YORUM | YAVUZ ALTUN
Sergen Yalçın sağ olsun, uzun zaman sonra Beşiktaş maçlarını seyretmeye başladım. Fanatik değilim, babadan kalma bir Beşiktaşlılık benimki. Ama takım iyi oynadığında ve şampiyon olduğunda içimi istemsiz bir sevinç kaplıyor, itiraf edeyim. Ve bu sene, o senelerden biri. Her Beşiktaşlının gönlünde futbolculuğu ile özel bir yeri olan Sergen Yalçın, markasına yakışır bir oyunla Süper Lig’de şampiyonluk yolunda ilerliyor.
Peki, nedir Beşiktaş’ı bu kadar iyi yapan şey? Sergen Hoca’nın sırrı ne? Gözlemlerimi paylaşayım.
1: Futbolda büyük yıldızlar ses getirse de, günün sonunda bu bir takım oyunu. Dolayısıyla önce “takımı” inşa etmelisiniz. Sergen Hoca disiplinli bir taktisyen ve her oyuncuya kapasitesine göre rol vermiş. Dünya futbolundaki trendleri belli ki takip ediyor. Maçına göre çeşitli varyasyonları deniyor. Takımın kapasitesi sınırlı da olsa, iyi bir takım oyunuyla rakiplerinin önüne geçebilmeyi başarıyor.
2: Takım demişken sadece futbol ekseninde bir takımlaşmadan bahsetmiyoruz. Oyuncuların taktik gereği yardımlaşması had safhada, amenna, fakat futbolcular genel manada birbirlerinin motivasyonunu yükseltmek için de ellerinden geleni yapıyor. Sadece takım içinde değil rakibe karşı da saygılı bir ekip var karşımızda. Futbolcular topla oynamayı seviyor, moda tabirle “savaşıyor” ve geriye düşse bile ayağa kalkmak için uğraşıyor.
3: Sergen Hoca’nın maç sonu açıklamalarını da ilgiyle ve hayranlıkla takip ediyorum. Her şeyden önce sıkı bir realist. Uçuk vaatlerde bulunmuyor, her maça ayrı odaklanıyor. Hakemlere çok laf söylemesine takılıyor spor yorumcuları bazen ama Sergen Hoca, futbolcularına belli ki “Siz oyununuzu oynayın, hakkınızı savunmak benim işim” demiş. Haklarını savunan bir baba figürü gibi duruyor hem saha kenarında, hem de maç sonu toplantılarında.
4: Uzunca bir zaman sonra sahada ne yaptığını bilen, futbolun inceliklerini öğrenmiş, sadece fizikle değil akılla top oynayan bir Beşiktaş var ve takım oynadıkça daha da özgüvenli hâle geliyor.
Bütün bunları göz önünde tutunca Sergen Yalçın, ideal bir yönetici profili çiziyor. Mükemmel mi? Değil. Bazı maçlardaki oyuncu tercihleri ya da oyuna müdahaleleri tartışılabilir. Ancak ayakları yere sağlam basan, işini iyi yapan bir teknik direktör o. Umarım uzun yıllar, tabi kendini yenileyerek ve haklı eleştirilere kulak tıkamayarak, yani kendi yaptıklarını bitirip tüketen bir egoizm tuzağına düşmeden, Beşiktaş’ın başında kalır.
Türkiye’de başarı, çok nadir olarak işini iyi yapmaktan gelir. Birçokları doğru bağlantıları kollayarak, doğru network’ün içinde var olarak başarıya ulaşır. Yandaşlarının alkışları arasında sahneye çıkartılan ama aslında yaptığı işte hiç de iyi olmayan onlarca örnek saymak mümkün. Bu sebeple Sergen’in sadece geçmişteki “efsane Beşiktaşlı” kredisini kullanmakla kalmayıp gerçekten iyi bir takım ortaya çıkararak hakkıyla “iyi hoca” etiketini kazanması, takdir edilmeyi sonuna kadar hak eden bir gelişme.
Bu noktada Sergen’in en büyük rakibi, kulüp yönetiminde yaşanacak bir istikrarsızlık olacaktır. Mali problemler ya da kifayetsiz muhteris bir yönetim takımdaki bütün dengeleri bozacak bir etkiyi uyarabilir. İngiliz atasözüdür, “Bir şey çalışıyorsa, tamir etmeye çalışma” der. Gelgelelim, kendini “etkin” göstermek isteyen bir yetkili, illa ki burnunu sokacak ve “Bu benim başarım” diyebilmek için takımın huzurunu bozmakta beis görmeyecektir.
Türkiye’nin siyasal tarihinde de sık rastlanan tipik bir örnek çünkü bu. Bir nevi kültüre dönüşmüş; aileden, irili ufaklı topluluklardan başlayıp en genel manada siyasete kadar sirayet etmiş bir maraz. Sorunun “Türkiye’de doğmakla” ya da “Türkiye çerçevesi içindeki gen havuzu” ile hiçbir ilgisi olmadığını anlamak için dünyaya şöyle bir göz atmak yeterli. Daha geçenlerde geliştirdikleri koronavirüs aşısıyla dünyanın gündemine oturan Özlem Türeci ve Uğur Şahin çifti, Almanya’da Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Başbakan Angela Merkel’in elinden devlet nişanı aldılar mesela.
Türeci ve Şahin örneği, doğru işleyen bir sistem içinde, “başarının” ırkla ya da genetikle bir ilgisi olmadığının en önemli göstergesi. Bazıları, bunun tamamen “Almanlıkla” ilgisi olduğunu savunuyor. Amenna, Almanya’nın hem kültürel hem de sosyo-ekonomik özellikleri bunu mümkün kıldı. Öte yandan, Türkiye’de yetişip daha sonra Batı’ya giderek büyük başarılar kazanan insanlar da mevcut. Yani Türkiye şu haliyle bile daha gelişmiş sistemlere entegre olmaya büyük bir engel değil.
Gelişmiş ülkelerin “mucizesi” bana kalırsa, istikrarda yatıyor. Politik çalkantılara takılmadan, yönetici elitin değişimi hâlinde bile “işine bakabilen” bilim insanları, sanatçılar, iş insanları, yazarlar vs. var oldukça, “büyük lider” beklentisi olmaksızın toplumlar gelişip ilerleyebiliyor. “A’dan Z’ye her şeyi değiştirecek” adeta sihirli değneğiyle dokunup çağ açıp çağ kapatacak bir liderlik yok. Buna gerek de yok. Günü gününe, disiplinli ve istikrarlı bir çalışma, her türlü ‘olağanüstülükten’ daha büyük bir mucize. Zaten bu kültürü hâkim kıldığınızda, nadirattan kabiliyetler o işleyen makineyi yeni ufuklara açmakta zorlanmıyorlar. Eğer işleyen bir makineniz yoksa, o değerleri de çarçur ediyorsunuz. İşte Türkiye örneği…
Teknik direktörlükte de, aile reisliğinde de, iş hayatında da, politikada da en iyi liderlik, sorumlu olunan bireylerin potansiyellerini sonuna kadar hayata geçirebilecekleri sağlıklı bir ortam hazırlamak. Bunun ötesi, bir ortamın istikrarı için çabalamak. Meşhur teknik direktör serzenişidir, “Sahaya çıkıp ben oynayamam ki!” derler, oyuncularından memnun olmayınca. Liderlerin “oyuncu” olarak sahaya girmeye çalışmak yerine, sahada liderlik edecek oyuncuların yetişmesi için çabalaması, daha iyi sonuçlar verecektir. Bunun için de yükünü (iktidarını) onlarla paylaşmalı, sorumluluk vermeli, “tek hâkim benim” narsisizmine düşmemesi gerekir.
Sergen’in takımında Atiba’nın arkadaşlarını pozisyon konusunda uyardığını, Aboubakar’ın genç ve tecrübesiz kaleci Ersin’e frikik esnasında baraj kurdurmada yardımcı olduğunu, oyuncuların uzun zaman sonra gol atan Ljalic’i omuzlarda taşıdığını gördüğünüzde, bunun “kenardan her şeye müdahale eden” bir hoca sayesinde olmadığını anlarsınız. Bunlar, iyi bir liderin ekibine doğru yol göstericiliği ile mümkün ancak.
Ve istikrarlı bir biçimde, bunu bir kültüre dönüştürdüğünüzde, ikliminize giren her yetenek ışıldayacaktır. Çok zor değil, sadece istemek ve harekete geçmek gerekiyor. Ha bir de yaptığınız işi, gerekleriyle, hakkıyla, bilmek ve yerine getirmek. Bazıları buna ‘takvanın yarısıdır’ diyor.
Kısa ama öz, ve değerli bir yazı olmuş.
Anna-babalar başta olmak üzere, bir birey bile olsa, sorumluluğu üzerinde olan her bir kişinin okumasını ve kendine ders çıkarmasını tavsiye ediyorum.