YUSUF ÜNAL | YORUM
Kaçak yaşarken yazıp yazmadığını, yazıyorsa neler yazdığını merak ettiğim yazar arkadaşlarımdan biriydi Hasan Çağlayan. Benim polis baskınından paçayı sıyırıp firar ettiğim dönemde o yakalanmış ve tutuklanmış. Daha doğrusu kaçmayı hiç düşünmemiş zaten ve deyim yerindeyse armut gibi toplanmış.
Benim Meriç’ten kaçtığım sıralarda o da şartlı tahliye olmuş. İrtibat kurduğumuzda ben dopdoluydum ve o dönemde hazırladığım üç kitap dosyasını coşkuyla anlattım ona. Kendisinin de hapishanede günlük tuttuğunu coşkuma ortak olurken söyledi. Heyecanlandım, kendi dosyalarımı unutup onunkini sordum. Bir şairin kaleminden içeride olup bitenleri okumak, bir şairin çağına şahitliğine şahit olmak vardı işin ucunda.
“İçeriden Notlar” adını taşıyan günlükleri bir solukta okudum. Ancak onu Türkiye’de bastırmak mümkün değildi. Yurtdışında da ha deyince yayımlatılamazdı. Bu durumda dosyayı bana teslim etti. “Burada bize ne olacağı belli değil, başıma bir şey gelirse dosya emin ellerde olsun; sen muhafaza et.” dedi. Davası Yargıtay’daydı ve akşam sabah onaylanması söz konusuydu. Bu da onun tekrar demir parmaklıkların ardına atılması demekti. “Eğer öyle bir şey olursa kitabı bastır, içeride olup bitenleri duysun insanlar.” dedi bana. “Şeref duyarım” dedim ve beklemeye başladık.
Böyle beklerken bir gün ondan beklenmedik bir telefon aldım. Yunanistan’daymış, sınırı geçmiş. Biraz da orada çile doldurduktan sonra Almanya’ya geçip oraya iltica etti. İçeriden Notlar’ı benim de yayıncım olan Süreyya Yayınları’na gönderdik. Yayınevi dosyayı basmaya karar vererek onu yayın takvimine ekledi.
İçerden Notlar adı bana pek sıradan geldi. Yazara onu değiştirmesini, bir şair olarak daha iyi bir isim bulmasını önerdim. Birkaç saat sonra hapishane günlüklerine bulduğu ismi söyledi bana: “Sonrası Mavi”. Çok beğendim bu ismi. Önceki deneme kitabının adı da “Gök Mavi Yer Masal”dı zaten, en sevdiğim kitap isimlerinden biriydi bu. Yazarın maviyle arasında bir irtibat var kuşkusuz.
Farklı türlerde kaleme aldığı iki eserinin adını da maviye boyadıysa bunun izleri illaki şiirlerinde de vardır diyerek ‘Yağmurlu Sözler’ adlı şiir kitabını açıp sadece başlıklara göz attım. Daha başlarda mavi mısralarla karşılandım: “Beni maviye bırak, bırak beni maviye/ Maviler saçlarıma, mavi gözbebeğime/ Nefes nefes çekerim; işte bak içim mavi/ Mavi diriltir beni”
Böyle, şairimiz ya da yazarımız almış eline gök fırçayı, her yanı maviye boyamak istiyor âdeta. İçeri girer girmez yasak olmasına rağmen not tutmaya veya günlük yazmaya başlaması hep bu çabanın eseri…
Yazarımız, kendisi gibi eğitim derneği ve sendikası üyesi bir grup öğretmenle birlikte bir gece ansızın derdest ediliyor. Bir anda, diyor; hayatım alt üst oldu. Küçük bir hayat olunca kolayca alt üst olabiliyordur zaten, bir avuç suda tusunami yaşayan karınca gibi hissediyor kendisini. Ancak onun ne hissettiği kimsenin umurunda değildir, çarklar dönmeye devam eder. Silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlanıp içeri tıkılır, Hatay Yayladağı T Tipi’ne. Bütün bunlar son derece ciddi bir hava içerisinde yapılıp edilse de; yazarımız bunu biraz sonra kahkahayla bozulacak bir oyun, bir şaka gibi algılar ama dört duvar gerçektir, demir parmaklıklar gerçek, mahrumiyetler gerçek, ayrılıklar gerçek…
Onlara grup halinde yeni bir koğuş açarlar. On kişilik koğuşta on kişi kalmakta, kişi başı birer yatak düşmektedir. Gelgelelim her gün yeni eklenenler olur koğuşa ve yerlere yer yatakları serilir. Bir süre sonra on kişilik koğuşta yirmi beş kişi kalmaya başlarlar. Hepsi suça yabancı, cezaya yabancı, hapishaneye yabancı. Hemen bir düzen kurarlar içeride. Koğuşun kullanım alanlarını ve zamanlarını, yemek ve çay düzenlerini belirlerler. Koğuş ağaları ve meydancıları olmadığı için bütün kararları oylayarak alır, doğrudan demokrasiyi uygularlar. Kararlar doğrultusunda nöbet listesi, ihtiyaç listesi vesaireler oluşturulur. Sonrası belirsiz bir vakte kadar bekleyiş, sinir harbi, sabır imtihanı…
Bu arada dilekçe yazmayı, revire çıkmayı, mektup beklemeyi, telefon gününü, görüş tarihini öğrenirler. Logar kapaklarından, tel örgülerin üzerlerinden atılan pusulalarla yan koğuşlarla haberleşirler. Yaşama devam edebilmek için kendilerine bir takım meşgaleler bulurlar. En yaygını zeytin çekirdeklerinden ve boncuklardan tespih ve takı yapmaktır. Naylon poşetlerden çamaşır ipi, ketılda melemen, karavanada tost, pet şişelerden bilmem ne yapmak gibi onlarca icat yaparlar ihtiyaçlarını gidermek için.
Yazarımız, koğuşta olup bitenlere hem katılıp hem biraz mesafeli onları izlerken kendisini kitaplara verir. Cezaevinin zengin kütüphanesini tabiri caizse sömürür. Günlüklerde gün gün okuduğu kitapları ve onlar hakkındaki yorumlarını takip ederken önümüze yabana atılamayacak bir okuma klavuzu da seriliyor. Tabii yazarımız aslen şair olduğu için sözü sık sık şiirle süslemiş.
Bir yerde “ayrılık sevdaya dahil” diyerek Attila İlhan’a verir sözü ve hislerini şiire yükler; “çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var/ çünkü ayrılık da sevdâya dahil/ çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili/ hiç bir anı tek başına yaşayamazlar/ her an ötekisiyle birlikte/ “herşey onunla ilgili”. Başka bir yerde sözü Yavuz Sultan Selim’le onun devrinin meşhur şairi Vehbi’nin birbirlerini tamamlayarak yazdıkları şiire bırakır satırlarını: “Bütün dünya benim olsa, gamım gitmez nedendir bu?/ Ezelden gam turâbıyla yoğrulmuş bir bedendir bu./ Gelen gider, giden gelmez; iki kapılı handır bu./ Sakın insafi terk etme, makam-ı mmtihandır bu.”
Arka fonda çatık kaşlı hükümet, onun zulümleri, özlem ve hasret devam ederken şairler, romancılar ve diğer yazarlarla akıp gidiyor günler. Bu günlükler bu yönüyle sofradan doyarak kalkılacak bir edebiyat ziyafeti. Öte yandan kitapta sık sık rüyalar çıkıyor karşımıza, bizzat yazarın gördüğü rüyalar… Bir miktar iç aydınlığına vesile oluyor bunlar; dizlere derman, gözlere fer bağışlanmasına… Bir de tefeüller bahsi var. Yazara göre teselli arayanların sığınağı olan tefeüller… İçinden niyet edip Kuran’ı Kerim’in rastgele bir sayfasını açarak yapılıyor. Niyete göre açılan sayfanın sağ veya sol, alt veya üst tarafındaki ayeti okunuyor. Tabii Kuran’da bol bol müşrikler, münafıklar ve cehennem hakkında ayet olduğu için onlardan birinin çıkması kişiyi ümitsizliğe sevk edebilir. Bundan dolayı yapılması mahzurlu görülse de bazı Allah dostlarının yakın çevreleriyle bunu yaptıklarından haberdarız. Hasan Çağlayan da içi daraldıkça tefeül yapmış. Onların hepsini not etti mi bilmiyorum ama bize aktardıklarının hepsi tam ona hitap ediyor ve onun içine inşirah, maruz kaldığı sıkıntılara katlanma azmi veriyor. (Bu yazıyı yazdıktan sonra bu hususu kendisine sordum. Hiç müdahale etmediğini, ne çıktıysa onu yazdığını ifade etti.)
Mahpusumuz yaralarına pansuman yapmak için Kuran’dan sonra onun Risale-i Nur ve Mesnevi gibi tefsirlerine de sıkça başvuruyor. Bu yönleri itibariyle Sonrası Mavi’ye bir maneviyat kitabı nazarıyla da bakılabilir.
Daha çok söyleyecek çok şeyim var kitap üstüne ancak yazıyı da bir yerde bitirmek gerekiyor. Şu kadarını söylemek isterim: Kendine bir iyilik etmek isteyen okusun bu kitabı. Çoluğuna çocuğuna okutsun, eşine dostuna armağan etsin. Bir şairin olup bitenlere canlı kanlı şahitliği bu. Bir başka şairin dediği gibi, “Sevgiyle, yalnızca sevgiyle işlenen/ Bir dal incelik, bir simli gülüş/ Bir kardeş mavi.”
Sonrası Mavi’nin Süreçten geriye kalan önemli kitaplardan biri olacağına inanıyorum. Bir gecede bitebilir ama tadına varmak için üç günden daha kısa sürede bitirmemeyi öneririm.