Yorum | Naci Karadağ
Zrrrrr….
(telefon çalıyor)
…
-Alo…
-Haşmet Bey o şey n’oldu?
-Ney?
-Şey işte..
-Hangi şey?
-Ya hani şey etmek için şey edecektiniz ya, şeye biraz ekstra şey ekleyip şeylerin şeyini de ayarlamak için.
-ihaleye fiyat eklemesi yapıp bürokratlara yüzde verilmesinden mi bahsediyorsun?
-Şşşşş… çok şey yapma anla işte.
…
Metin Akpınar Zeki Alasya ile birlikte yaptığı Yasaklar kabaresinde “Şey” için şöyle bir tanım kullanır: “Tek başına bir anlam ifade etmeyen ama cümle içinde her anlama gelebilen tek kelime!”
Merhum şair Necip Fazıl bir şiirinde ise şöyle der:
“Bir şey koptu içimden,
şey, her şeyi tutan bir şey…”
Yaşadığımız günler bir gerçeği daha hatırlatıyor bize.
Bir ülkede “Şey” kelimesi resmi dile ne kadar yerleşmişse, yozlaşma o kadar büyümüş demektir.
Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin; hayatımda beni en etkileyen yazılardan biridir Hidayet Şefkatli Tuksal Hanım’ın “‘Şey’ edebiyatının sahiciliğe delâleti” başlıklı yazısı. Gerçi yazıdaki tahminlerin neredeyse tamamının boşa düşmesi bir yana Hidayet Hanım’ın nasıl bir savrulma yaşadığını maalesef yaşayarak görmek de ayrı bir trajedi olarak kaldı yanımıza ama yine de vaktiyle bile olsa keskin bir vicdani bakış ve onurlu bir duruş olarak hatıralarımızda yer alacak Hidayet Hanım.
O yazıda çok enteresan bir noktayı şahane yakalamıştı sevgili Tuksal; her yerde gümbür gümbür gürleyen Erdoğan’ın yolsuzluk konuşması yaparken “pıs”ması ve cümlesinin her yerine “şey” kelimesi ekleştirmesi.
Ondan sonra yaşananlar gösterdi ki “Şey” aslında bir ahlaksızlığın, utanmazlığın, yenilmişliğin ifade haliydi. Şu kısım hidayet Hanım’ın yazısından:
“Bir şeyin ihtimal dahilinde olduğunu bilmek ile, kuvveden fiile çıkışına şahit olmak arasında duygusal açıdan gerçekten fark var. Hükümetin bazı üyelerinin bir takım yolsuzluklara bulaşmış olabileceği ihtimalini kabullensem bile, bant kayıtlarında dinlediğimiz türden bir rezaleti ne “Allah’tan korktuğunu” iddia eden bir başbakana, ne de onun “dindar” ailesine hiçbir şekilde konduramazdım. Ama ne yazık ki, şu andan itibaren benim için söz bitmiştir! 10 yılda ortaya çıkan fark adına arkasında durmaya devam edeceğim bir AK Parti artık yoktur; bu pislikleri nasıl temizleyeceğini bilemediğim, hem kızıp hem acıdığım ve maalesef artık yolun sonuna gelmiş olduklarını düşündüğüm siyasetçiler vardır… Erdoğan ne kadar sevilirse sevilsin, “paralel yapı” diye ne kadar bağırırsa bağırsın, sırtında bu “şey”lerin yüküyle yola devam etmesi imkânsız görünmektedir.”
Esas tespit gibi tespit ise sonra geliyordu:
“Sahi, daha önceki kayıtlarda da, bu son kayıtlarda da, telaffuz edilmek istenmeyen kelimelerin bolluğu yüzünden ortaya bir “şey” edebiyatı çıkmaktadır ki, bu “şeyler” konuşmaların sahiciliğine olan delâleti kuvvetlendirmektedir. Geldiğimiz nokta benim gibi insanlar için bir “hüsran” noktasıdır. Kıymet verdiğimiz bütün referansların işlevsizleştiği, emniyetimizin suistimâl edildiği, bütün önemli kavramların içinin boşaltıldığı, her şeyin tepe taklak olduğu bir “ân”dır yaşadığımız. Sahneye baktığımızda oyun hâlâ sürüyor, bütün aktörler rollerini oynamaya devam ediyor görünüyorlar ama bence bu aldatıcı bir görüntü… İktidar, belki de ellerine aldıklarına bin pişman oldukları bir ateş topu şu anda… Elleri kavrulsa da bırakamayacakları bir ateş topu…”
Dediğim gibi yazının tamamı muhteşem ve berrak bir duruştu aslında sonradan Hidayet Hanım’a ne oldu bilemiyorum ve aslında ilgilenmiyorum da… Fakat bu noktadan klasik iktidar diline geçmenin nasıl bir ruh halinin tezahürü olduğunu bir ara öğrenmek de isterim açıkçası.
Yanlış anlaşılmasın.
Hidayet Hanım’ı ne Yıldız Ramazanoğlu gibi ‘mıy mıy’ taktiklerle suret-i haktan görünen şu anki iktidarın zımni yandaşlarıyla ne de Fatma Barbarosoğlu denen bildiğimiz ahlak ve Allah tüccarı edebiyatçı geçinenlerle kıyaslamak mümkün değil. Ama savruluş da savruluştur hani.
Geçiyoruz…
“Şey…”
Türkiye’deki son on yılın özeti sanırım…
Her türlü ahlaksızlığı, arsızlığı, yolsuzluğu, namussuzluğu, vicdansızlığı, kanunsuzluğu ifade eden kilit bir kelimedir “Şey”…
Tayyip Erdoğan oğlu ile “sıfırlama” konuşması yaparken ikide bir “şey” deyip durur bu yüzden.
Şey…
Ney?
Sakladığın paralardır mesela bu şey…
Aldığın rüşvetler…
Binalar, kooperatifler, Şehrizar Konaklarıdır…
Villadır, yüzdedir, humusdur, havuzdur bu şey…
Kimi zaman da yasaklanandır…
Söylenmesi sakıncalı olan kelime, özne, kurum ya da kişidir…
Spor programında Hakan Şükür ismini söylememek adına kıvrım kıvrım kıvranan yorumcunun dramının adıdır “Şey”…
Nasıl bir acizlik, bir seviyesizlik ve ucuzluktur ki, örnek verirken ismini vermekten korkuyorsun!
AK parti yerine AKP deyince kudurmanın ifadesidir “Şey”…
➤ @caapulcukiz
Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi golcülerinden Hakan Şükür 'ün adını söylememek için nasıl da kıvranıyor!pic.twitter.com/UeeowbdgPX— ???? KİM ɴᴇ DEDİ ???? (@Kim__Dedi) September 4, 2018
Şu kepazeliği gördünüz mü?
Dünya tarihinin en erken golünü atmış, ülkesinde gol rekoru elinde olan, en fazla milli formayı giyen bir sporcu iktidar ile muhalif diye ismini anmaya korkuyor ve “Şey” yerine “uzun” diyor.
Utanmıyor, sıkılmıyor, ben ileride insanların yüzüne nasıl bakarım, demiyor…
Düşmanın adı da “şey” olmuş çünkü.
-Şeylerle beraber olma!
-Kimlerle?
-Şeyler işte..
Böyle uzayıp gidiyor bu şey kepazeliği…
Yakında tarih kitaplarında epey sayfa eksilecek çünkü hoşlarına gitmeyen her olayı, insanı ve olguyu “Şey” parantezine alacaklar.
-Şey, 19 Mayıs’ta şeye çıktı…
-Kim nereye çıktı abi?
-Şey işte ya, Türkiye şeyinin kurucusu şey var ya o…
-Ha sen şey diyorsun…
-Hah işte şey…
Hasan Cemal, 12 Eylül döneminde tuttuğu günlükleri iki kitap halinde yayınladı.
Tank Sesiyle Uyanmak ve Demokrasi Korkusu.
12 Eylül döneminin bile bugünden çok daha özgürlükçü olduğunu, darbeci denen Kenan Evren’in bile bu islamofaşistlerden çok daha demokrat olduğun anlamak için o kitapları okumalısınız.
Bir anekdot ile bitireyim.
12 Eylül Darbesi’nin üzerinden epey süre geçtikten sonra Anayasa oylaması yapılacaktır. Mavi renk “Hayır”, beyaz renk ise “Evet” demektir.
ve iktidar “hayır” demeyi adeta yasakladığı için mavi renk bahsetmek yasaktır.
Gazetelerde bu türden espri çıkar.
Örneğin bir karikatürde adam bulutlara bakıp; “Bugün de gökyüzü çok şey!” der mesela.
İki sevgili yan yana oturmuş konuşmaktadırlar.
-Sevgilim gözlerin çok şey…
-Ney?
-Şey işte. Hatta şep şey!..
..
Şunu söyleyeyim; bu şey dolaşıma girdiği andan itibaren zulmün sahiplerini vurana kadar durmaz.
Tarih boyu böyle olmuştur.
Bir süre sonra şunu söyleyeceğimizden emin olun:
-Şey vardı ya hani Tayyip Şeydoğan…
-Haa, şu memleketin şeyine şey eden kişi…
Daha çok şey yazılabilir ama şeyin tamamı şeylere söylenir biliyorsunuz!
O yüzden “çokşeyyapmamak” lazım! Bir ara sizinle “Büfff”leriz de…