YORUM | M. NEDİM HAZAR
Tam ortasındayız yine…
Defalarca kabahat işleyen bir çocuğun her seferinde sığındığı anne kucağı gibi dayanmıştık kapısına. Biliyoruz, biz ne kadar layık olamasak da, sonsuz bir şefkat ve merhametin diriltici affediciliği ile her seferinde bekletmeden açan var, kapıda bırakılmıyor en mücrimimiz bile.
Çağın en sinsi hastalıklarından biri sanırım telaş. Bir acelecilik, koşturmaca ve hız cenderesinde her geçen gün daha da sıkıştırıp, nefes alacak deliklerimizi birer birer kapatıyoruz. İşte bu hafi belanın tabii rehabilite dönemi olarak Ramazan bulunmaz bir imkân, şahane bir fırsat.
Sabırsızlık, insanoğlunun en büyük defolarından biri.
“İnsan, yaradılışça çok acelecidir” buyuruyor Kitab-ı Mübin.
Hızlı ulaşım, hızlı iletişim, hızlı tüketim makbul sayılıyor çağımızda. Buz devrinden daha erdemli sayılıyor hız devri. İşte rahmet ayı hızdan naza, süratten niyaza, telaştan sükunete doğru bir yöneliş koridoru açıyor idrakinde olanlar için.
Oruç mevsimi yavaşlama ve sükûnet mevsimi. Ruhen ve bedenen… Hız virüsüne karşı insana bahşedilen muazzam bir antikor bu kutsal dönem.
Çağın insanına “ayağını gaz pedalından çek” diye sesleniyor Ramazan. Meseleye bu perspektifle bakınca, günün uzunluğu, sıcağı, soğuğu, işin zorluğu bir anda anlamsızlaşmıyor şüphesiz, tersine avantaja dönüşüyor rahmet kapısına sinelerini yaslayanlar için.
Dünya hayatı hakiki manada yerli yerine oturuyor. İnsan, aklı ve zaaflarıyla inşa ettiği sentetik benliğinden asli olana yönelmek için önemli bir fırsatı daha yakalamanın neşe ve mutluluğunu idrak ediyor. Sadece ruhta açılan yaraları, zamanın manevi defolarını birer birer açıp tedavi etmekle kalmıyor, derman-ı hakiki için bir vesile de kılıyor.
Daha önce bir vesile ile tekrar paylaşmıştım. Hazreti Mevlânâ buyuruyor: “Yavaşlık, Allah ışığıdır; çabukluk ise Şeytan’ın dürtmesinden meydana gelir… Ay, geceye, yavaş olma konusunda ders verir; sıkıntının yavaş yavaş aşılacağını işaret eder ve şöyle der: ‘Ey ham, aceleci kişi! Dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır. Ey tencere yavaş yavaş, ustaca kayna! Delice kaynayan yemek, lezzetli olmaz’.”
Bu yönüyle bir fırsattan daha ziyade ihtiyaç, külli ve mutlak olanın sonsuz rahmetinden bir hediye de aynı zamanda. Ve en önemlisi, sahip olduklarımızın şuuruna varabilme fırsatı… Bahşedileni, hoyratça kullanılanı tekrar fark edip nimetlerin kıymetiyle tekrar tekrar hayretler içinde kalma sezonu.
İnsanoğlunun varlığı ile tabiat arasında ters bir orantının mevcudiyetini söyler durur bilim. İnsan, sonu görünmez bir hırs ve hızla tüketiyor, hasar veriyor, eksiltiyor verileni.
İşin manevi buudunu ıskalayanlar için ne fena bir yarın olur her zaman. Kaynaklar tükeniyor, cennetten cehenneme doğru bir dönüşüm yaşıyor kainat. Ve insan bir yönüyle uzaklara gitmeyi marifet sanırken, kendi içinin derinliklerine yönelmeyi ıskalıyor, ihmal ediyor.
Ramazan, bu yönüyle bir uzaklaşma değil, yaklaşma mevsimi. Kendi içimizde derinleşmek için İlahi ikazlar ile yöneliş.
Tekrar keşif sezonu açıldı dostlar ve ortasına kadar geldik işte. Hazine-i rahmetten sağanak sağanak iniyor nimetler. Doğrusu ne güzel bir ikram sofrası şuur için. Boşalan ruh havzalarımız için bir yağış dönemi. Dolsun istiyor her şeyin gerçek sahibi, dolsun ve taşsın!
“Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer” buyuruyor hadis-i şerif. Böyle bir kapının eşiğinden hızla geçip giden bahtsızlardan olmayalım duasıyla iki hafta diliyorum…