YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR
Son dönemde “Şeriat geliyor!” “Halifelik ilan edilecek!”, “İslam devleti kuruluyor!” “Mehdiye zemin hazırlıyoruz” tarzı konuşmalarda, haberlerde ciddi artış var.
Bu ne anlama geliyor? Gerçekten ülkeye Şeriat mı geliyor?
Bu tür haberlerin söylemlerin, artmasının arkasında iki sebep aramak mümkün.
Birincisi: Her balans ayarı, olağanüstü dönem öncesi şahit olduğumuz üzere birileri bu tür söylemlerle bazı şeylere zemin hazırlıyorlar. Bu ülkede balans ayarları, derin odakların sisteme müdahaleleri hep seküler kesimlerin, Kemalistlerin kaygılarının iyice artırılmasından sonra gelmiştir. Rejimin değiştiğine, Kemalizmin elden gittiğine, dini bir rejimin kurulduğuna dair tiyatral vakalarla önce tansiyon yükseltilmiş, kaygılar artırılmış, ardından operasyonlar gelmiştir. Son dönemde ‘Diriliş Ertuğrul’ tarzı dizilerle coşan, başına miğfer yerine leğen geçirip eline oyuncak kılıç alan muhafazakar-milliyetçi tipler, sistemi değiştirebilecekleri konusunda bayağı bir umutlular, heyecanlılar. Eğer birileri 28 Şubat öncesine benzer bir ortam oluşsun ve buna dair malzeme biriksin istiyorsa, dindarlar, cemaatler malzeme vermeye pek bir müsaitler. Ekonomik kriz ve açığa çıkan temel problemlerle Erdoğan iktidarının zemin kaybettiğini gören statüko, irticai içerikli argümanlar oluşmasına katkıda bulunarak, oluşanları pazarlayarak seküler kitlenin kaygılarını köpürtmeye çalışıyor olabilir. İktidar şarabıyla mahmur cemaat ve tarikatler bu dönemde neyin gerçek neyin senaryo olduğunu ayırt edemeyecek kadar güç sarhoşu.
İkincisi: İktidarını din satarak ve hamaset pazarlayarak ayakta tutan Erdoğan kendisine yönelen eleştirilerin artması üzerine, partiden kopuşların önüne geçebilmek için dindar kesime verdiği narkozun dozunu artırdıkça artırıyor. Erdoğan dindarlara, tarikatlara “sabredin yakında Şeriatı getiriyoruz”, “Az kaldı Hilafeti ilan edeceğiz” “Osmanlı’yı tekrar inşa ediyoruz” şeklindeki haberleri yayarak bu kesimlerin iktidardan umudunu diri tutmayı, destekçilerini bir süre daha oyalamayı hedefliyor olabilir.
Peki, toplumda Şeriatı, Hilafeti getirmenin bir karşılığı var mı?
Kesinlikle var!
Siyasal İslamcılarda rejim bir takıntıdır. Rejimin adı değişince her şeyin düzeleceğine, bütün problemlerin bir anda yok olacağına inanırlar. Pek çok İslamcıya göre tıpkı sihirli bir değnek gibi Şeriat dokunduğu herşeyi düzeltir, ülkeyi bir anda harikalar diyarına çevirir. Böyle bir ütopyaları, inanışları vardır Siyasal İslamcıların. Şeriatı bir boyacı küpü gibi tahayyül ederler. Ona neyi daldırırsanız rengini değiştirir, olumlu yönde başkalaştırır. Onlara göre aslında pek çok problemin temel sebebi ülkede Şeriat’ın olmayışıdır.
Tarikatler, geleneksel cemaatler nasıl bakar bu işe?
1979 İran Devrimi’ne kadar geleneksel İslami gruplar, tasavvuf ekolleri, cemaatler devletle, siyasetle çok yakından ilgilenmediler. Rejime değil kişilere odaklandı, kamil mümin ve ahlaklı insan yetiştirmeye çalıştılar. Ancak İran Devrimi’nden sonra Siyasal İslamcılık, Müslümanlar üzerindeki etkisini artırdı. İran menşeli kitaplar, dergiler gençlerde siyasal İslamcı arzuları, rejim değiştirme yönündeki talepleri tetikledi. Geleneksel dini gruplar uzun süre muhafazakar, sağ, liberal partilere oy vermekle birlikte alenen siyasete bulaşmadılar. Siyasal İslamcılara ve Milli Görüşçülere hep uzaktılar. Ancak 2010’lardan sonra bu mesafe kapanmaya başladı. Gülen Cemaati Erdoğan İslamcılığa yaklaştıkça ondan uzaklaşırken, diğer cemaatler Erdoğan İslamcı argümanları kullanmaya başlayınca Erdoğan’a yaklaşmaya başladılar. Belki de devlet içinde artık bir güç değişiminin yaşandığını düşündüler ve kendilerini yeni güce göre konumlandırdılar.
17/25 sonrası dönemde Erdoğan siyasetini tamamen dindar, milliyetçi, muhafazakar kesime göre kurguladı. Dünyanın görebileceği en net, ne belgeli yolsuzluk soruşturmasından kurtulmak için “İmam hatipli başbakana tahammül edemiyorlar!”, “Eşi başörtülü başbakanı indirmek istiyorlar!”, “Yerli ve milli iktidara darbe vaar!” gibi söylemlerle muhafazakar oyları konsolide etti. Bu konsolidasyon için havuç ve sopa stratejilerini iyi kullandı. Yanında duran, destek olan tarikat ve cemaatlere, kamu kaynaklarını, devlet imkanlarını sonuna kadar kullandırırken, biat etmeyenleri devletin çivili sopasıyla cezalandırdı.
Yıllarca siyasetten uzak duran, devletle, rejimle uğraşmayan geleneksel cemaatleri siyasallaştırdı, kısmen radikalleştirdi. “Allah’ın lütfu” 15 Temmuz, muhafazakarları, cemaat ve tarikatları, iktidarına bağımlı, kamu kaynaklarına mecbur etmek için Erdoğan’a harika imkanlar verdi. Üretilen söylemler, argümanlar tek sesli medya aracılığıyla topluma servis edildi. Erdoğan, az-çok dini hassasiyeti olan herkesi siyasetinin vagonu haline getirdi. Cemaatler, tarikatlar son 5-6 yılda bin yıllık tasavvuf geleneğinden uzaklaştı, siyasal İslamcı çizgiye yaklaştı. Rejim, sistem konularında içlerinde olan arzuyu saklamaz hale geldiler.
Namaz kılma oranları düşerken, toplumda dindarlaşma azalırken dini pratikleri olmayan insanlar neden Şeriat istesin?
Erdoğan’ın şu anda stratejisi mevcut destekçilerini yitirmemek, erozyonu durdurmak ve zaman kazanmak üzerine kurulu. Ayrıca şu veya bu şekilde İslamcıların etkisinde kalmış herkeste “Şeriat gelecek dertler bitecek!” naifliği vardır.
Hilafet konusu da dindar-muhafazakar kesimlerde benzer etkiyi oluşturur. Hilafet İlan edilince bir anda Türkiye’nin dünyada önemli bir güç olacağına, bütün Müslüman toplumların, ülkelerin Türkiye’nin arkasında hiza alacağına inanan çok kimse bulursunuz. Müslümanların tek ve en önemli derdinin Hilafet olduğuna inanan ve Hilafeti getirmeyi temel misyon edinen cemaatler bile var. Ama kimse Osmanlı Devleti dağılırken başında bir Halife’nin olduğunu, devletin Şer’i esaslara dayalı kanunlarla yönetildiğini dikkate almaz. Müslümanların başka sebeplerle geri kalması, zayıf düşmüş olması Müslümanlara sorumluluk yükleyeceği için onlar üzerine kafa yorulmaz. Şeriatı ve Hilafeti getirirsek üzerimizden yük/sorumluluk kalkacak, herşey mucizevi şekilde değişecektir. Sanırım bir projenin olmaması, yeterli irade ve çabasının bulunmayışı insanları mucizevi(!) çözümlere, olağanüstü beklentilere yöneltiyor. Erdoğan dindarlarda var olan bu beklentileri bildiği için Şeriat, Hilafet, Osmanlı söylemlerini iktidarını uzatmak, zaman kazanmak için kullanıyor olabilir.
Bu seçeneklerin her biri ayrı ayrı mümkün. Ama bazı kahve paketlerindeki gibi “ikisi bir arada” seçeneği de mümkün. Her ne kadar bazı gerilimler yaşasalar da, pekala statüko-Erdoğan ittifakı birlikteliklerini sürdürmeyi düşünüyor olabilir. Beraberce ve başarıyla icra ettikleri 15 Temmuz projesine benzer yeni bir proje yürütüyor olabilirler. Birinin elinin altında her daim uyutulmaya müsait oy potansiyeli var; ötekinin stratejik aklı, derin becerileri.
Bugünlerde muteber olmasa da bir Türk büyüğü ne demişti? “Siyaset ütme sanatıdır.”
Sonraki yazıda “Şeriat gelse ne değişir?” konusunu ele alacağız.
Seriat devlet icin degil insan icin gelmistir ve getirilmez insan tarafından yasanır , seriat zaten hz ademden beri var ve her bir sonraki peygamberle tekamul ederek ( genisleyerek) nihai halini aldı 1410 sene once son halini aldı ve oylece duruyor insanı insan yapmak ve boylece allaha yok denmeyecek var nisbetle onu tanımasını saglar. Insan yaparak dunya sorunlarını insan da cozer. Dinin en yuksek hakikatidir. Siyasilerin bunu agızlarından dusurmemeleri sadece bir aldatmaca hedef sasırtmaktan ibarettir.