CHP PM Üyesi Müslüm Sarı, AKP rejiminin ekonomi politikalarını eleştirdi. Türkiye’de fiyat algısının bozulduğunu, neyin ucuz neyin pahalı olduğunu kimsenin bilmediğini hatırlatan Sarı, TÜİK’in enflasyon ölçümünün de hatalı olduğunu anlattı. “Türkiye’de bugün en büyük sorunlardan biri enflasyonun doğru ölçülememesi.” diyen Sarı, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajında, döviz girişinin sebebinin ise ‘yatırım’ değil, yüksek faiz olduğunu anlattı. Sarı,“Yüksek faiz nedeniyle Türkiye’ye çok ciddi bir kaynak/döviz girişi var. Yabancı sermaye şöyle düşünüyor; “Türkiye’de 2-3 yılı öngörebiliyoruz ama yatırım yapmaya, fabrika kurmaya gerek yok. Zaten hukuk da yok, ne olacağı belli değil. Kısa vadede vurup çıkalım.” Çıkınca her şey tersine dönecek. Döviz yine fırlayacak. Enflasyon tetiklenecek.” ifadelerini kullandı.
Müslüm Sarı, iktidarın ‘oyun planını’ ise şöyle anlattı: “Faizi yükseltelim, Türkiye’ye çok hızlı bir kaynak gelişi olsun. Böylece Türk lirasına dönüşü ve yurt dışından para girişi sağlamaya çalışıyorlar. Bu kadar yüksek reel faiz verince yabancı geliyor. Bunlar sıcak para. Amaçları bu zaten. (AKP) 2 yıl kemer sıkma politikası uygulayacak. Üçüncü yıl gelir arttıracak. Emekli, memur maaşlarını, asgari ücreti enflasyonun çok üzerinde çok arttıracak ve seçime gidecek. Hükümetin yol haritası bu. Böylelikle 2 yıl götüreceklerini düşünüyorlar. Özetle 2025 ve 2026’da kemer sıkma politikası. 2027’de başında bir gevşeme ve sonunda erken seçim. AKP’nin oyun planı bu.”
– “Ekonomide en kötüsü bitti” deniyor. Bitti mi sizce?
Enflasyon zirve yaptı. Baz etkisine ulaştı. Bundan sonra baz etkisi ters çalışacağı için enflasyonda aşağıya doğru hafif bir ivme olacak. Ayrıca yüksek faiz nedeniyle Türkiye’ye çok ciddi bir kaynak, döviz girişi var. Seçimden önce MB rezervleri tükenmişti, Türkiye, çok ciddi bir kur sıkıntısıyla karşı karşıya kalmıştı. Şimdi bunun da yüksek faizle beraber kısmi olarak ortadan kalktığını düşünen ekonomi çevreleri “En kötüsü geride kaldı” diyor.
– Peki halk açısından da öyle mi?
Satın alma gücünün ne kadar doğru ölçüldüğü bir tartışma. TÜİK enflasyonu yüzde 75 ama başka kurumlar bunu çok daha üst hesaplıyor. Bir de herkesin enflasyonu kendine. Enflasyonda bir eşik var. O eşit aşıldıktan sonra enflasyon doğru ölçülemez. Çünkü fiyat davranışları, algıları bozulur. Mesela markete gidiyorsunuz. “Bin lira” diyor. “Beş yüz lira” da dese pahalı mı değil mi, bilmiyorsunuz. İnsanlarda fiyatlandırma konusunda bir “sürü psikolojisi” oluşuyor. Öyle olunca enflasyon doğru ölçülemez. Türkiye’de bugün en büyük sorunlardan biri enflasyonun doğru ölçülememesi.
– Peki bağımsız kuruluşların ölçümleri için ne dersiniz?
Ben bağımsız kuruluşların enflasyon rakamlarının da ne kadar doğru ölçüldüğüne ilişkin kaygılıyım.
Türkiye’de herkesin gelir skalasında bulunduğu yere göre kendi enflasyonu var. Örneğin; maaşınız asgari ücretse; gıda ürünlerinin sizin sepetinizin içindeki payı yüksek oluyor. Ama iyi gelir grubundaysanız; gıda ürünlerinin payı azalıyor. Şimdi gıda ürünleri daha fazla artıyorsa asgari ücretle geçinen bir insanın enflasyonu Koç’un, Sabancı’nın enflasyonundan çok daha fazla. O nedenle genel enflasyon üzerinden fiyat ayarlamalarını doğru bulmuyorum.
– Birden fazla enflasyon hesaplaması yapmak mı gerekir?
İnsanların gelir skalasındaki yerine göre farklı hesaplama yapılmalı. Bu olmadığı sürece adalet olmaz. Bir de şu önemli: Diyelim ki fiyatları doğru ölçtünüz, enflasyon gerçekten yüzde 75 ve siz de insanlara yüzde 75 zam yaptınız. Ama ekonomi aynı dönemde bir de reel büyüyor. Diyelim yüzde 5 büyüdü. Şimdi insanlara enflasyon kadar maaş zammı yapsan bile o reel yüzde 5 büyümeden pay vermemiş oluyorsun. Onun gerçek durumunu koruyabilmek için enflasyonun da üstünde fiyat ayarlaması yapmak gerekir. O nedenle Türkiye’de enflasyon düşüşe geçse bile önümüzdeki dönem resmi rakamlara göre insanların yine de bunu hissedeceği bir konjonktür oluşmayacak.
– Asgari ücrete yapılacak zam enflasyonu artırır mı?
Asgari ücret elbette bir talep unsurudur. Plan Bütçe Komisyonu’nda bu soru, MB Başkanına soruldu. O da “Elbette gelir seviyesi talebin bir unsurudur, fiyatları etkiler. Ama birincil olarak etkileyen bir unsur değildir” dedi. Yani yapılabilir. İnsanların gelir artışları talep yaratır ama Türkiye’deki enflasyonun birincil nedeni gelir artışları değil.
– Nedir birincil neden?
Türkiye’deki enflasyonun birincil nedeni yanlış politikaydı. Erdoğan’ın faiz ve enflasyonla ilgili üniversite birinci sınıfta öğretilen iktisat teorisini bile yadsıyan yaklaşımıydı. Biz onun enflasyonunu yaşıyoruz. Dolayısıyla insanların taleplerini, yani maaşlarını arttırdığınızda bir talep baskısı yaratarak enflasyon oluşmaz.
– Yani ücretlerde artış yapılabilir ve bu enflasyonu etkilemez…
“Hiç etkilemez” demiyorum. Kısmi etkiler. İnsanlar aç mı, aç. Böyle bir durumda enflasyonu çok etkilese ne olur? Dolayısıyla bu bir zorunluluk.
– Emeklilere 1 Temmuz’da yapılacak zammın etkisi ne olur?
Şu çok önemli: Bunlar kök ücretleri arttırmayı düşünmüyorlar. Şimdi yüzde 25 zam yapacaklar. Maaş 7 bin lira. Yüzde 25 zam yaptığında 9 bin liraya geliyor ve diyor ki “10 bin lira vermeye devam edeceğim. Sana Hazine’den verdiğim 3 bin lira yerine bin lira vereceğim”. Yani 8 bin liranın altında kök ücreti olan emeklinin maaşı 1 Temmuz’da hiç artmayacak. 10 bin ile devam edecek. 9 bin liraysa maaşı 11 bin olacak. Yani yıl sonuna kadar 10 bin lira maaş almaya devam edecek emekliler olacak. Müthiş bir sıkma politikası bu.
– Hükümetin stratejisi nedir sizce?
Faizi yükseltelim, Türkiye’ye çok hızlı bir kaynak gelişi olsun. Böylece Türk lirasına dönüşü ve yurt dışından para girişi sağlamaya çalışıyorlar. Problem dövizle ilgili. Döviz eksik. Bu, hem enflasyonu hem de uluslararası ödemeleri etkiliyor. Şöyle düşünün; yüzde 52-53 faizle bir yıllık vadeli mevduat yaptın. Onun faizini şimdi değil, bir yıl sonra alıyorsun. Bir yıl sonra yüzde 52 para kazanıyorsun. Bir yıl sonra enflasyon ne olacak? Resmi beklentiye baktığın zaman 35 diyor. Aradaki fark 20 puan reel faiz. Bu kadar yüksek reel faiz verince yabancı geliyor.
– Halka ne faydası var?
Bunlar sıcak para. Amaçları bu zaten. “Ekonomiye sıcak parayla bir giriş sağlarım. Bunu bir 1-2 yıl sürdürürüm. 1-2 yılın sonunda, bu para bolluğuyla kısmi bir iyileşme yaratırım. Sonra insanlara yüksek maaşlar veririm”. Yani; 2 yıl kemer sıkma politikası uygulayacak. Üçüncü yıl gelir arttıracak. Emekli, memur maaşlarını, asgari ücreti enflasyonun çok üzerinde çok arttıracak ve seçime gidecek. Hükümetin yol haritası bu. Bu arada Batı’ya her türlü tavizi vermeye hazır.
– Nasıl tavizlerden söz ediyorsunuz?
Hem Ukrayna meselesinde hem belki olası bir İran operasyonunda Batı ittifakının içinde yer almaya hazır bir Türkiye. Öte yandan kendilerine göre normalleşme sürecini başlatmak ve toplumsal muhalefet oluşmasını engellemek. Böylelikle 2 yıl götüreceklerini düşünüyorlar. Özetle 2025 ve 2026’da kemer sıkma politikası. 2027’de başında bir gevşeme ve sonunda erken seçim. AKP’nin oyun planı bu.
– Peki sonra?
Bu bizi bir yere götürmez, yapısal sorunlarınızı çözmez. Yoksulluğa, işsizliğe, cari açığa, dengeli bir vergi sistemi ve sosyal güvenlik sorununa çözüm olmaz. Bu 1-2 yıl uygulanır. Bazen uygulanması da gerekir. Ben bunlara karşı değilim. Ama bir de onun orta vadeli bir planı olur. Yani bunu yaparsın yangını söndürürsün. Ondan sonra bir yapısal çerçeve ülkenin önüne getirilemezse bütün bu problemleri merkezine alan bir ekonomi model uygulanamazsa sonra yeniden aynı noktaya dönersiniz.
– Böyle bir durum daha önce yaşandı mı?
Bunu 2002’de yaşadık. 2002’de IMF destekli program uygulandı. 2005’te bunun sonuçları alındı. Sonra bu programı AKP, 2010’a kadar devam ettirdi ve bir fırsat oluştu. 2002’den 2012’ye, 10 yıl boyunca dünyada ucuz para vardı. Ama zaman kaybettik. Türkiye yapısal sorunları merkeze alan programları üretemedi. Sıcak para geldi. Gelince büyüdük. Çıkınca da krize girdik. Şimdi aynı döngünün içindeyiz.
– Sıcak para gittiğinde tekrar başa mı döneceğiz?
Yabancı sermaye şöyle düşünüyor; “Türkiye’de 2-3 yılı öngörebiliyoruz ama yatırım yapmaya, fabrika kurmaya gerek yok. Zaten hukuk da yok, ne olacağı belli değil. Kısa vadede vurup çıkalım.”. Çıkınca her şey tersine dönecek. Döviz yine fırlayacak. Enflasyon tetiklenecek. Yeniden enflasyon sarmalının içine gireceğiz. Büyümeler düşecek, işsizlik artacak. Şimdi hükümetin tek derdi şu: Bu kötü senaryoyu genel seçimlerin sonrasında yaşayalım. Seçimden sonra patlarsa patlasın. Bunların tek derdi bu üç yılı atlatmak.
– Halk bu senaryoya ne kadar dayanır?
İktidar diyor ki, “Vatandaş 2 yıl bedel ödesin. 2027’de o günkü enflasyonun çok çok üstünde zam yaparım. Unuttururum. Öyle seçime giderim”. Hesap edemediği şey şu: 2 yıl sıkacak ama bunu sürdürebilecek mi? Çünkü tenceredeki buhar basınç yaratıyor. İnsanlar 2 yıl sessiz kalacak mı, 2 yıl hiç itiraz etmeyecek mi? Bu toplumsal bir gerilim yaratacak mı? Bunlar tehlikeli işler.
– Muhalefetin oyun planı ne olmalı?
Bu zeminde muhalefet toplumsal muhalefetin öncüsü olmalı. Normalleşmeyi tercih ediyoruz çünkü anormal bir durum olduğunu düşünüyoruz. Ama bu normalleşme ve diyalog süreci toplumsal muhalefetin öncüsü olma ısrarımızı ortadan kaldırmamalı.
– 2027’den önce seçim ihtimali var mı?
Bu durum iktisadi gelişmelerle çok ilgili. Mesela bu kaynak girişi, sıcak para girişi sürdürülebilir olacak mı? Kemer sıkma politikasında toplumsal itiraz güçlenecek mi? Bu bir erken seçim talebine dönüşecek mi? Muhalefet bu talebi iyi örgütleyebilecek mi? Burada bir sürü parametre var. Diğer yandan Türkiye’de siyaseten de bir takım gelişmeler olabilir. Cumhur İttifakı’nın ortakları arasındaki ahengin bozulduğunu görüyoruz. Dolayısıyla küçük ortak her an su koyabilir her an “Buyrun erken seçime” diyebilir.
– Devlet Bahçeli’nin erken seçim çağrısı yapması ne değiştirir?
Sayısal bakmamak gerek. Çünkü Bahçeli’nin sayısaldan fazla özgül ağırlığı var. Türkiye’deki bütün erken seçim süreçlerini Bahçeli’nin belirlediği düşünülürse bu durum biraz daha netleşir. Dolayısıyla Bahçeli’nin bir erken seçim çağrısı yapmasının Türkiye’de erken seçime giden süreci tetikleyeceğini düşürüyorum.
Ha AKP ha CHP yok birbirlerinden farkları.