M. AHMET KARABAY | YORUM
Ülkeyi ekonomide duvara toslatıp kendi parti tabanında bile rahatsızlık oranı yüzde 60’ların üzerine çıkaran Tayyip Erdoğan, bütün tek adamların yaptığını yaptı ve dikkatleri dışarıya çevirmeye kalkıştı. Türkiye gibi dış politikası akılcılıktan uzak aç-kapa yöntemiyle çalışan bir ülkede bunu yapmak hiç de zor değil.
Türkiye’nin ekonomik alanda sıkışmışlığı, 20 Aralık 1881’de alacaklı devletlerin borçları ödenemeyince kurdukları Düyûn-ı Umumiye İdaresi dönemi kadar kötü değil. Bugünü, II. Abdülhamit döneminde imzalanan ve Muharrem Kararnamesi olarak da bilinen bu anlaşmanın şartlarına ve ortamına benzetenleri fazla ciddiye almaya gerek yok.
Bugün dolara yüzde 40’dan fazla faiz ödeyerek Türkiye borçlarını çevirebiliyor. Toplumun bütün varlığı soyularak tahsil edilen paralar, bir avuç denebilecek bir kesimin hesabına aktarılıyor. Bunda sorun edecek bir şey mi gördünüz?
Maaşlara alım gücü kaybı oranında zam yapılmasına bütçede para olmayışını gerekçe gösteren hükümetin, yandaş ve iktidarla iyi geçinen şirketlerin 5 kuruş vergi ödemediği ya da milyarlarca liralık muafiyetler getirdikleri bir bir ortaya saçılırken, “dış kaynaklı” iyiye gidiş masallarına kendi tabanı bile inanmaz oldu.
Metropoll Araştırma’nın yaptığı saha çalışmasına göre 14 Mayıs 2023’te AK Parti’ye oy veren seçmenlerin yüzde 63,1’i, MHP’ye oy verenlerin yüzde 67,6’sı ekonominin iyi durumda olmadığını ifade ediyor. Cumhur İttifakı tabanında tablo böyle ise öteki parti seçmenlerinin memnuniyet tablosunu ortaya koymaya bile gerek yok.
Toplumun birinci sorunu ekonomi, fakirlik, pahalılık…
Ülke gündemin bu konular olması ve bunların konuşmasının önüne geçilmesi gerekiyor. Sahipsiz sokak köpekleriyle ilgili tartışma günlerce köpürtülmeye çalışıldı. Bu konunun ülkede tartışılma süresi, yasanın görüşülmesinden daha uzun meşgul edebilmesi imkansız görünüyor. Meclis’ten geçen yasanın uygulanmasına ilişkin görüntülerin belli merkezlerden gelip ekranlarda tüketilmesinden öte bu konuyu sündürme imkanı yok.
Fakirliğe, pahalılığa, ekonominin sorunlarına kısa sürede çözüm bulamayacağını gören Erdoğan’ın dikkatleri dışarıya çekmesi gerekiyordu. Toplumun her kesiminin vicdanını yaralayan İsrail’in Gazze bölgesinde yaptığı vahşetlere karşı hayli rol kaybeden Erdoğan, bu alanda kendince Nirvana sayılabilecek bir perdeden konuya giriş yaptı.
Erdoğan, partisinin Rize teşkilatında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin güçlü olması gerektiğini belirttikten sonra İsrail’i kast ederek, “Karabağ’a ve Libya’ya girdiğimiz gibi, onlara da benzerini yapabiliriz.” dedi.
Bir ülkenin cumhurbaşkanı bir başka ülkeyi kast ederek “topraklarına girmekten” söz ediyorsa bu ciddiye alınır. Bu tehdidi düşmanları olduğu gibi dostları da gündemine alır ve değerlendirir.
Durum öyle olmadı. Bu tehdit kılıflı sözlerin tek bir adresi var o da iç kamuoyu. Daha dar anlamda söylemek gerekirse AK Parti tabanı.
Erdoğan bu sözlerine İsrail tarafından bir tepki beklemek amacıyla sarf etti. İsrail tarafından gelecek hakaret içeren sözler, iç kamuoyunda yandaş yayın organları ve troller tarafından köpürtülecek ve “Kimse Türkiye’nin Cumhurbaşkanına hakaret edemez” çıkışı etrafında toplum kenetlendirilmeye çalışılacaktı.
Nitekim Erdoğan’ın beklediği tepki İsrail Dışişleri Bakanı Yisrail Katz’den geldi. Katz, Erdoğan ve idam edilen devrik Irak lideri Saddam Hüseyin’in fotoğraflarını yan yana yayınlayıp Erdoğan’ı da etiketleyerek şu ifadeleri kullandı: “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in izinden gidiyor ve İsrail’e saldırı tehdidinde bulunuyor. Orada ne olduğunu ve nasıl bittiğini hatırlamasına izin verin.”
İsrail Dışişleri Bakanı’nın yazdığı bu ifadelerden sonra görev artık yandaşlar ve trollerde idi. Bundan sonra onlar üstlerine düşeni yapacaklar. İsrail ile doğrudan ticareti 6 ay boyunca kesmeyen Erdoğan yönetimi, şimdi bu ülkeye ihracatını Balkan ülkeleri üzerinden yapmayı sürdürüyor.
İsrail’i koruyan Malatya Kürecik’teki radar üssü görevini aksatmadan sürdürdüğü sürece Erdoğan’ın sözlerinin iç siyaset ve kendi tabanı olmaktan öte gitmeyecek. Kendi tabanının Fatih Erbakan’ın Yeniden Refah Partisi’ne kaymasını engelleme girişimi olarak kalacak.
Erdoğan’ın sözleri bölge ülkelerinin medyasında yer aldı elbette. En dikkate değer yorum ise Almanya’da yayınlanan Augsburger Allgemeine isimli gazeteden geldi. Erdoğan’ın tehdidinin ciddiye alınmaması gerektiğini belirten gazete, İran’ın İsrail’in varlığını tehdit eden yapısının çok dikkat çekici olduğunun altını çizerek şöyle yazdı: “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e karşı askeri müdahaleye yönelik akıl karıştırıcı tehdidiyse palavra olarak değerlendirilmeli.”
Türkiye’nin en tepesindeki isimle ilgili bu ifadeler, İsrail Dışişleri Bakanı Katz’ın kullandığı ifadelerden daha acı.
TOK MUHAFAZAKAR-AÇ MUHAFAZAKAR
Erdoğan, kendi tabanını bile tanımakta zorlanıyor. Yakın zamana kadar sadık bir tabanı vardı. Söylediği her şeye inanmaya, ifade ettiği her sözü hazmetmeye hazırlardı. Ancak, hayat pahalılığının geldiği seviye artık bu kesimi ikna etmeye yetmiyor.
Muhafazakar kesim, Erdoğan’ın ekonomiye ya da dış politikaya yönelik sözlerini Alman Augsburger Allgemeine gazetesinin yaklaşımıyla algılıyor.
Erdoğan’a hâlâ inanan karnı tok bir muhafazakar kesim var. Ama aç muhafazakarların kulakları duygularından gelen açlık gurultusundan başka sesi duymuyor.
SURİYE’DEN PKK’YI TEMİZLEME İHALESİ MEHMETÇİĞE VERİLMİŞ GİBİ
Erdoğan’ın İsrail çıkışıyla bir amacı daha var. O da dış politikayı beceremediğine inandığı yakın çevresi tarafından ifade edilen Hakan Fidan’ın açıklamalarının perdelenmesi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, geçen hafta Sky News Arabia televizyonuna geniş bir söyleşi verdi.
Güncel bölgesel konuların ele aldığı söyleşide Bakan Fidan, Türkiye’nin Suriye ile her türlü diyaloğa açık olduğunu dile getirdi. Bu röportajda Fidan’ın kullandığı bazı ifadeler, dış politikayı yakından takip edenler için çok dikkate değer bulundu.
Fidan’ın dikkat çeken sözleri şunlar idi: “Suriye’nin, özellikle de PKK’nın kontrol ettiği bölgelerin terörden temizlenmesi gerek. Suriye halkının kaynaklarını gasp eden bir terör örgütü var. Onunla savaşmalı, petrol ve enerji kaynaklarını ondan almalıyız. Bu kaynakları Suriye halkına iade etmeliyiz.”
Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin güney sınırında kurulan PYD devleti ile savaşma ve bölgeyi temizleme görevi, Suriye’nin ön şartı olarak ortaya konmuşa benziyor. Bu ön şart, Suriye tarafından değilse de Türkiye ile Suriye’yi barıştırmaya çalışan Rusya tarafından bu görev Erdoğan’ın sırtına yüklenmişe benziyor.
“Alavere dalavere Kürt Memet nöbete.”