YORUM | Prof. Dr. MUHİTTİN AKGÜL
Şeytan, insanın kadim bir düşmanıdır. Yüce Rabbimiz, bu görünmez varlığın niteliklerini öylesine detaylı bir şekilde haber vermiştir ki, Kur’ân’daki bu anlatımları bir araya getirdiğimizde, oldukça net bir şeytan portresi çıkmaktadır. Peki kimdir bu şeytan? İşte şeytanın Kur’ân’daki bazı nitelikleri şunlardır:
Melekler seviyesinde cinlerden abid, zahit bir kul iken Allah’ın halife olarak yarattığı Âdem’e secde emrini kibir ve hasedinden yapmayıp şeytanlaşan bir iblis; şeytanlaşmasına Âdem’i sebep gördüğü için, Âdem babamızla Havva annemizi söylediği yalanla ayağını kaydırdığı gibi, onun evlatlarının da ayaklarını kaydırmaya yemin etmiş azgın ve inatçı bir hasım; insanları fakirlikle korkutan bir sahtekâr; dostlarına ve sözünün geçtiklerine zaman zaman korkular salan iki yüzlü bir münafık; insanları sapıklığa düşürmek için sürekli büyük çaba harcayan bir yalancı; akla hayale gelmedik vaadler ve kuruntularla arkasından gidenleri oyalayan bir tezvirci; insanların arasına düşmanlık, kin ve nefret tohumları salan bir bozguncu; Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoyan bir müfsid; her zaman şerre yönlendirmek için vesvese veren bir vesvas ve hannas; kötülükleri cazip ambalajlarla sunarak, olduğundan da güzel ve süslü gösteren sahte bir gözbağcı; insan için apaçık düşmanlık besleyen, hangi yönden geleceği belli olmayan yaman bir hasım; Rabbimizi unutturmak için bütün yollara başvuran hâsid bir gâfil; Yüce yaratıcıya karşı büyük bir küstahlık içerisinde bulunan mütekebbir bir âsi; insanı uçuruma sürükleyip sonra da yüzüstü ve yalnız bırakan bir vefasız; insanın kötü işlerini süslü gösteren ve yoldan çıkaran bir sapık; meşru olmayan ve mü’minleri üzen kulis faaliyetlerini taraftarlarına ve emrine aldıklarına telkin eden bâtıl bir önder; emrine aldıklarına hak yolun temsilcileriyle mücadele etmeleri için telkinlerde bulunan intikamcı bir müfsid; arkasına takılanları oynatıp duran, infak karşısında fakirlikle korkutan, cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eden apaçık bir düşman; insanın maddi-manevi bütün yollarının üstüne oturarak, selamet olan sağ yolu değil de cehennem ve dalâlet olan sol yolu gösteren bir yol kesici, pusuya yatarak insanın zayıf tarafını bulur bulmaz üzerine atlayan insafsız, zalim bir avcı ve sürekli insana iç fısıltı ve dürtüler halinde kötülükleri, ahlaksızlıkları, ümit kırıcı şeyleri fısıldayıp duran bir üfürükçüdür.
Yukarıda niteliklerinin sadece bir kısmına işaret edilen şeytan, bâtıl davasında sadakatle devam eder ve sürekli olarak da büyük bir gayretle çabalar durur. Cenab-ı Hakk onun bu gayreti ve tehlikesi karşısında ise insanları uyarır ve “Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helâl şeylerden yiyin, şeytana ayak uydurmayın. Zira o sizin için apaçık bir düşmandır. O size ancak kötülüğü, fuhşiyatı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeyi emreder.” (Bakara Sûresi 168-169) beyanlarıyla nasihatte bulunur.
Evet şeytan, insandan dolayı, daha doğrusu insana bahşedilen şereften dolayı kıskançlık krizine girmiş ve bir daha da bu ağır kriz halinden kurtulamamıştır. Hem kendisi düşmüş, hem de buna sebep olarak kendisini göreceğine, daha da azgınlaşmış ve atf-ı cürümde bulunarak insanı düşman olarak hedefine koymuştur. Bu hedefini ise Cenab-ı Hakk şöyle haber vermektedir:
“Öyle ise beni azdırmana karşılık and içerim ki, ben de onları saptırmak için, Senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen onların çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın.” (A’râf Sûresi 16-17).
Allah Resûlü (s.a.s.) de, şeytana ait pekçok hususiyeti ümmetine haber vermiş ve ona karşı ümmetini uyarmıştır. Bu uyarılardan birisinde şöyle buyurmaktadır:
“Şeytan, âdemoğlu için İslâm yolu üzerinde oturur ve: “Babalarının dinini terk mi edeceksin?” der. O da şeytana isyan edip müslüman olur. Sonra hicret yolu üzerine oturur ve “Yerini yurdunu terk edersen garip kalırsın!” der. Mü’min yine onu dinlemez ve hicret eder. Sonra cihad yolu üzerinde durur, cihada çıkan mü’mine “Savaşa gidersen öldürülürsün, malın taksim edilir, hanımınla başkası evlenir!” der. O, bu son engeli de aşar ve yoluna devam eder.” (Nesâî, Ahmed b. Hanbel)
Yukarıda kısmen özelliklerine dikkat çekilen şeytan, Ramazan Ayı geldiğinde zayıflar; güç kaybına uğrar; attığı zehirli oklar hedefine ulaşamaz olur ve insana karşı eli-kolu bağlı hale gelir. Aslında şeytanın bu hale düşmesi, hedef kitlesinin güçlenmesinden kaynaklanır. Oruç ibadetiyle nefsini gemleyen, bedeninin arzu ve isteklerine karşı hayır diyen oruçlu mü’min, ruhunu güçlendirmiş, vesveselerin geleceği kapıları kapamış, böylelikle kendisini, sıkıca korunan bir zırha büründürmüş olur. İşte böylesine muhkem ve çelikten bir zırh olan oruç ibadeti sayesinde mü’min, şeytan tarafından gelen oklardan herhangi bir zarar görmeyerek, kendisini garantiye almış olur.
Nitekim Resûlullah (s.a.s.) Ramazan-ı Şerif girdiğinde, sema veya Cennet kapılarının sonuna kadar açıldığını, Cehennem kapılarının kapandığını, şeytanların rütbe açısından büyüklerinin de zincirlere vurulduğunu müjdelemiştir.
Ramazan Ayı’nda mü’minlere genel anlamda göz atıldığında, bu durum açıkça görülür. Zira insan diğer zamanlarda yapmadığı veya yapamadığı pekçok davranıştan bu mevsimlerde uzak durur; kendisine daha bir dikkat eder. Hiç kimse kendisini görmediği halde, tek başına ıssız bir yerde de olsa, elini ne suya, ne canının çektiği herhangi bir yiyeceğe uzatır. Yemez, içmez, her türlü haramdan sakınmaya âzâmi dikkat eder.
Mü’min, oruçla beraber bu Ay’a mahsus teravih namazını da kılar; aynı zamanda bir Kur’ân ayı olan bu zaman dilimlerini Kur’an’la bereketlendirir ve süsler, okur, anlamaya ve yaşamaya çalışır; zekât ve sadaka-i fıtırla cömertliğin zirvesine ulaşır; imkanlar ölçüsünde i’tikaf yapar ve bütün bunları Kadir Gecesi’yle de taçlandırırsa, artık şeytanın etki alanından tamamen uzaklaşmış olur.
Mü’min, oruç ibadetini daha üst bir seviyede gerçekleştirdiğinde, yani midesine ilave olarak eline, diline, göz ve kulaklarına da oruç tutturduğunda, şeytanlarının el ve ayaklarına artık tamamen açılmaz kelepçeler vurmuş olur. Orucun en üst derecesi olan havassu’l havas denilen oruç şeklini, yani hayallerine ve duygularına da orucu tutturduğunda ise, şeytanın bütün bütün yollarını kapatmış olur. Artık şeytan, böylesine oruçlu bir mü’minden ümidini kesmiş ve eli kolu tamamen bağlanmış bir kadavraya dönüşür. Bundan sonra da artık ne vesvesesi, ne kulis faaliyeti, ne de insanın damarlarındaki vizesiz dolaşımı, faaliyette kalır. Zifiri karanlıktaki bir mekânın, yüksek voltajlı bir lambayla aydınlanmasında, her şeyin açık seçik ortaya çıktığı gibi, mü’min de artık böylesine mükemmel bir oruç sayesinde aydınlanmış ve çevresi tamamen nurlanmış böylesi bir aydınlıkla gözleri sonuna kadar inkişaf etmiş ve şeytana ait bütün okları da artık geçersiz bir hale getirmiş olur. Bu haliyle oruçlu mü’min, adeta bir melek keyfiyetine bürünmüş, günahlara kapısını kapatmış ve şeytanın da hiç değilse oruçlu olduğu zaman süresince, kendisinden ümit kestiği bir hal kazanmış olur.
Yüce Rabbim bizleri, bu şekliyle bir oruç tutarak, ruhunun ufkunu yakalayan gerçek mü’minlerden kılsın.