YUSUF ÜNAL | YORUM
Sizin hiç hocanız öldü mü? Benim bir kere öldü. Hayır, kör olmadım ben. Ama birdenbire hayalete döndüm, içim içime göçtü. Ayaklarımın altındaki zemin çöktü sandım, ardımdaki dağ yıkıldı, üstümdeki gök kubbe çatladı. Kimi arayacağımı, kime taziye vereceğimi bilemedim. Kendime seslendim, kendim kendime ses vermedi. Sonra yollara vurdum. “Toplama beni!” dedim rastladığım bir tanıdığa; toplama, bugün dökülmek benim hakkım.
Etkilenmem sanıyordum. Ölüm göstere göstere geliyordu sonuçta, gizlisi saklısı yoktu. Hem mübareğin kendisi de ölümü ‘yolda bulunmuş inci’ kabul ediyordu. Onun için yine öyledir belki ama geride kalanlar için öyle olmuyormuş işte. Kilitlendim kaldım, dilim düğümlendi. Kimseyle konuşamıyor, sesimi tamir edemiyordum. İçime kapandım. Vaazlarından kısa kısa kesitler seyrettim. Dönüp dönüp son videolarını izledim. Jestlerine- mimiklerine, gözlerinin içine, ses tonuna dikkat kesildim. Hepsi birer anlam kazandı.
‘Bir güvercin gibi titreyerek ötelere pervaz edeceğini’ biliyormuş. Talebeleriyle, dava arkadaşlarıyla, yaşadığı hicret mekânlarıyla, sohbet duraklarıyla vedalaşmış. Son defa bakarmış gibi bakmış baktığı simalara. Son namazını kılar gibi kılmış namazlarını. Helâllik almış herkesten.
Halinde bir vedanın dinginliği, sözlerinde ‘istikamet’ vurgusuyla; “Ömrün şu biten neşvesi tam olsun erenler /Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler / Şükranla veda ettiğimiz câm-ı fenaya / Son pendimiz ahlâfa devam olsun erenler” diyerek göçüp gitti ruhunun ufkuna…

Gün tahtından indi, gecede cülûs şimdi, kayıklar küreklerden âzâde. Oradaydım, çoğu şeyi gördüm. Gurbetin çökeltisinde yıldızlar bir bir akıyordu. Şaşırdım. Gördüğüm düğün mü, hüzün mü? Bir şair arkadaşım satırlarından fısıldadı: Şeb-i arus! Yas yok, dualar âvâz; eller, avuçlar pervâz./ ‘İnnâ ileyhi râciun.’/ Nazdır biraz hâlimiz, biraz niyaz.
Onu maviye bıraktık sonra. Yüzünde gül izleri, göğsünde lâle. Maviler kucaklasın artık onu, bir mavi sükûn sarsın ve hep arzu ettiği üzere, bu büyülü mavilikte verâlar tüllensin…
Ölmek en çok da güze yakışıyor deyip duruyordum. Bir güz günü gitti o bahar sözlü de. Bahçeler azalırken gitti ama yerle gök çoğalıyordu.
Âvâzesini bu âleme Dâvud gibi saldı ve geride, bâkî kalacak bir hoş sadâ bıraktı. İlk gençliğimden itibaren o sadâyı duya duya büyümekle bahtiyarım. Şimdi dünyamı onu dinlediğim, onu okuduğum onu düşümde gördüğüm zamanlar süslüyor. Direnmek hatırlamaktır biraz da demişti şair, direniyorum işte…
Dikişleri sökülmüş dünyanın terzisiydi o. Ömrü sökük dikmekle, teyel atmakla geçti. Gönül teyelcisiydi, şahidiz. Yükü mercandı, bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâ edilen cinsten hani. Baharlar taşıdı karlı dağ başlarından, turfanda sözler söyledi söz pazarında. Tıpkı Rûmî’ninkiler gibi cihana serpildi zümrüt sözleri. En bilinmez sözcükleri dudağının örsünde yumuşata yumuşata söyledi. Erenlerin katında buymuş usulü söz söylemenin.
Kış sonrası köpüren ırmaklar gibiydi sözü, coşkun ve taze. Yamaçlar boyunca kokusu yayılırdı, Barla’nın yamaçlarından yayılan kokular gibi. Bir şevk iklimiydi meclisi, Yesevî meclisleri gibi. Girenler atlastan birer cepken kuşanır öyle çıkardı.
Çıkıp da varıp insanlıklarına dokundular insanların. Dövene elsiz gerek / Sövene dilsiz gerek / Derviş gönülsüz gerek diyerek daldılar karanlığın bağrına. Meşaleleri meşalelerden tutuştura tutuştura ilerlediler. Az gittiler, uz gittiler. Dere tepe düz gittiler. Gül aldılar, gül sattılar. Gülden terazi tuttular. Gülü gül ile tarttılar. Gönüller tamir etti, köprüler kurdular. Onca yol çiğnediler, fakat çiçek çiğnemediler.
Hülyâlarımızı bir mavi sükûnun saracağını müjdelemişti o bahar sesli bize. Cennetlere atlıyormuşçasına masmavi ve aydınlık bir dünyayı temâşâ ettirmişti. İnce ve mavi havasıyla tasavvur ettiği yarının dünyasının hissî, tatlı, rengin ve zengin olacağı ümidini yeşertmişti içimizde. Her gün daha da enginleşip derinleşen bir mavi ümidi vardı onun bizlere de aşıladığı. Artık baykuşların her yandan ölüm marşları geliyordu, bunu duymalıydık. Gecelerde hırıltı vardı, karanlık boğuluyordu. Öte yandan ufukta levent boylu nesl-i cedit çoktan belirmişti bile…
Unutmayın diye tembihlemişti bizi, unutmayın kışın da biteceğini. Heyhat, kış bitmedi hâlâ, aksine iyice azıttı. Ama biz bekliyoruz ve alimallah, ölene kadar da sürse, bekleyeceğiz o baharı. Hazreti Azrail bizi bulduğunda, inşallah dilimizde yine bahar türküleri olacak.
Göğü dolduran bir sestir o türküler, bir âvazdır. Şimdi gök boşaldı belki, kuşun yalnızlığı arttı. Bahar seslimiz sustu, ırmaklar durdu bir an. Canı çekildi sözcüklerin, kurudular. Tüm sesleri toplayıp gitti. Ama ne gam! Şairden haber aldık biz: rüzgâr ve tüy / uçmayı öğrendiğinden beri–/ gökyüzü buluşturur göçmenleri…
Biz buluştuk, daha da buluşacağız…
Sil baştan yürünmez karanlık. Hiç şüpheniz olmasın. Gün olur, bir taze bahar kurulur; gül olur. Gözlerden uzakta bir dal doğrulur da yenilir bir zarif kardelene kış. Çok sürmez, yeni bir Anka doğar ve daima yeniden başlar yolculuk. Bir de bakarsın, buzların bağrına gökçek bir bahar kurulur. Yarışır damlalar, sanki düğündür./ Yüzler güler, yürekler de ürperir./ Gülme günü kalbim, işte; bugündür,/ Bir daldan binlerce başak boy verir.
Ne demişti bahar seslimiz:
“Gün döndü, mevsim tomurcuk çağında;
Bir bilsen, ne mavi günler doğuyor!?
“Alimin ölümü, alemin ölümü gibidir” Hz. Muhammed (S.A.V.)
Uzaklarda olsakda gönlümüz Hoca Efendi ve yolundan gidenlerle…
Bir yanda böylesi bir hayat diğer yanda ülkeyi karıştıran terörize edenler…
Rabbim doğru yolda sabit kılsın, inayetini üzerimizden eksik etmesin.
Tüm iyi insanların başı sağolsun. Telafi edici lütuf ve ihsanlarda bulunmasını yakarıyoruz…
Eline, diline, yuregine saglik… Beklemeyi bilene bahar mutlaka bir gun gelir…
Muhterem muellifi bu duygulu, coskun ve umitbahs yazisi icin tebrik ediyor;hislerimize tercuman oldugu icin teskkur ediyorum.
“Unutmayın diye tembihlemişti bizi, unutmayın kışın da biteceğini. Heyhat, kış bitmedi hâlâ, aksine iyice azıttı. Ama biz bekliyoruz ve alimallah, ölene kadar da sürse, bekleyeceğiz o baharı. Hazreti Azrail bizi bulduğunda, inşallah dilimizde yine bahar türküleri olacak.”
Bu paragraf yazıya uymamış gibi. Ben orayı şöyle okudum:
“Heyhat, kış bitti mevsim bahar ama bugünler ayaz mı ayaz. Bazı çiçekleri soğuk vurdu biraz. Fırtınalar, hortumlar silkeledikçe dökülüyor meyveler olgunlaşmadan yerlere. Fırtınalar öyle şiddetli ki kökünden sökülüp yıkılıyor ağaçlar.
Olsun mevsim bu; değişmez hiçbir zaman. Kıştan sonra bahar, bahardan sonra yaz. Bizler Başbahçıvan ile yaşadık baharı, ne gam. Önümüzde koca bir yaz var; sofralarımız donatılacak yine her türlü lezzetli taamlardan!”
Kaleminize sağlık