YORUM | ERHAN BAŞYURT
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bir televizyon kanalında konuşuyor.
Güç sarhoşluğu içinde tarihin en büyük hukuk cinayetini itiraf ediyor.
Soylu, Anayasa Mahkemesi’nin haklarında beraat kararı olan KHK mağdurlarının işe iade edilmeleri gerektiğine yönelik kararı için diyor ki;
‘’Kimse kusura bakmasın ben Anayasa Mahkemesi gibi bakmıyorum olaya.
500 bini aşkın insanı adaletin ve mahkemenin karşısına çıkardık.
Elbette ki güvenmeyeceğim.
Herkes devletin içine girmek zorunda mı?..”
Bu iktidarın yeni bir yaklaşımı değil.
AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş da iki hafta önce internethaber sitesine verdiği röportajda, ‘’KHK’lı beraat etse de AKP için örgüt üyesi olarak kalmaya devam edecek…’’ demişti.
Kurtulmuş da Soylu gibi yasaları nasıl paspas ettiklerini itiraf ediyor;
“Bir insanın beraat etmesiyle örgüt üyeliği arasında birebir ilişki yoktur.
Bir insan beraat etmiş olabilir ama bu kişinin örgüt üyeliği isnadında kurtulduğu anlamına gelmez…”
Kurtulmuş söz konusu röportajda KHK ihraçlarına gerekçe olarak da şunu dile getirmişti:
“Eğer normal süreçlerle bunları atmaya kalksaydık 15 Temmuz’dan sonra bunları 2020 yılına kadar, 2030 yılına kadar devlet memurluğundan çıkaramazdık.
Devlet kendini korumak için böyle acil olağanüstü bir tedbir almıştır…”
***
Sadece iktidar kanadında değil muhalefet saflarında da bu düşünceleri paylaşanlar olduğu görülüyor.
CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in, KHK mağdurlarıyla yaptığı görüşmede dile getirdiği fikirlerin Soylu’dan geri kalır yanı yok.
‘’Cemaat bu ülkeye çok büyük kötülükler yaptı.
Atatürkçü subaylara iftira attı.
Dünya tarihinin en büyük ve tehlikeli örgütü…
Devletin bir arınmaya ihtiyacı var.
Cezaevindeki kadınlar, örgüt talimatıyla hamile kalıyorlar.
İnsanlar işkence var diyorlar, ancak soruyoruz, kimse, bana işkence yapıldı demiyor…”
İktidarın yaklaşımlarından ne farkı var?
Hamile kadınların ve yeni doğmuş bebeklerin hapse atılmasını onuyor.
Peşinen onları ‘terörist’ diye yaftalayıp ‘örgüt talimatıyla hamile kalıyorlar’ diyor.
İşkence yok diyor.
KHK’lıların ihracını ‘’devlette arınma’’ olarak gören bir zihniyet.
Sizce bu düşüncede biri siyasi iktidarda olsaydı, Soylu ve Kurtulmuş’tan farklı davranır mıydı?
***
Yandaş havuzundan Yeni Şafak Gazetesi, 30 Kasım’da şöyle bir habere imza attı:
‘’PKK destekçisi akademisyenleri aklayan Anayasa Mahkemesi (AYM), yine teröristleri sevindiren bir karara imza attı.
Adli sicil kaydı olmayan PKK’lı teröristler ve FETÖ’cülerin memur olmasını önleyen düzenleme, CHP’nin talebiyle AYM tarafından iptal edildi…’’
Nasıl? Adli sicil kaydı yoksa, hakkında somut bir delil bile yoksa, iktidarın keyfi olarak ihraç ettiği herkesin ‘terörist’ olarak muamelesi görmesini savunuyorlar.
İktidarın gizli ortağı Perinçek’in kanalından da bir haber verelim.
Haberin başlığı şöyle:
‘’AYM’den KHK kararı…
Adli sicili temiz terör örgütü üyeleri memur olabilecek…’’
Yeni Şafak ile Ulusal Kanal’ı aynı çizgide buluşturan ne olabilir? Kim olabilir?
Terör örgütleri üye alırken, ‘’adli sicili temiz’’ adamlar seçiyormuş (!)
Mahkemelerde bu iftira ispatlanamadığı için iade kararı çıkınca da, ‘’YASADIŞI FİŞLEMELER, YASA KARARLARINDAN ÜSTÜNDÜR…’’ diyerek uygulanmaması için çırpınıyorlar.
***
Kamudan keyfi tedbir amaçlı KHK ile atılan insan sayısı 150 binin üzerinde… Aileleriyle birlikte 600 bin…
Türkiye’de iş bulmaları engelleniyor, iş kurmaları engelleniyor.
Pasaportları da keyfi olarak iptal edilmiş yurt dışına çıkmaları da engelleniyor.
Açlığa ve yokluğa mahkum edilmiş durumdalar.
Aileri tarafından bile sosyal bir linç uygulanıyor…
İktidarı da muhalefeti de, yandaşı da solcusu da ‘ulusalcı’ ortak paydasında bu suçun işlenmesine destek oluyor.
***
Oysa KHK ile ihraçlar bir mahkeme kararına dayanmıyor.
Yasadışı fişlemeler ve ne amaçla yapıldığı bilinmeyen ihbarlara dayalı ‘olağanüstü tedbir amaçlı’ keyfi bir karar…
KHK ile ihraçlar, ‘’yasa ile 2030 yılına kadar yapılması mümkün olmayanı, bir gecede yapmaktır’’ yani HUKUK DARBESİDİR…
İktidar keyfi ihraçlarla hukuku çiğnemekle kalmadı, sonrasında da KHK’lılara itiraz yollarını kapattı.
Keyfi komisyon kararları ile hukukun yerine getirilmesini kasıtlı olarak geciktirdi.
Yurt içi hukuk sürecini kasıtlı uzatıp, AİHM’e gidilmesini ve ulus üstü bir yargı merciinden hukuki karar alınmasını engelledi.
Her şeye rağmen, bağımsız hareket edemeyen mahkemelerde beraat eden veya geri dönüş kararı alan KHK mağdurlarını, işe keyfi olarak almayarak yeni bir hukuk katliamı daha gerçekleştiriyor.
‘’Hukuku tanımıyoruz. AYM’yi takmıyoruz. Hesap vermiyoruz. Keyfi bir ayrımcılık ve nefret politikası uyguluyoruz. Bir kitleye yönelik sosyal bir soykırımı yürütüyoruz…’’ diyorlar.
***
Yasalar, vatandaşın can ve mal güvenliğini korumak ve devlete karşı yükümlülüklerini belirlemek için vardır.
Ancak çok daha önemlisi yasalar, devlet gücünü elinde bulunduran yöneticilerin gayrı meşru güç kullanmalarından bireyleri korumak için vardır. İktidara da, bireylere olduğu gibi yetkilerinin sınırlarını çizer.
Toplumsal barış, refah ve güvenlik bir ülkede, herkesin hukuk önünde eşit olduğu ve devleti yönetenlerin de hukukun üstünlüğüne riayet ettikleri zaman tesis edilebilir.
Devlet gücünü elinde bulunduran yöneticiler, yasalar ile çizilmiş sınırlarda icraatlarda bulunmak ve ihlal durumunda da hesap vermekle mesuldür.
Yasal sınırların ihlali halinde yöneticiler de suç işlemiş olurlar.
Mesela, kırmızı ışıkta geçen bir birey ceza öder. Bir insanın evini soyan birey, ceza alır. Bir kişinin canına kast etmek suçtur ve ceza alır. Vergi kaçıran şahış suç işlemiş olur….
Devleti yönetenler de aynı şekilde, bireylerin haklarını güce dayalı olarak keyfi ihlal edemezler.
Hukuk ile sınırlanmış ‘seçilmiş’ yöneticiler, masum bir vatandaşı kaçıramaz. İşkence yapamaz. İnfaz edemez. Kamu hizmetlerinden mahrum bırakamaz. Malına el koyamaz. Seyahat özgürlüğünü keyfi kısıtlayamaz…
Yaparsa, yöneticiler meşru bir gücü gayrı meşru amaçlar için kullanmış ve suç işlemiş olurlar. Hukuk önünde hesap vermek zorunda kalırlar.
***
İktidar, 15 Temmuz’dan bu yana bir sürü yasayı keyfi şekilde çiğnedi.
İnsan hakları ihlallerine imza attı.
Halen de güç sarhoşluğu içinde hukuk ihlallerine devam ediyor.
15 Temmuz sonrası yaşanan bir ‘HUKUK DARBESİ’dir…
Özel proje mahkemeler ve talimatla karar veren ‘atanmış’ hakimler eliyle, hukuk kılıfında siyasi irade ile hukuksuzluklar icra ediliyor.
Demokrasi ve hukuk adına felaket anlamına gelen bir ‘cunta’ girişimi veya ‘kontrollü darbe girişimi’ atlatılmış ancak yerine darbe dönemlerinden çok daha büyük insan hakları ihlallerine imza atılan ‘SİVİL DARBE’ ikame edilmiştir.
Askeri darbeciler, tüm dünyada hukuk ihlallerinin hesabını er ya da geç nasıl veriyorlarsa, sivil darbeciler de vermek zorunda kalacaktır.
Hukuksuzlukları ve altına imza attıkları suçlar, kara bir gölge gibi isteseler de istemeseler de peşlerini asla bırakmayacaktır.