YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Vahdettin, Osmanlı tahtının en talihsiz hükümdarı olarak tahta çıkmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın son aylarıydı ve hemen her cepheden Osmanlı ordularının mağlubiyet haberleri gelmekteydi.
Vahdettin savaşın kaybedilmesi sonrasında başlayan işgaller karşısında Almanya seyahatinde yakından tanıdığı M. Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderdi. Ancak “İttihatçı” olarak gördüğü Anadolu hareketine cephe aldı ve diğer yanlış adımlarının da etkisiyle bir nevi kendi sonunu kendisi hazırladı. Sonunda da “fahri yaveri” M. Kemal’in lideri olduğu Ankara Hükümeti saltanatı kaldırdı.
Vahdettin’in bundan sonra yapabileceği tek şey vardı: İstanbul’u terk etmek. Nitekim 98 yıl önce 17 Kasım 1922’de bir İngiliz gemisiyle Malta’ya doğru yola çıktı.
VELİAHT DEĞİLDİ
Vahdettin de Osmanlı Devleti’nin kendisinden önceki üç padişahı gibi Abdülmecit’in oğluydu. 1861’de dünyaya gelmiş ve hem anne hem de babasını kaybettiğinden yetim ve öksüz olarak büyümüş, özel hocalardan ders alarak ve Fatih Medresesi’nde bazı derslere devam ederek kendisini yetiştirmişti.
Ağabeyi Abdülhamit’in Çengelköy’de hediye ettiği bir köşkte yaşayan Vahdettin’in tahta çıkma ihtimali yok gibiydi. Ancak Mehmet Reşad devrinde “veliaht” ilan edilen Yusuf İzzeddin Efendi’nin 1916’da ölümüyle “Devletlü Necabetlü Veliahd-ı Saltanat Hazretleri” oldu.
Veliahtlığı sırasında önce Avusturya’ya sonra da Almanya’ya gitti. Almanya seyahati esnasında kendisine “yaver” olarak M. Kemal Paşa eşlik etti. M. Kemal’in 15 Aralık 1917-4 Ocak 1918 tarihlerinde gerçekleşen Almanya seyahatinde Vahdettin’le yakından diyalog kurmayı ve onun güvenini kazanmayı başardığını tahmin etmek zor değildir.
M. Kemal de Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihinden itibaren padişah Vahdettin’in “fahri yaveri” olma imtiyazını çok iyi bir şekilde kullanarak kendisini kabul ettirme imkânı bulmuş ve Millî Mücadele’nin lideri olma yolunda bu konumdan yararlanmasını bilmiştir. Kaderin garip bir cilvesi olarak Vahdettin’in sonunu hazırlayan gelişmelerde “fahri yaver M. Kemal Paşa” başrolde yer almıştır.
VAHDETTİN PADİŞAH OLUYOR
Vahdettin, V. Mehmet Reşat’ın 3 Temmuz 1918’de vefatıyla “VI. Mehmed” olarak tahta çıktı. Bu sırada cephelerden felaket haberleri gelmekte, İngilizler hızla Anadolu sınırlarına doğru ilerlemekteydi. Enver Paşa’nın üzerindeki “Başkumandan Vekili” unvanını geri alan yeni padişah, başlangıçta Talat Paşa’yı görevinde bıraktı. Ancak savaşın kaybedildiği kesindi ve barışı gerçekleştirecek bir hükümete ihtiyaç vardı.
Vahdettin’in 1922’de ülkeyi terk edinceye kadar kurdurduğu hükümetlerin esasını “İttihatçı olmamaları” teşkil ediyordu. Dönemin şartları nedeniyle “vasıflı” sadrazamlar bulmak kolay değildi. Diğer taraftan kurdurduğu ilk hükümet olan A. İzzet Paşa hükümeti uzun süreli olmadığı gibi bundan sonraki hükümetler de aynı akıbetten kurtulamadı.
Mondros Ateşkesi sonrasında İstanbul’a 13 Kasım 1918’de İtilaf donanması gelmiş, Anadolu’da işgaller başlamış ve Padişah üzerindeki İngiliz baskısı iyice artmıştı. Vahdettin’in hükümdarlığının sonuna kadar izlediği politika, İtilaf devletlerinin özellikle de İngilizlerin desteğini kazanarak “ülkeyi kurtarmaktı”. İngiliz Yüksek Komiserliği, Londra’ya gönderdiği raporlarda onu “İngiliz yanlısı” olarak tanımlamaktaydı.
Vahdettin’in sadrazam seçenekleri “liyakat yerine sadakat” esasına dayanıyor ve İngilizlerin desteğini alabilecek isimleri; örneğin “yaşlı dünürü” Tevfik Paşa ya da kız kardeşinin kocası Damat Ferit Paşa’yı tercih ediyordu. Özellikle sadrazamlığı öncesinde bürokraside ancak “ikinci kâtip” olabilen ve “damat” olma dışında bir özelliği bulunmayan Damat Ferit’in yanlış icraatları, Vahdettin’in Anadolu hareketinin gözünde “hain” olarak damgalanmasına yol açacaktır.
Vahdettin, yaşanan problemlerin parlamento ile aşılacağına inanmadığından Mebuslar Meclisi’ni feshetti. Bu durum Anadolu hareketini güçlendirdiği gibi İstanbul’un 16 Mart 1920’de işgali sonrasında TBMM’nin açılmasıyla da “milletin temsilcisi” haline gelmesini sağladı. İstanbul ise zamanla “meşruiyetini” tamamen kaybetti.
BÜYÜK HATALAR ZİNCİRİ
Vahdettin’in en büyük hatalarından birisi Damat Ferit’i sadrazam yapmaktı. Damat Ferit de ülkenin kurtuluşunun “İngilizler vasıtasıyla” olacağına inanıyor ve icraatlarını İtilaf devletleri komiserlerinin taleplerine göre yapıyordu.
Bu sırada Padişah, M. Kemal Paşa’yı “askerî ve mülkî” çok geniş yetkilerle Anadolu’ya gönderdi. Yunanlıların Anadolu’da ilerleyişleri devam ediyor, Padişah da Damat Ferit’ten vazgeçemiyordu. Damat Ferit ise Kuva-yı Milliye hareketine karşı baskısını daha da artırıyor, sonuçta M. Kemal’in başında bulunduğu Heyet-i Temsiliye, İstanbul’la ilişkileri kesmeyi kararlaştırdığı gibi vergileri İstanbul’a göndermemeyi emrediyor ve böylece İstanbul Hükümeti’nin finans kaynaklarını kurutuyordu. Bu süreç Ankara’da TBMM’nin açılmasıyla tamamlanacak ve Vahdettin’in başında bulunduğu padişahlık rejiminin Anadolu’yla bağlantısı kesilecektir.
M. Kemal Paşa’nın başında bulunduğu Milli Hareket başlangıçta “devrimci” kimliğini ortaya koymak yerine Padişah-Halife’yi baskıdan kurtarmayı amaçladığını ilan etmekteydi. Bu nedenle uzun bir süre doğrudan Padişah-Halife hedef alınmadı.
İstanbul Hükümeti’nin diğer hatası, İngilizlerin isteğiyle Anadolu hareketine karşı çeşitli yerlerde isyanlar organize etmek oldu. Böylece kardeş kavgası yaşandığı gibi ciddi bir insan kaybı da meydana geldi. Yine Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin verdiği fetvayla Anadolu hareketine destek verenlerin, M. Kemal Paşa ve arkadaşlarının “katlinin şer’an caiz olduğu” ifade edilerek Kuva-yı Milliye hareketi “âsi ve bâği” ilan edildi.
Vahdettin’in bir başka hatası uyarılara kulak asmaması ve Anadolu hareketini küçümsemesiydi. Rauf Bey’in meclis kararı olmadan hiçbir kararı onaylamaması şeklindeki uyarısına “… ortada bir millet var, koyun sürüsü! İdaresi için bir çoban lazım, o da benim” diyen Vahdettin, sadrazam tercihleriyle ilgili eleştirilere de kızıyor ve “Ben istersem Rum patriğini de Ermeni patriğini de getiririm, Hahambaşıyı da getiririm” diyordu.
Diğer taraftan da İstanbul’un işgal altında olduğu ve varlık yokluk mücadelesi verildiği sırada yeni bir evlilik yapıyor ve bu sefer de “güzelliğiyle meşhur” on dokuz yaşındaki Nevzad Hanım’la evleniyordu. Bütün bunlar, son Padişah’ın realiteden ne kadar uzak olduğunun önemli göstergeleridir.
Padişah, Sevr Antlaşması gibi çok ağır şartlar taşıyan bir antlaşmayı “işi zamana bırakarak” tasdik etmese de bu antlaşmayı yapan heyeti kendisi onaylamıştı. Sevr’in yürürlüğe girmesi, Osmanlı Devleti’nin sona ermesi anlamına gelmekteydi. Nitekim Ankara Hükümeti, antlaşmayı tanımadığı gibi imzalayanları da ölüme mahkûm eden bir karar aldı.
Vahdettin’in Millî Mücadele’ye karşı bu yanlış tavırlarının arka planında Anadolu Hareketi’ni “İttihatçı” olarak görmesi yatıyor, padişah bu hareketi kendisi ve ailesine karşı isyan olarak değerlendiriyordu. Bu yaklaşımları, Vahdettin’in Millî Mücadele döneminde kazanılan zaferleri görmesini de engelledi. Ancak kazanılan zaferler ve Büyük Taarruz’un başarıya ulaşmasıyla artık bütün inisiyatif, Ankara Hükümeti’ne geçti.
İNGİLİZ DEVLET-İ FAHİMANESİ’NE ‘HİCRET’
Mudanya Ateşkesi sonrasında sıra barış antlaşmasına gelmişti. Vahdettin hala kendisini “meşru otorite” olarak görüyor, Ankara Hükümeti’nin baskısına rağmen Hükümeti feshetmeye yanaşmıyor ve barış görüşmelerinde İstanbul’un da temsil edileceğini belirtiyordu.
Ankara Hükümeti’nin son hamlesi, 1 Kasım 1922’de altı yüz yıllık saltanatı kaldırmak oldu. Basında ise Vahdettin aleyhinde “vatan haini” olduğuna dair haberler yapılmaya başlanmış, halk arasında padişahın kaçtığına dair söylentiler yayılmıştı. 10 Kasım’daki Cuma hutbesinde Vahdettin’in adının okunmaması artık sonun geldiğini gösteriyordu.
Bardağı taşıran son damla Millî Mücadele ve M. Kemal’in “iflah olmaz muhalifi” gazeteci Ali Kemal’in İstanbul’da yakalanıp Ankara’ya götürülürken 8 Kasım 1922’de İzmit’te “linç ettirilmesi” oldu. Bu hadise, “muhaliflerin” bundan sonraki süreçte başına neler geleceğini gösteren önemli bir gözdağıydı.
İngiliz yazışmalarına göre Vahdettin 1920 yılında tahttan çekilmeye kalkışmış, İngilizler onu bu kararından vazgeçirirken hayatını korumaya söz vermişlerdi. Nitekim İngilizler, Vahdettin için Büyük Taarruz’un ilk günlerinden itibaren hazırlık yapmışlar ve bir gemi hazırlayarak Malta’ya götürmeyi planlamışlardı.
Vahdettin 15 Kasım’da eski kayınbiraderi ve yaveri Zeki Bey’i göndererek, ertesi gün de “Halife-i Müslimin” sıfatıyla resmi bir yazı yazarak hayatını tehlikede gördüğünden “İngiltere devlet-i fahîmesine” iltica talebini iletti. 17 Kasım 1922 Cuma günü de Hindistan Müslümanların hediye ettiği İngilizlere ait Malaya zırhlısıyla Malta’ya doğru yola çıktı.
Vahdettin tahta çıktığı ilk günden itibaren izlediği politikalar ve yaptığı tercihlerle kendi sonunu hazırlamıştı. Anadolu’ya gönderdiği “Fahri Yaveri” M. Kemal Paşa’nın liderliğindeki Milli Hareket’e düşmanlığı, İngilizlerle dostluk yoluyla ülkeyi kurtarmayı amaçlaması, Damat Ferit başta olmak üzere ekibiyle ilgili yaptığı yanlış seçimler kötü sonun kilometre taşlarıydı.
Zafer’in kazanılması sonrasında Ali Kemal’in linç ettirilmesi, padişahın endişesini iyice artırmıştı. Nitekim İngiliz gazeteleri Vahdettin’in 17 Kasım’da ülkeyi terk etmediği takdirde Cuma Selamlığı’nda bir suikast teşebbüsünden korktuğunu yazmışlardı.
Bütün bunlar Vahdettin’in Türkiye’de yaşama ihtimalinin kalmadığını göstermektedir. Yeni rejimin de “muhalifleri” yargılamak yerine daha sonra Lozan Antlaşması gereğince “Yüz elli kişilik” bir liste yaparak yurt dışı sürgüne göndermeyi tercih ettiği göz önüne alındığında son padişahın tek seçeneğinin ülkeyi terk etmek olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Muhtemelen M. Kemal’in de Vahdettin’in firarından haberi vardı ve “yargılama” yerine “sürgüne göndermeyi” tercih etmişti.
Vahdettin İngilizlere sığınarak ülkeyi terk etmeyi firar değil “hicret” olarak tanımlamışsa da ertesi günün gazeteleri ve yeni Halife Abdülmecit Efendi Vahdettin’e “hain” diyerek bugüne kadar sonu gelmeyen bir tartışmanın fişeğini de ateşlediler.
***
Kaynaklar: C. Küçük, “Mehmed VI”, TDV İA, C. 28; Atatürk ile İlgili Arşiv Belgeleri, Ankara, BOA Yayınları, 1982; S. R. Sonyel, Gizli Belgelerde M. Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2010; “Son Osmanlı Padişahı Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı”, XV. TTK Kongresi Bildirileri, Ankara, 2010, C. V; C. Kırpık, “Şehzade Evliliklerinde Değişim”, OTAM, Güz 2009, S. 26; N. Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, İstanbul, Alfa, 2015.
Vahdettin hakkındaki fikirlerimi değiştiremezsiniz. Sanki tek taraflı yazıldı. Vahdettin istanbulun işgali ile esir gibiydi. Onun yetkilerini kullanarak karar çıkartmaya çalışıyorlardı. Mustafa kemal nasıl gazeteciyi öldürtüyorsa, ingilizler de vahdettini aynı şekilde linç ederek öldürtebilirdi. Mustafa kemal gazeteci öldürerek gözdağı verdiği gibi aynı şeyi istanbulu işgal etmiş ingilizlerde yapabilir. Mesela istanbulda türk ordusu yok, ingiliz ordusu var. Mustafa kemal ise istanbuldan müfettiş bahanesiyle uzaklaşıyor, emin bölgeye. İngiliz toplarının yetişemeyeceği türkiyenin ortasına geliyor, ankaraya. Mustafa kemale saltanatı verin, istanbula gönderin, vahdettini anadoluya gönderin, bakın bakalım ne oluyor? Osmanlı devleti ingilizler, fransız, ruslara karşı savaşmış, muhatap büyük devletler, kuvayi milli hareketi yunana karşı savaşmıştır, ingilizle hiç savaşmadı, karşı karşıya gelmedi. Vahdettin orduyu küçümsemiyor. Bu ordu başında mustafa kemal olmak üzere filistin cephesinden anadoluya kadar geri çekildi. Bu ordunun ingiliz artı fransız artı hintli artı senegalli askerlere karşı zafer kazanacağını nasıl bekleyebilir? Bunun adı küçümsemek değil, eğer yunanı yenemeyecekse küçümseyebilirsin. Bence vahdettin gerçeklikten kopmadı, tuhaf olan osmanlının tarihe gömülmesi. Yani bir kurtuluş savaşı veriyorsun, üzerine saltanatı sonlandırıyorsun, yetmedi bir de üstüne devrimleri yapıyorsun. Bence vahdettin ne gördüyse doğru görmüş. Kim hazmedebilir, 600 yıllık bir saltanatı yaver sonlandırıyor. İnsanlar iktidarları gitmesin diye ne cinayetler, ne karanlik olaylar yapıyor, yani bu kadar bir tepki vermiş, kusur bu mu? Meclistekiler sırf meclis bizim kontrolümüzde değil diye daha yepyeni meclisi feshedip yerine 2. meclisi getiriyorlarda, şimdi vahdettinin kusurlarına mı kaldık. Lozanı vahdettin yapsaydı musulu verdi, batı trakyayı, adaları, kıbrısı verdi diye yaygara kopacsktı ama şimdi kimse sesini çıkarmıyor.
Bu konu ile ilgli okuduğum en objektif yazı diyebilirim. Evet tarihi kişi ve olaylardan bahsederken o günün şartları göz önüne alınmalı ve mümkün olduğunca objektif olunmalıdır. Bu yazı da tam olarak bunu başarmış diyebilirim. Teşekkürler
cok basit hatalar var malesef.
‘Vahdettin, yaşanan problemlerin parlamento ile aşılacağına inanmadığından Mebuslar Meclisi’ni feshetti.’
en basit tarihle ilgili bir kisi dahi bilirki meclisi mebusan’in feshi ingiliz askerlerinin bu meclisi basmasiyla gerceklesti. Ve mebuslardan bir cogu Malta’ya surgune gonderildi. Cok tutarli bir tez olarak da Ankara’dan Mustafa Kemal’in istanbula gonderdigi Rayf Orbay’in mecliste ingilizlere karsi sert protesto daveti bu baskina neden olarak ankaranin bu provekede parmagi oldugu soylenir. Ilginc olan ise ingilizler 4 aydir istanbul’da sakince bulunmasina ragmen Orbay’in Ankaradan henuz gelmesinin akabinde istanbul Sehzadebasi karakolunu bastilar. Ve bunun uzerine Rauf Orbay mecliste protestoyu baslatti. ve beklenen son geldi. M. Kemal de boylece ulkenin tek mercisi halini alacak Ankaradaki meclisi kurdu. Ama ne garip ki sy Nizamoglu ulkenin tek tarafli resmi anlatimini dahi asarak yanlis bilgi veriyor. Ustu kapalu ingilizlerin vahdettini ovdugunu dahi bildiriyior. Halbuki meclisi mebusani basan birligin basindaki ve Mustafa Kemal’e samsun vizesini veren komutan Bennett, Sultan Vahdettin’e guvenilmedigi icin dolmabhce sarayinin etrafini nasil demir citlerle sardiklarini gazeteci Nezih Uzel’e anlatmistir.