Şehir ve hüzün

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Kuşluk vakti…

Kırk odalıdır kırık hayallerim. Koridorlarında sensizliğin ayak sesleri. Yorgun uykularında kolları kopuk analar, çocuklar gece boyu ağlamaktan bitap düşmüş kucaklarda. Hüzün usta bir hırsız gibi çekiyor elini ayağını evlerden.

Şimdi sokaklar sahne almakta.

Yağmur iniyor sessiz ve inceden… Gece boyu homurdanan bulutlar da kabaran göğüslerini sakinleştirmişler.

Yağmur, sessiz. İnce…

Gittiğinden beri ipini çözdü yağmur, olur olmaz geziniyor saçaklarında şehrin.

Her damlası bir ünleme dönüştü yaşların, satırbaşlarını isyan işgal etti yasların.

Gidenler gitsin, kırılır ama gönül koymayız. Birileri beklemeli bu şehri, bir kişi bile kalsa yeter yaşatmaya hayalleri.

Olsaydı Ferhat, delmezdi, üstüne getirirdi şehrin altını.

Bilir misiniz, kuşluk vakti ağartır en çok saçları!

Öğlen üzeri…

Acelesi var kentin. Vitrinlerde mahrem teşhirleri. Acıları gizleyemez boyalar; dökülüyor evlerin köhnemiş rimelleri. İstif istif hüzün resmigeçidi otobüsler. Otomobillerde yalnızlık senfonileri. Sokak lambaları şehrin kâtipleri.

Yağmur hançerliyor minareleri.

Soğuk duruyor rüzgâr, kabullenmiyor mesafeleri. Yalnızlık üşütüyor şehirleri. Küskün zaten güneş, nicedir asık yüzle, gözetiyor pencereleri.

Puslu bir ikindi koyuluğu geliyor ansızın. Öyledir, akşam rol çalıp durur bu mevsimde ikindilerden, erken yanar şaşkın fenerleri. Karanlık suları bölen gemi sirenleri.

Akşam örtüyor serin ve ıslak tülden karalığını şehrin üstüne. Karalık, karanlığa dönüşüyor, akrebin aceleci hamleleriyle. Karanlığın koyuluğuna akıtıyor tüm zehirleri.

Şehir susuyor… Bomboş duraklarda yalnızların unutulmuş elleri.

Ve deniz, upuzunu bir uykuda… Zaman zaman anlı kabarsa da, uzanmış, başı ağrıyor herhalde. Rıhtımları uzaktan gözetliyor hırçın bir lodos. Öfkeyle koşarak yaklaşıyor sonra, eğilip soğukluğunu alıyor suların ve yosunlaşmış yüreğine vuruyor kayalıkların.

Şehir üşüyor…

Bacalarından dumanlar tütüyor canları yananların. Titriyor hasretliklerin hayalleri.

Bu şehir, giden kokuyor her zaman.

Bacaları korkuyor geceleri, kurum soluyor ciğerleri. Sancılanıyor gece, kim bilir daha nelere gebe? Hüzün uzattıkça uzatıyor geceyi, sabır bir serum şişesinin haznesi gibi, damla damla sınıyor sabredemeyenleri.

Damarlarında yaş geziniyor yalnızların, yakıyor genizleri.

Bildikleri en yakıcı ve yanıcı madde gözyaşı… Kucakladıkça kaybediyorlar gölgeleri.

Önce bir müezzin kutsuyor şehri, sonra buruk bir ezan geziniyor izbelerinde. Birkaç dişini daha döküyor yaşlı ağaçlar. Yerlerde yaprak ölüleri.

Karanlık ve ışık, kışın harp halinde sanırım. Yazlarında pek bir romantik oluyor münavebeleri. Kazanan hep koyuluk oluyor, çünkü ordusu güçlü! Soğuk en sert muarız, en titretici savaş erleri. Şahit gösterirler camlardaki terleri.

Yalnızlık uzatıyor tüm gölgeleri. Uzanıyor ve aydınlığın kıyısında erimeye başlıyor nihayetinde.

Yorgun bir uykuya dalıyor bebeler, anneler ve yalnızlar; kimsesizliğin azat kabul etmez köleleri.

Ve gün doğuyor pencerelere…

Döngüyü tamamlıyor hüzün, kalınlaştırıyor çizgisini fasit dairelerin.

Yine sabah… Hadi, gizleyin yaralarınızı yalnızlar!

Unutulmuş bir şarkıyı mırıldanıyor dudaklar;

Kimse bilmez be canım, geceleri ağlarım!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Üstad çok güzel ifade etmişsiniz duyguları. Bunların geçtiği şehir anonim, sanki bir yaz günü gibi, her yaz şehri olabilir, ama duygular aynı, şu an yağmur yağsa da burada.

    Kuantum fiziğini anlatan, Standford, Yale, Massasshusets, Cambridge’in dünyaca ünlü kuantum fizikçilerinin anlatımlarının yer aldığı bir belgesel, bir Hint gurusunun bir sorusuyla başlıyordu.

    Din ve bilim çelişir mi? ve Hayatta en büyük tutsaklık nedir?

    Hayatta en büyük tutsaklık, aynı şehirde yaşamak, aynı monoton hayata uyanmak, aynı yollarda yürümek, aynı işleri yapmak değil demişti Hint gurusu.

    Hayatta en büyük tutsaklık, hergün hep aynı duyguları yaşamak.

    Hep aynı duyguyla uyanan, hep aynı duyguları hisseden insan, bu kısır döngüden çıkamayan insan, nerede olursa olsun, aslında tutsak insandır…demişti Hint gurusu.

    Çözüm uzaklara gitmek, yeni bir şehir, iş, çevre değil, bakış açısında demişti. Çözüm bu kadar yakınımızda, en masrafsız, en kolay çözüm üstelik.

    Bizim niyet olarak söylediğimiz husus, sanırım bu belgeselin fark etmeselerde ana fikriydi.

    Biz fark etmesekte ve aslında oluştuktan sonra artık bir önemi de kalmasa da,

    tutumlarımızı hormonlar mı belirliyor, yoksa hormonları tutumlarımız mı belirliyor, süreç nasıl işliyor, üzerine kuruluydu bu belgesle.

    Tipik bir tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar sorusu.

    Bu sorunun önemi yok, belgeselde önemsememişti, ama hergün insanın kendi bakışaçısının etkisiyle nasıl iyilik ettiğini yahut kötülük ettiğini, kendi kendimize yaptığımızı çok güzel anlatmıştı, bilimsel izahlarla.

    Nefse Zulmetmekle ilgili ayetleri hatırlayın. Aşağıda da yer verdim. Nitekim, bu belgesel, bu ayetlerin bir çeşit tefsiri.

    Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler…(Hud Suresi 101)

    ..Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (Nahl Suresi 118)

    ..Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.(Nahl Suresi 33)

    Sayın yazar, elbette, yazınızda bahsettiğiniz bu gün içindeki o kahpe döngü, bu zulmetmeyle bir değil.

    Bu duygu, Bediüzzamanın, 80 inde İstanbulu Çamlıca tepesinden bir ikindi vakti gibi izlediği ve Lemalarda anlattığı hislerle aynı.

    Bir gün bir ömürdür. Öğle öncesi bahar gençlik, gün ortası güneşli hal olgunlaşma, ikindi kemal, gün batımı da hayatın bitişi yaşlılık dönemi gibi. Gece kabir, gün ağarması da bir berzah.

    Birgün içinde yaşadığımız bu duyguyu, ilkbahar yaz ve sonbaharda da yaşıyoruz tüm mevsim boyu.

    Nihayetinde de bir ömürde.

    Bir gün bir prototip gibi bu yönüyle ve yazınızda o duyguların boyası da var.

    Bu melankoli doğamız, Üstadda kaçamamış, melankoli iyidir bazen.

    Yine de belgeselin linkiyle bitireyim.

    Bu belgeseli izleyin derim.

    Nefsine zulmetmek, eşyanın hakikatına varmak… üzerine tefsir ötesi bir tefekkür mü istiyorsunuz.

    Buyurun size linki. Bu belgeseli izleyin.

    Çayınızı hazırlayın ve seyre başlayın.

    https://www.youtube.com/watch?v=7aBACeKk1wk&t=1s&ab_channel=EzberBozanVideolar

    Linklere tıklamaktan korkanlar için, 🙂

    Youtube, da, tavşan deliğinden aşağı full yazın oradan türkçe çevirili olanı muhakkak görüceksiniz.

    İyi seyirler.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin