Olağanüstü Hal’in (OHAL) uzatılması yine karambolde geçti. Böylesine önemli bir oylama parlamentoda neredeyse rutin bir işlem muamelesi gördü. HDP’li Ayhan Bilgen’in gündeme taşıdığı usulsüzlük de olmasa neredeyse hiç tartışılmayacaktı. Hâlbuki başta bıçak sırtındaki ekonomi olmak üzere hayatın her alanını tehdit eden uygulamadan söz ediyoruz. İhtiyacı olan dış finansmanı bulmakta zaten zorlanan ekonomi, uzatılan OHAL’de iyice patinaja düşecek.
Ekonominin durumu ortada ama daha önemli bir yansıması var OHAL’in: Devlet yeniden şekillenirken özgür tartışma süreçlerinden yoksunuz. 1923’te kurulup 1950’de çok partili hayata geçişle son şeklini alan siyasal yapımız köklü değişikliklere uğruyor. Ve bu dönüşüm OHAL’de gerçekleşiyor. Herkes bu şartlarda referanduma gidilirse oluşacak imajı konuşuyor. Oysa imajın ötesinde riskler var. Devlet aygıtının yapısını kökten değiştirecek düzenleme, sosyal muhalefetin baskılandığı, eleştirel medyanın tamamen susturulduğu bir ortamda yasalaşıyor.
Müzakere edilmeden kaşla göz arasında geçirilmenin ötesinde bir durum söz konusu uzatma kararında. Toplanmamış MGK tavsiye kararı ve yapılmamış Bakanlar Kurulu toplantısı ile teskere Meclis’e geldi. Devlet geleneğinde örneği olmayan ucube durumunun usulsüzlük dışında anlamları da var. Devletteki bütün kaleleri tek tek düşüren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan son hamlelerini yapıyor.
MGK, Erdoğan’ın ihtiyaç halinde konuşmalarına meze yaptığı bir malzeme konumunda. Ahmet Davutoğlu-Binali Yıldırım değişikliğinden sonra Saray’ın özel kalem müdürleri kadar bile etkinliği kalmayan Kabine, bu vesileyle tamamen sıfırlandı. Bir Bakanlar Kurulu düşünün ki en ağır terör saldırılarını hemen peşine toplanıyor ve OHAL’i görüşmüyor.
Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, rutin basın toplantısında, konunun gündeme gelmediğini belki haftaya görüşebileceklerini açıkladı. Birkaç saat sonra bakanların imzaladığı teskere Meclis’e geldi. Terör ve ona çözüm olarak sunulan bir düzenlemeyi konuşmadılarsa niye toplandılar? Toplantıda konuşulmayan teskereyi niye imzaladılar?
‘SIFIRLAMA USTASI’ ERDOĞAN
Erdoğan ‘sıfırlama’ işleminin artık ustası oldu. Kişileri ve kurumları acımasız ve onur kırıcı operasyonlarla yok ediyor. Bülent Arınç’ı kamuoyu önünde birkaç defa küçük düşürdü. Arınç “Ben herhangi bir insan değilim, özgül ağırlığım var” dediğinde iş işten geçmişti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de hem bizzat hem de danışmanlar üzerinden diskur çekilenlerdendi. Gezi olayları sırasında uzlaşmacı bir tavır takınınca “Ben hiçbir mesaj almadım, ayrıca devlette çift başlılık olmaz” fırçası yiyip sessizce kenara çekildi. Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ile yaşanan tartışmadaki edilgen tavrı son nokta oldu. Zamanla etkisiz eleman haline dönüştü. Kamuoyu önünde eleştirdiği şeyleri imzalamak zorunda kaldı.
Davutoğlu’nu tahkir ederek görevden alırken ardından gelene de gözdağı verdi, Erdoğan. Yetmedi en yakın adamına ‘profili düşük Başbakan’ tarifi yaptırdı. Binali Yıldırım’ın zaten fazla bir iddiası yoktu. OHAL uzatılırken tercih edilen yol, son itibar kırıntılarını da süpürdü.
TBMM KADER DENK ÇİZGİSİNDE
Erdoğan’a fabrikasyon üretim yapan bir taşerona dönüşen Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarihinin en önemli kararlarından birini almak üzere. En zayıf gibi görünen parlamento aslında en büyük gücü içinde saklıyor. Erdoğan’ın uğruna her şeyi göze aldığı dönüşümün düğmesi vekillerin elinde.
Şu anda en güçlü kişiler AKP milletvekilleri, en azından köprüyü geçene kadar Erdoğan’ın onlara ihtiyacı var. 120’ye yakın vekilin ByLock kaydı olduğu ileri sürülüyor. Köprüyü geçtikten sonra yeni Meclis’te sandalye bulamayacaklar. Tıpkı ikinci meclisteki gibi. Birçoğu ByLock’tan ya da başka gerekçelerle soruşturma havuzuna atılacak.
“Şimdi Erdoğan’ın istediğini yaparsak kurtuluruz” yaklaşımının doğru olmadığının onlarca örneği var. En yakın örnek, Aydın Doğan’ın durumu ortada. Etrafındaki çember giderek daralıyor. Abdullah Gül’ün bile tutuklanmaktan korktuğu bir ortamda kimse güvende değil.
Erdoğan istediğini alıp tek adamlığını hukuki güvenceye kavuşturduktan sonra parti ve parlamentoda tam temizlik yapacak. Bunu mevcutlara güvenmediği için değil, gelenlerin mutlak itaatini sağlamak adına yapacak. Dikta rejimleri belli periyotlarda infazlarla korku barometresini hep yukarda tutar. Erdoğan krallığını ilan etse, yine de hain arayışı ve infazları bitmeyecek. İnfazdan kurtulmanın yolu her istediğini vermek değil.
Mevcut vekillerin bireysel kariyerlerinin ötesinde Parlamento’nun kurumsal yapısı da ağır tehdit altında. İster parlamenter sistem, isterse başkanlık düzeninde yasama organının olamazsa olmaz yetkileri tek adama devrediliyor. Kanun çıkarma yetkisi başkanın tek başına kullandığı bir güç haline geliyor. Yasama yetkisinin, temsilin iktidarla sınırlı olmadığı Meclis’te bulunmasının gerekliliğini anlatmak zorunda kalmak bile yeterince vahim. Bunun Erdoğan gibi yetkilerini hoyratça kullanan birinin elinde olması ise vahimin ötesinde.
Eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Anayasa Mahkemesine Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özak’ı atadığında eleştirilmiş ve Özak da affını istemişti. Rahmetli Özak’ın suçu CHP üyesi olmaktı. Erdoğan’ın HSYK, AYM ve diğer yerlere yaptığı atamalardaki parti ağırlığı ve özel danışman furyası düşünülürse ne dediğim anlaşılır.
Yürütmeyi denetleme araçları olan güven oylaması ve gensoru imkânı Meclis’in elinden alınıyor. Yürütme organının suç işlemesi halinde yargısal denetimi imkânsız denecek kadar zorlaşıyor. Meclis aşaması geçilse bile Erdoğan’ın tek başına atadığı üyeler yargılamayı yapacak! Erdoğan’a Meclis’i fesih yetkisi vermek işin en uç noktası. Bunun altında yatan tuzaklardan biri de erken seçime giderek üçüncü kez seçilmeyi sağlamak.
CHP NE YAPMALI?
HDP’li vekillerin genel başkanlarla birlikte hapse atılması ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Saray’a taşınmasından sonra CHP fiilen tek muhalefet olarak kaldı. Bazı milletvekillerinin bireysel çırpınışları haricinde orada da dişe dokunur bir muhalefet çıkmıyor. Darbe komisyonunda sonuna kadar oturarak, Erdoğan’ın oyununa alet oldular. Bir anlamda figüranlık yaptılar.
Anayasa Komisyonu’nda teklifin geneli üzerinde gösterdikleri direnç takdire şayandı. Ancak AKP’lilerin buldozer gibi geçeceği anlaşıldıktan sonra orada kalmaları hataydı. Çekilip AKP’yi tek başına anayasa yapar pozisyonuna düşürmeliydiler. MHP’nin desteği de daha mahcup hale gelirdi.
Aynı senaryo genel kurulda tekrarlanacak. Tümü üzerine görüşmelerde sesini duyurmaya çalışıp oylamanın sonucuna göre tavır alınmalı. 330 bulunamazsa zaten sorun yok. Ancak AKP-MHP bloku bu sayıyı rahat geçerse görüşmelerden çekilmek en iyisi. Aksi halde defalarca yaşandığı üzere CHP’nin ‘izin vermeyeceğiz’ dediği bir şey daha gerçekleşmiş olacak.
Ama bu kez, sadece rejimin değil parlamento ve CHP’nin de ölüm ilanı olacak. Hele referandumdan çekilmemek affedilmez hata olur. Ele geçirilmiş medya düzeninde seslerini duyulamayacaklar, Cihan Haber Ajansı’na el konulduğu için sandıkların sivil denetimi imkânsız. Seçimi denetleyecek seçim kurullarının ne olduğunu anlatmaya gerek var mı?
Yine ülke sathına yayılsınlar ama niye boykot ettiklerini anlatıp, katılım oranını düşürmeye çalışsınlar. Referandum sandığı ortaya konduğunda Erdoğan ne yapar eder kazanır. Son yerel seçimlerdeki Ankara örneği CHP’ye ders olmalı.