Sen ne yapıyorsun?

YORUM | MEHMET DOĞAN

Merhametli, şefkat dolu, güzel, tatlı bir ses, acı bir tebessümle soruyor: “Sen ne yapıyorsun?!.. Tamam, genel veya özel, insanın ne yaptığını irdelemek kolay. İnsanları hesaba çekmek, onlara bağırıp çağırmak, eleştirmek, rahatlatıyor sizi, belki. Kör değiliz, sağır değiliz, aklımız da başımızda şükür. Bu insanlık mahşerinde sizin gibi biz de yaşıyoruz. Biz de nice yürek yakan, akıl donduran olaylara tanık oluyoruz. Zulmün bin bir kılıkla her yanda nasıl kol gezdiğini biz de görüyoruz. Ama az da olsa, kendini gizlese de, riya olur, gösteriş olur diye yapıp ettiklerini saklasa, göstermeden yapsa da insanlığın yüz akı ruh elmaslarını da görmezden gelemezsiniz…

Beyefendi! Alınmayın ama biz bu edebiyatı iyi tanırız. Laf yarıştırmada fena sayılmazsınız. Eh, kaleminiz böyle olunca ağzınız da laf yapıyor demektir. Asıl siz ne yapıyorsunuz?”

Nutkum tutuldu derler ya söyleyecek söz bulamadım önce. Fakat sonra düşününce bir cevaplar, savunmalar seli boşanıverdi içimden… Selden kurtulan savunma çöpleri – kütükleri diyecektim – kuşatıverdi zihnimi. Ben ne mi yapıyorum?.. Ben dua ediyorum, dedim yavaşça. Evet, dua ediyorum. Bunda ne kadar samimi ne kadar saf, duru olduğumu bilmiyorum ama dua ediyorum. Göklerden inen rahmet, yerlerden biten bereketlerin gölgesine sığınarak el açıyorum Arşın sahibine.

Yeryüzü ne kadar sığ ve yapma güzelliklerin sahnesi olursa olsun, ne kadar korkutucu, acı verici haksızlıkların arenası kalırsa kalsın, bunların arasında zulmün pençesinde kan ağlayan dost, akraba, tanıdıklarım için, bunlara musallat olan insan kılıklı iyi saatte olsunları da içine alacak kadar büyük mü büyük, gök kubbe genişliğinde bir dua şemsiyesi açıyorum. 

Allah’ım! Bütün hamdler, övgüler sanadır, Senin içindir… Her varlığı Sen yarattın. Senin güzel isimlerine ayna kıldın. Cemal ve Celal, kahır ve lütuf, Hüsün ve Aşk… Sonsuz isimlerinin gölgeleri olan biz varlıkları Rahman ve Rahimiyyetinle kucakladın. Bize vücud verdin. O vücudun içine emanetin olan ruhundan üfledin, yükledin. Yalnız bana kulluk edin, yalnız benden isteyin dedin. Benim dosdoğru yolumdan ayrılmayın, eğri büğrü yollara, heva heves kulvarlarına dalmayın dedin. Nefsinizi ve onun sevip saydığı, korkup kaçtığı varlıkları bana eş koşmayın dedin. Size gönderdiğim Sevgilimi, size yol göstericimi sevin, dinleyin, Ona uyun, Onunla Bana gelin dedin. Kendinize ve başkalarına, canlı cansız hiçbir şeye haksızlık etmeyin, birbirinizin hakkını yemeyin, suçsuz bir cana kıymayın. Birbirinizi kıskanmayın, birbirinizin dedikodusunu yapmayın, sevgiyle, saygıyla, iyilikle, güzellikle, hüsn-ü zanla bakın birbirinize dedin. Siz, insanların Rabbi, Meliki, İlahı olan bana sığının, sinsi mi sinsi ve insanların kalplerine vesvese salan, insanlardan ve cinlerden olan şeytanların şerrinden; düğümlere üfleyip büyü yapan büyücü kadınların şerrinden ve haset ettiği zaman hasetçilerin şerrinden dedin. Bütün bunlara dikkat ederek birbirinizi affedici olun ki Affıma ehil olasınız, dedin. Ey güzel Rabbim! Resulünün gönlüyle, Kur’an’ın nuruyla insanlarla kucaklaşmayı nasip et bize, insanlardan uzaklaşmayı al bizden. Sırrına erdir, sılamıza kavuştur bizi… diye yalvarıyorum…

Serin bir el kondu ellerimin üstüne sanki. Ilık bir nefesin esintisiyle gelen tatlı sözler, “Yorma kendini dostum. Duanı bitirdin sandım da girdim araya.” Dedi ve devam etti. “Hakkınızda kötü zanda bulunmadım, suçlamadım da sizi. Yazınızı birkaç arkadaşa tavsiye bile ettim. İhtiyaç var bunlara. Dediğiniz gibi dua bizim asli görevimiz. ‘Dua ediyorum o halde varım’, demişti bir dost. Onu hatırladım daha da üzüldüm şimdi; çünkü duayı hafife alırdım eskiden. Bediüzzaman’ı tanıyınca anladım duanın önemini. Yakaran Gönüller’i okuyunca utanıyorum kendimden. O ne dua galaksileri öyle, pırıl pırıl gözyaşlarıyla oluşturulmuş yıldız kümeleri sanki her bir dua manzumesi. O duaların meallerini okuyorum, anlamaya çalışıyorum. Ellerinde Yakaran Gönüller’le, birer dua meclisi oluşturan ve dua mihrablarındaki imama uyarak yakarıp duran nuranileri anladığımı sanıyorum. Yüce Rabbim anlayarak, hayata hayat kılıp ağlayarak dualaşmayı, baştan ayağa dua kesilmeyi nasip eylesin. Sayın yazar, sizin dua şemsiyeniz, latif, ışıklı, gök kuşağı gibi atmosfere açılırken şemsiyenin sayısız ışık telleri gibi küçücük, günahsız; genç, olgun, ihtiyar ellerin varlığını da unutmayın… Bu ellerin aşk, hayret, hasret, şefkat, merhamet, hizmet, hürmet, muhabbet dolu, çileye bulanmış, cefa ve eza tadında olsa da ümit balıyla yoğrulu duaları göklere ulaşıp icabetle buluşunca oradan yeryüzüne yağacak, insanlık toprağına düşüp saçlarından, omuzlarından sızarak elestin kalb çekirdeklerinin kabuklarını çatlatacak. Kalplerden çıkan filizler beyin sapına doğru yaprağa, çiçeğe yürüyüp dua yankısı meyveler sunacak insanlığa. Cennet meyveleri…” Ses bir meltem esintisi gibi ipeksi uğultular halinde uzaklaşırken irkildim. Söyledikleri sadece bunlardan ibaret değildi. Cevap verecek gücüm kalmadı.

Yazıyı tamamlayamadım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin