Başlıktaki cümle, Beşiktaş Futbol Kulübü’nün efsanevi başkanı Süleyman Seba’nın, “Şerefli ikincilikler şaibeli birinciliklerden iyidir” sözünden mülhemdir. Türkiye’de işadamından akademisyene, gazeteciden sanatçıya, avukattan hâkime her yaş ve cinsiyetten insanın içine düştüğü zelil hali müşahede ettikçe bu ve benzer sözlerin kıymeti artıyor.
Doğan Holding’in Şeref Başkanı Aydın Doğan’ın ‘vergi ve akaryakıt kaçakçılığı yaptığı’ iddiası ile muhakeme edildiği mahkemeye polis marifeti ile getirilmesi kararı sermaye-siyaset münasebetinin ne kadar ikiyüzlü olduğunu bir defa daha ispat etti. Doğan’ın Hürriyet gazetesi ‘Karargâh rahatsız’ manşetini atmasaydı, Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan hukuk devletinde yeri olmayan o meşhur infaz cümlesi ‘bedelini ödeyecekler’i telaffuz etmeyecekti. Mahkeme de zamanlaması manidar böyle bir karar almayacaktı.
MAHKEME GÜNÜNE KADAR PAZARLIK SÜRECEK
Mesajlar boşuna verilmiyor. Açık istihbarata dönüldü. Muhtemelen bir sonraki mahkeme gününe kadar taraflar arasında elçiler gidip gelecek. Doğan grubu bugüne dek verdiği tavizlerden daha fazlasına razı olursa mevzu tatlıya bağlanacak. Bir mânâda holdingin kasasını ve medya grubunun idaresini (Fikret Bila’nın Sedat Ergin’in yerine Genel Yayın Yönetmeni olması ilk adım) doğrudan Saray’ın inhisarına bırakması halinde Doğan’a kısmî bir af çıkabilir. 81 yaşına giren Aydın Doğan ancak bu şekilde hapse girmekten kurtulabilir. Mahkemenin seyri tamamen Saray’ın tavrına bağlı.
Petrol Ofisi AŞ (POAŞ), Adliye arşivlerinde lazım olduğunda kullanılmak üzere muhafaza edilen ‘hassas’ dosyalardan sadece biri. Özelleştirilmesinden Aydın Doğan tarafından satın alınmasına, milyar TL vergi cezasından Avusturyalı OMV’ye satışına kadar her safhasında fillerle çimenlerin hikâyesini hatırlatan POAŞ bu defa eski sahibinin ensesinde keskin bir giyotin olarak kullanılıyor.
POAŞ DEĞNEĞİ ADLİ EMANETTE
Hizmet Hareketi’ni karalamak maksadına matuf her yolu mubah sayan Saray, hükümet ve maaşlı kalemşorlarının dün ‘siyah’ dediklerine bugün nasıl ‘beyaz’ diyebildiklerini anlamak için POAŞ dosyasının serencamına bakılabilir. AKP’nin Doğan grubunu hizaya getirmek için kullandığı POAŞ değneği maksat hasıl olduğunda Adli emanete konuluyor. İtaatsizlik, huysuzluk emaresi görüldüğünde muhafaza edildiği kilitli kasadan çıkarılıyor, muhatabın kafasına kafasına indiriliyor.
Daha birkaç ay evvel Aydın Doğan’a sudan sebeplerle vergi cezası kesildiğini ve cemaatin bu gruba ‘kumpas’ kurduğunu şakıyıp duran Saray korosu şimdi ‘vurun Aydın Doğan’a, hırsız, vatan haini, darbeci’ diye haykırıyor. Ne hazin ki bütün bunlara artık aşinayız. Kimse şaşırmıyor.
Dikkat edilirse POAŞ’ta Aydın Doğan’ın suçlu olup olmadığından ziyade iktidarın gözünün üzerinde kaşın var yaklaşımını konuşuyoruz. Hâkimlik teminatı, adil yargılanma, suçun şahsiliği ve masumiyet karinesi Yeni Türkiye’de teferruat. Sıra holdinglere, TÜSİAD üyelerine geldi dediğimizde burun kıvıranlar Aydın Doğan’ın bu yaşta maruz kaldığı muameleyi içine sindirebiliyor mu?
ZAMAN VE BUGÜN SUSTURULURKEN SUSANLAR…
Gazetenin attığı manşetin doğruluğu yanlışlığı ancak o mecrada müzakere edilebilir. Hürriyet’in o manşetine dâir benim de şerhim var. Amma velakin hiçbir gazetecilik faaliyeti ağır cezalık suç ile telif edilemez. Tekzip edersiniz, tazminat davası açarsınız… Başka protesto ederseniz. O kadar. Zaman, Bugün, Taraf, Samanyolu ve Can Erzincan gibi gazete ve televizyon grupları susturulurken sessiz kalanların bugün Hürriyet ya da başka bir gazetenin iktidarın elinde palyaçoya çevrilmesine şaşırmaya hakkı yok.
İktidar sahipleri kendilerini rahatsız eden manşet attı diye o gazetenin sahibine, çalışanlarına sopa gösteremez. Kaide ve teamül demokratik dünyada böyle olsa da Türkiye’nin şu karanlık günlerinde bunlar kıymetsiz.
ERDOĞAN’IN DOĞAN İLE BİTMEYEN HESABI
Aydın Doğan dün Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller’e yakınlığının avantajları ile sahip olduklarını AKP devrinde birer birer kaybetti, kaybediyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği günden beri Aydın Bey’le yıldızının barışmadığı sır değil. Ertuğrul Özkök’ün attığı ‘Muhtar bile olamaz’ ve ‘411 el kaosa kalktı’ manşetleri arşivde duruyor. Yakınlarına sık sık Doğan grubunun bu manşetlerini asla unutmayacağını söyleyen Erdoğan, 15 Temmuz 2016’da Hande Fırat’ın Facetime sahnesine rağmen şuuraltı müktesebatının dışına çıkmıyor. Uzun müddettir fırsat kolluyordu. Hürriyet bilerek ya da bilmeyerek bu fırsatı altın tepside Erdoğan’a takdim etti. Patronlarının kalan ömrünü mahpus mu, hür mü yaşayacağı o tepside yazıyor.
Türkiye’nin içine düştüğü kuyudan çıkması için herkesin herkes için demokrasi ideali etrafında kenetlenmesi elzem. Başını kuma sokanlar için de yolun sonuna gelindi. Onlar da son 3 senede yaşanan trajedinin Hizmet Hareketi ile AKP kavgasından ibaret olmadığını anlayacakları günlerin eşiğine geldi.
Demokrasi ve hukuk devletinin perişan hali kadar Saray’ın kapısında zillet içinde kıvranan patronlara da TÜSİAD’a da TOBB’a da yazık oldu. Bu zelil tabloyu müşahede ettiğim her gün, inandığı değerler uğruna malını mülkünü kaybetmeyi göze alan işadamlarına hürmetim, hayranlığım daha da artıyor. Akın İpek, Hacı Boydak, Memduh Boydak, Şükrü Boydak, Bekir Boydak, Taner Nakipoğlu, Hazim Sesli, Ali Akbulut ve Hamdi Kınaş gibi isimleri tarihin ‘zulme boyun eğmeyenler’ bölümünde yer alacak işadamları da olmasa istikbalde de boynumuz bükük kalacaktı.
“Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz asla.” diyebilen cesur öğretmenleri, hâkim ve savcıları, gazetecileri, avukatları, memurları, esnafları, çiftçileri ve ev hanımlarını da unutmadık, unutmayacağız. Hepsinin dik duruşu ile ayaktayız…
O yüzden şerefli fakirlik, şaibeli zenginlikten iyidir.