkelerde kredi (faiz) ile ev alınabilir mi? Aslında bu konu şimdilerde Avrupa’ya muhacir olarak gelmiş insanlar arasında sık sık gündeme gelmektedir. Zira devlet yardımı alırken eve giren bir çok şeyin devlet tarafından sorgulanması (örneğin ev kiralarken evin m2 si, oda sayısı, kira ücreti, araba alırken arabanın fiyatı vs gibi hususların devlet tarafından belirlenmesi gibi hususlar) insanı psikolojik olarak yıpratmakta bu nedenle bir kısım insanlar işe başladıktan sonra ev sahibi olmanın planını veya hayalini kurmakta, krediye gerekçe olarak da Avrupa’da başka türlü ev almanın imkansız olduğu zira devletin paranın kaynağını sorguladığını örneğin nakit veya borç para veya aile yardımıyla bir ev alınması halinde bunu izah etmenin mümkün olmadığı, ayrıca emekli olunca maaşların çok ciddi oranda düşeceği ve ev kirasını ödeyemeyecek durumda olan kişinin yine devlet yardımına başvuracağı ve bunun da hizmetin temsil keyfiyetiyle bağdaşmayacağı, bir ev sahibi olmanın zaruret kapsamında değerlendirilebileceği, enflasyonun faizden düşük olduğu, ayrıca sizi de takip eden bir kısım kimselerce fıkhın değişken olduğu ileri sürülmektedir. Diğer bir kısım insanlar ise ev ihtiyacının kirada oturmak suretiyle de karşılanabileceğini, illa ki ev satın almanın ve yukarıdaki gerekçelerin kesinlikle zaruret olarak değerlendirilemeyeceğini, faizin kesin bir şekilde haram olduğunu ileri sürmektedirler. Bu konuda bizi aydınlatırsanız gerçekten çok seviniriz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin