YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Evrensel ve bölgesel (lokal) ideolojiler vardır, kimliklerimiz üzerinde etkili olan. Biz kimiz; genelde bu ideolojilerin kalıpları içerisinde yanıtlanıyor. Kim olduğumuza bu nedenle genelde başkaları karar verir.
Kimliklerin önemsiz olduğunu iddia edenler mesela sorun Kürtlerin uğradığı asimilasyon ya da Ermenilerin başına gelen soykırım faciası olunca genelde “hepimiz Âdemoğluyuz”, “hepimiz sonuçta insanız” derler. Oysa onlara “tamam, o halde gel Türkiye’nin adını Kürdiye yapalım” derseniz, bozulurlar. Türkiye toplumu, bir taraftan Türkiye içindeki herkesin Türk vatandaşı olmasından dolayı Türk olduğuna inandırılırken, diğer taraftan Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya kitlesel olarak göç diskuru ve Türkiye dışındaki Türkler diskuru ile Türklük ve ırk arasında bağ kurmaya şartlandırıldı. Esasen Türklüğün anayasal tanımı üzerinden kapsayıcı bir üst kimlik olarak tanımı Türkiye’de hiçbir zaman kabul görmedi. Okul müfredatlarında öğretilen tarih tezi, “Türk ırkı” ve “etnik Türklük” tarihini endoktrine etti. Hala da bu böyledir.
Bu tarih tezinin sağlaması çok kolaydır. Bulgaristan Türkleri, Kıbrıs Türkleri, Balkan Türkleri, Azerbaycan Türkleri, Uygur Türkleri, Musul Türkleri gibi etnik Türk veya Türkî topluluklarla Türkiye Türkleri arasında bağ kurmaktan kaçınmayan bir devlet ola geldi Türkiye Cumhuriyeti. Dış “Türklük” ile ilgisini kopartamadığı için, içeride etnik Türk olmayanlara karşı “hepimiz Türküz” propagandası inandırıcı olmadı, olmuyor. Kürtlere veya Rumlara, Araplara veya Boşnaklara, Çerkezlere veya Yahudilere, Ermenilere veya Süryanilere, Romanlara veya Pomaklara, kısaca etnik Türk olmayan herkese, “siz de Türksünüz, hepimiz kardeşiz işte!” denirken, etnik Türkler kucaklanıyor, ırki temellere ve etnik bağlara dayalı bir nasyonalizm pompalanıyor. Bu yapılırken, bir kültür milliyetçiliği yapılmıyor. Çünkü ortak kültüre sahip olunan başka milletlerden esirgenen ilgi, etnik Türk olarak görülen topluluklardan veya halklardan esirgenmiyor.
Irkçılık ve etnik nasyonalizm, İttihatçıların ve onların B Takımı olan Kemalistlerin ulus yaratma projesinin mihenk taşıdır. Bu, asimilasyoncu bir politikadır. Ayrıca etnik temizlikçi ve oldukça agresif bir tarihe dayanır. 1915 olaylarında Anadolu’nun yerlisi olan milyonlarca Ermeni, soykırıma uğratıldı. Bugün Anadolu’da sayıları on binli rakamlarda olan bir Ermeni cemaati kaldı. Onlar da büyük zorluklarla kimliklerini korumaya çalışıyor. Benzer bir olay, Anadolu Rumlarının başına geldi. Önce etnik temizlikçi İttihatçı faşizan politikaların kurbanı oldular ve çoğu ülkesini terk etmek mecburiyetinde bırakıldı. Sonra Mübadele ile beraber, başka bir büyük kitle Anadolu’dan kopartıldı. Balkanlarda Türk ve Müslümanların başına gelen felaketler, bu dram karşısında eğer kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlıyorsa, etik standartlarınızı gözden geçirmenizi öneririm. Çünkü sui misal emsal olmaz. Dahası, mütekabiliyet ile, yapılan haksızlıklar aklanmaz.
Esasen bu ırkçı bagaj, halen peşimizi bırakmıyor. Bugün tıpkı 1930’lardaki gibi “vatandaş Türkçe konuş” hezeyanı ile, Kürtler veya Suriyeliler taciz ediliyor. Türkler “Anadolu’nun tapusu bizde” rahatlığı ile hareket ediyor. Kendilerini sorgulamıyorlar. Başka ülkelerde söz konusu olamayacak bir rahatlıkla ırkçılık yapılıyor. Ermenilere veya Rumlara kılıç artığı denmesi, Aya Sofya Kilisesi yeniden camileştirildikten sonra ilk Cuma namazında elde kılıç çıkan imam görüntüsü, kiliselere yapılan saldırılar, öldürülen rahipler, bombalanan Sinagoglar, her fırsatta karşımıza çıkan ve Türk olmayanlara karşı sıklıkla kullanılan pejoratif dil bunun örnekleridir. Irkçılık ve etnik milliyetçilik ideolojilerinin yansımalarıdır bunlar. Şovenizme normallik devşiren, Türk tarih tezidir.
Türk tarih tezi basit ön kabullere dayanır. Bunların bazılarını okulda öğrendiniz:
1) Türkler Orta Asyalı bir halktır. 2) Türkler Orta Asya’dan Anadolu’ya kitlesel olarak göç etti ve Anadolu’da çoğunluk haline geldi. 3) Türklerin Anadolu’ya girişi ve orayı aşamalı olarak fethi doğal bir haktır. 4) Türkler bir “cihan hâkimiyeti mefkûresine” sahiptir. 5) Türkler “kızıl elma” ideali peşinde devamlı Batı’ya doğru ilerlemiş, gittikleri yere medeniyet götürmüştür. 6) Türkler “savaşçı millettir” ve bu övünülecek bir şeydir. 7) Türkler, sadece ırki ve etnik üstünlükleriyle değil, İslami meşruiyetle de fetih yapmıştır. Türkler İslam’ın kılıcıdır. İslamiyet’e girmeleriyle beraber, İslam’ın ilerleyişini hızlandırmışlardır.
Bu tarih anlayışı patolojik ve ırkçı unsurlarla doludur. Mesela Türklerin Orta Asya’dan gelmeleri savı (ata yurdu teorisi) Anadolu’yu sürekli fetheden ve bir türlü yerlileşemeyen bir halk bilincini diri tutuyor. Buna göre, Anadolu kadim kültürü ve tarihi, Türk kültür ve tarihi yanında önemsizdir. On bin yıllık tarihi olan Anadolu’da son 936 yıldır olan Türkler, geri kalan 9061 yılı yok sayıyor. Daha doğrusu onu sahiplenmiyor. 1400’lerde yapılan bir camiyi veya 1200’lerden kalma bir kervansarayı önemserken, mesela Efes veya Truva antik kentlerini, Çatalhöyük veya Göbeklitepe’yi önemsememek, ya da ikinci-üçüncü plana, geriye atmak ne doğru mu? Bu politikanın ana dayanağı, Türklerin Orta Asya’lı oluşu tezidir. Çocuklara öğretilen, “Anadolu’lu olmadığımız, oraya sonradan geldiğimiz” tezidir.
Başkasının inşa ettiği ve var ettiği kentleri ve kasabaları zorla ele geçirmek ve oraları gasp etmek, bunu da tarihte övünülecek bir şey gibi çocuklara öğretmek, nasıl bir pedagojik mesajdır? Bu mesajın başkasının malını mülkünü zorla ele geçirmek olduğunu görmeyelim mi? Bu habis düşüncenin kökeni, Anadolulu olmadığımızın kabulüne dayanıyor.
Oysa Türkler, nesnel tüm bulgulara ve bilimsel verilere göre, Anadolu (ve çevre yakın bölgelerin) halklarının torunlarıdır. Gerek antropolojik, gerek arkeolojik, gerek sosyolojik ve kültür bilimsel, gerekse de en önemlisi, genetik biliminin verilerine göre, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç hadisesi, son derece sınırlı bir oranda gerçekleşmiştir. Fetihler askeri fetihlerdi. Askeri-politik bir üst sınıf, Anadolu’yu ele geçirdi ve kendi dinini, ekonomisini, siyasetini, kültürünü dayattığı gibi, kendi dilini de dayattı. Tarih bu tür din ve dil değiştiren toplum örnekleriyle doludur. Daha önce de örnek verdiğim gibi, mesela Güney Amerika yerlileri, İspanyol ve Portekiz fetihlerinden sonra, tümüyle kendi kültürlerini unutarak kendilerini işgal eden askeri ve politik grubun dilini, dinini ve kültürünü benimsedi. Oysa gelen İspanyol ve Portekizlilerin oranı, Güney Amerika yerlilerine göre çok düşüktü. Buna karşın, siyaseti ve ekonomiyi elinde tutan hâkim gruplar kendi kültürlerini, dinlerini ve dillerini kısmen zorla, kısmen de havuç-sopa taktiği ile yerlilere kabul ettirdiler. Aynısı Anadolu’da da oldu.
Güney Amerika halkları bugün İspanyolca ve Portekizce konuşuyor. Ama bu onları İspanyol veya Portekizli yapmıyor. Türkiye halkı bugün büyük oranda Türkçe konuşuyor. Ama bu onları Orta Asya’lı yapmıyor. Burada eleştirdiğim nokta, ırk ve etnik temel üzerine inşa edilmiş olan faşizan-asimilasyoncu Tarih doktrinidir. Elbette herkes kendisini istediği gibi hissedebilir. Fakat Türkiye’de olan bu değil. Devlet, Türk etnisitesini diğer etnisiteler karşısında tercih ediyor. Irki bir Türklük üzerinden diğer etnik topluluklara baskı yapıyor.
Ben geçmişte olanları anakronizm yaparak eleştirmiyorum. Geçmişi öven ve geçmişte yapılanları örnek alan, onları idealize eden bugünkü politikaları eleştiriyorum. Kendi öz vatanında (Anadolu’da) başka toprakların kendi ata yurdu olduğuna inanan, kendisini fatih olarak gören, bunu tabii karşılayan, bunu tarihlerinde en övünülecek konuma yükselten ve yeni nesillerine bunu okullarında endoktrine eden bir devletten bahsediyorum. Bu çocukların coğrafyalarına yabancılaştırılmaları size ters gelmiyor mu?
Doğrusu şu ki, bugün kendisini etnik Türk kabul eden insanların çok büyük bir yüzdesi, Anadolu yerlisi nene ve dedelerinin genlerini taşıyor. Türk tarih tezinde anlatılan Orta Asya’dan gelip Anadolu’nun demografisini değiştiren Türk ırkı savının, sahada karşılığı yok. Bilimsel bulgularla desteklenmeyen bir sav bu. Dolayısıyla da ideolojik!
Kapsayıcı olmayan, bilakis dışlayıcı olan bir milliyetçilik Anadolu topraklarının huzura kavuşmasına engel oluyor. Devletin mitleştirilmesinde bu ideolojinin oynadığı role dikkat çekmek istiyorum. “Devletin milletiyle bölünmez bütünlüğü” üzerinden, kendisini “Türklüğün enstrümanı” olarak lanse eden ve kendisini mitleştiren ve dokunulmaz kılan bir devlet var. Bu devletin demokratikleşmesi mümkün değildir. Yirmi Birinci Yüzyıl’da halen Kürtçe konuşamayan ve nüfusun çok önemli bir yüzdesini oluşturan Kürtlerin daramı kadar, daha kozmopolit ve evrensel (bir o kadar da daha rasyonel) dünya görüşlerinin yeşermesine ve yerleşmesine imkân tanımayan yine ırkçı Türk nasyonalizmidir.
Bugün çok basit bir kitle DNA örneğinizi herhangi bir genetik araştırma kuruluşuna göndererek etnik ve coğrafi kökenlerinizi öğrenmeniz mümkün. Bu testlerin sonucu hep aynı şeye işaret ediyor: Anadolu’nun yerlisiyiz. Şunu ifade etmek istiyorum. Eleştirdiğim etnik milliyetçilik. Kendisini Türk olarak “hisseden” insanları eleştirmiyorum. Orta Asya’dan gelen Türk ırkının devamı olduğu inancına sahip olan etnik nasyonalistleri ve ırkçıları, her şeyden önce bu ideolojileri üreten patolojik politik kültürü eleştiriyorum. Kana, ırka, etnisiteye dayalı bir devlet ideolojisi olması sizi rahatsız etmiyor mu? Anadolu’yu hala eviniz ve yurdunuz olarak görememek, sizi rahatsız etmiyor mu? Anadolu’daki yerli haklardan vebalıymış gibi kendisini izole etmeye çalışan tarih tezi ve bu tezin ürünü olan patolojik ve habis davranışlar gösteren insanlar sizi rahatsız etmiyor mu? Ülkenizdeki tarihi eserlere ve arkeolojik kalıntılara “başkalarının tarihi” olarak bakmanız, kendinizi rahatsız etmiyor mu? Hiçbir milletin kendi coğrafyasındaki tarihten bu denli yabancılaşmamış olması sizi rahatsız etmiyor mu?
Bunlar sizi rahatsız etmediği sürece sizin kim olduğunuza başkaları karar vermeye devam edecek! Siz o sandığınız kişi olmasanız da, bunu asla bilemeyeceksiniz. Ve kendi yurdunuzda başka bir yerlere ait olduğunuzu düşünecek, atalarınıza da öz topraklarınıza da reddi miras edeceksiniz.