Yorum | Ahmet Kurucan
Yeni değil ama son günlerde Türk kamuoyuna yansıyan haberlerde daha da artan bir hızla gördüğüm konu, şehitlik edebiyatı. Şehitlik ve gaziliğin hem dini değerlerimiz hem de tarihi geleneğimiz içindeki yerini bilmeme rağmen edebiyat diyorum ve buradan hareketle bazı tepkiler geleceğini tahmin ediyorum. Umurumda değil. Hele bu edebiyatın sahibi çevrelerin göstereceği tepkiler hiç ama hiç umurumda değil. Onlara sadece şunu söylerim; madem ki şehitlik ve gazilik sizin söylemlerinize göre bu kadar yüce bir makam, her beşere nasip olmayacak bir paye, cennette Hz. Peygamber’e (sas) insanı komşu ve arkadaş edecek bir vesile, öyleyse buyurun önce teröristle mücadele en ön saflarda sizler yerinizi alın ve şehit olun da görelim. Şehit cenazelerinde tabutun içinde bir kez de siz olun. Yaşınız kemale erdiyse oğlunuzu-torununuzu gönderin o mücadeleye ve bir kere de kendi oğlunuzun-torunuzun tabutunun başında nutuk atın. Bir kere de göz yaşlarınızı kendi oğlunuz-torununuz için dökün. Yoksa siz cennete girmek istemiyor musunuz? Oğlunuzun-torununuzun nebilerle, sıddıklarla, salihlerle cennette birlikte olmasını arzu etmiyor musunuz? Yoksa siz şehitlik söylemlerinde dile getirdiğiniz düşüncelerinize inanmıyorsunuz?
Neden edebiyat dediğimi ve neden muhtemel tepkileri umursamadığımı sanırım yukarıdaki cümleleri okuyunca daha iyi anlamışsınızdır. Aslında benzeri bir şeyi mut’a nikahına cevaz veren Hocalarım için de yazmıştım bundan 3-4 yıl önce. Madem caiz, öyleyse önce sizin kızlarınız-torunlarınız yapsın; yapsın da görelim demiştim. Hatta nikahlarını kamuya açık bir şekilde siz kıyın demiştim. Ama nedense bir tek kelime ile bile olsa cevap vermemişlerdi. Şimdi de aynı şeyi şehitlik özelinde söylüyorum. Bakalım bu defa cevap gelecek mi?
Şimdi konuya girelim; şehitlik nedir ve İslami değerler içinde şehit olmak bir gaye midir? Şehit olmak, ölmek demek olduğuna göre bir dinin ölmeyi hem de gencecik insanların önüne bir hedef ve gaye olarak koyması ne kadar doğrudur ne kadar makuldür ve ne kadar kabullenilebilir ve uygulanabilirdir? Din insanlara hayat veren, hayatta yaşama kılavuzu sunan bir değerler manzumesi olduğuna göre, ölüme bu kadar vurgu yapılması, bu kadar kutsanması bu bağlamda birbiri ile çelişmekte değil midir? Yukarıda bahsini ettiğim dini ve siyasi çevrelerin şehitlik edebiyatındaki söylemlerine baktığımızda bu soruların cevabı onlar açısından nettir. Şehitlik bir gayedir; onun için “Gençlerimizi şehitlik ve gazilik duyguları ile yetiştirmeliyiz.” Nitekim DİB başkanı geçenlerde bir şehit cenazesi töreninde aynen bu cümleleri söylemişti.
Birçok manası var şehit kelimesinin
Diğer manalarını bir kenara bırakacak olursak, Allah yolunda canını veren kişiye verilen isim/sıfattır şehit. Kur’an birçok ayetinde şehitliğin önemini farklı anlatımlarla gözler önüne sermiştir. Bunlardan en meşhuru ve hemen her Müslüman tarafından bilineni “Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin. Zira onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz.” (2/154) ayetidir. Bir de Allah ve Resulüne itaat edenlerin mükafatını ifade ederken onları nebi, sıddık, şehit ve salihlerle beraber olacağını anlatır ki bu şehitlerin Allah katındaki yer ve derecesini göstermesi açısından önemlidir. (4/69)
Hadisi şeriflerde de şehidin günahlarının af edileceği, akrabalarından 70 kişiye şefaat hakkı verileceği, cennete ilk girenlerden olacağı, karşılaştığı mükâfatlar karşısında keşke bir daha dünyaya dönsem şehit olsam temennilerini dile getireceği gibi şehid olmanın faziletleri diyebileceğimiz türden ahiretteki durumu anlatan rivayetler vardır.
Ayet ve hadisler ekseninde söylediğimiz bu hususlara imanımız tam. Ama bazı soruların açıklığa kavuşması şart. Mesela “Allah yolunda” ne demek? Ganimet, menfaat, hakimiyet elde etme, güç kazanma, topraklarını genişletme gibi tamamıyla seküler nedenlerle yapılan savaşlar “Allah yolunda” olan savaşlar mıdır ve bu savaşlarda ölen insanlar ‘şehit’midir? Kur’an çeşitli ayetlerinde istila, sömürü, saldırı, üstünlük kurma gibi sebeplerle yapılan savaşların doğru olmadığını beyan ettiğine göre, bu gerekçelerle yapılan savaşları nereye koyacağız? (Bkz:2/ 205; 4/ 94; 28/ 83; 42/41-42) Dini literatürü kullanarak soracak olursam ayet ve hadislerde “ilâ-yı kelimetullah ve Allah yolunda” denilen şey yukarıda saydığım gerekçelerle eş değer midir? “Nizam-ı âlem” kavramı mesela; Allah yolunda mı demek? Hiçbir ayırım yapmadan savaşlarda düşmanlar tarafından öldürülen insanlara şehit dediğimize göre, bu yaklaşım ganimet, menfaat, güç elde etme, hamiyet alanını genişletme amacıyla yapılan savaşları da kutsamak anlamına gelmez mi? O zaman “kutsal savaş” kavramını ortaya atıp Müslümanlar üzerine yüklenen Batılı tarihçi ve oryantalistler haklı sayılmaz mı? Yoksa şehit sadece “Allah yolunda” yapılan savaşlarda canını veren insanlara verilen isim midir? Şehitliğin kutsanmasının başka sebepleri olamaz mı? Mesela 14 asırdan beri gayri müslimlerle neredeyse kesintisiz bir şekilde yapılan savaşların etkisi yok mudur bu süreçte? Dinin ve dini değerlerin motive edici bir güç olarak kullanıldığı bu zeminlerde şehitlik de tıpkı cihad gibi anlam kaymasına maruz kalan kavramlardan olmasın? Ve daha benzeri onlarca-yüzlerce soru. Ama hepsi de doğru cevaplar verilmesi gerekli olan doğru sorular. Şehitlik kavramının çerçevesinin çok net bir şekilde belirlenmesi şart, aksi halde bir taraftan yukarıda saydığımız devâsâ sorular sorulmaya, diğer taraftan “şehitlik” bazı siyasilerin ve onlara kuyruk olmayı başarı zanneden ulema sınıfının istismar alanı olmaya devam edecektir.
Uluslararası ilişkilerde savaş mı barış mı esastır sorusuna cevap aradığımız uzun yazı dizisinde açıkça belirttiğimiz gibi savaş iki ülke arasındaki anlaşmazlıkların diplomatik yollarla çözülememesi durumunda müracaat edilen en son çözüm şeklidir. Karşılıklı savaşma, ölme-öldürme ise siyasi iradenin vermiş olduğu kararlar sonucu işte bu zeminde gerçekleşen bir vakıadır. Fakat ister insanî, ister ahlakî, ister siyasî, ister hukukî hangi açıdan bakarsanız bakınız esas olan savaşma değildir, savaşmamadır. Ölme değil ölmemedir. Öldürme değil öldürmemedir. En genel manada İslami değerlerde merkezi kavram ölüm değil hayattır. Fakat ne yazık ki Hz. Adem’in evlatlarından başlayıp günümüze kadar insanlar çeşitli gerekçelerle kendilerini savaş meydanında birbirleri ile çarpışırken bulmuşlardır.
Bazıları bahsini ettiğimiz bu esasları atlayıp meseleye en sondan yaklaşmakta ve savaşı, ölme ve öldürmeyi merkeze koyarak şehadeti öne çıkartmakta, ona hayatın önünde yer vermektedir. DİB başkanının “Gençlerimizi şehitlik ve gazilik duyguları ile yetiştirmeliyiz.” cümlesini böyle okuyabilirsiniz. Halbuki sırtında Peygamber cübbesi onun makamını temsil eden bir insandan gençlerimizi hayata bağlayacak tavsiyelerde bulunmasını beklersiniz. Çünkü Hz. Peygamber (sas) şehadeti yücelttiği ve “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” dediği yerde bile merkeze ölümü değil, hayatı koyuyor.
“Nasıl?” diyebilirsiniz bana? “Bu beyan savaşı, ölümü kutsuyor, insanlara savaşa teşvik ediyor” diyebilirsiniz. Doğru, eğer hadisin sadece bu cümlesini alıp bütünü gözden kaçırır iseniz bu sonuca ulaşabilirsiniz. Maalesef tarih boyunca böyle yapan hem alimlerden hem de siyasilerden insanlar çıkmıştır. Hadisi ihtisar ederek ya da sebeb-i vürudundan bağımsız bir şekilde ele alarak savaşı ve şehadeti kutsayan, teşvik eden nice yorumlar yapmışlardır. Halbuki hadisin aslı şu. Abdullah b. Ebi Evfa rivayet ediyor: Allah Resulü (şaş) buyurdu ki: “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan savaş değil afiyet, esenlik, barış dileyin, bela ve musibetlere karşı sizi korumasını isteyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır” (Buhari, Cihad, 112; Müslim, Cihad, 19; Ebu Davud, Cihad, 891.)
Şehitlik hakkında yukarıda sorduğumuz soruların ucu açık kalmasın ve “Allah yolunda” olmanın ne demek olduğuna dair ip ucu mahiyeti taşıyacak kısa bir değerlendirme ile yazıya son verelim. İslam uleması makâsıd-ı hamse veya zarûriyyât-ı hamse dediğimiz can, mal, akıl, nesil ve din’in güvenliğini sağlamak, temel hak ve hürriyetleri muhafaza etmek, zulüm kavramı içine girecek saldırıları önlemek amacıyla yapılan savaşları meşru görmüş ve bu gerekçelerle yapılan savaşlarda ölenlere şehit, kalanlara gazi, bu savaşları da Kur’anî isimlendirme ile Allah yolundaki savaşlar adını vermiştir.
Hasılı; gerek Kur’an gerekse Hz. Peygamberin söylem ve eylemlerine bir bütün olarak baktığımızda karşımıza çıkan gerçek şudur; kutsanacak olan bir şey varsa o da ölüm değil hayattır. İster anne-baba ister dini cemaatler isterse Diyanet ve Milli Eğitim gibi devlet kurumları çocuklarına, vatandaşlarına vereceği eğitim ve öğretimi “hayat” üzerine kurgulamak zorundadır. Bütün söylemler, planlar, projelerin merkezinde hayat olmalıdır, ölüm değil.
Kimse bana şunu söylemesin; ölüm hayatın bir parçası. Elbette ölüm hayatın bir parçası ve her fani için kaçınılmaz son. Öleceğini bilmek de insan için müthiş bir bilgi. Hatta şunu diyebilirim hayat insanoğlu için ölümle değer buluyor. Ölüm olmazsa hayatın değeri belki de anlaşılmaz olacak. Fakat konumuz hayat ve ölüm hakikatinin felsefi düzlemde izahı değil. Sanırım anlaşıldı. Fazlası israf-ı kelam olacak.
Malasef politikacilar geneli itibariyle, kendi menfaat ve cikarlari geregince, somurmedikleri, dini,milli ve kulturel deger yoktur, bu da bu degerlerin sonraki nesillere cok farkli anlam kaymasi yasayarak intikal etmesidir ki; Devletin bekasi, vatan sevgisi, millet olma bilinci gibi daha bir cok deger bu yanlis aktarimdan fazlasiyla nasibi almis, dini degerler ve milli degerler bir biriyle karistirilir hale gelmis, dolayisiysa da bazi seyler kutsanarak putlastirilmasinin onu acilmistir ki, gerisi mulumunuz.
İki değerli keşimeyle yorumluyorum:Allah razı olsun.
Kelime ,üç
Millet ne derdin de siz ne anlatıyorsunuz malum iktidar yandaşları sizin yazıları okuyacak değil diğer kişilerinde derdi.başından aşkın şu meseleye biran önce çözüm bulun Avrupada bu diktatörlüğü dillendirin çözün artık şu işi sabrımız kalmadı abilerrden beklentimiz bu yönde başka yazı mazı beklemiyoruz… Saygılar….