YORUM | UĞUR TEZCAN
Bir önceki, seçim günü yayınlanan yazımda ‘’Seçim sonucu umut verir mi?’’ başlığı altında birtakım ihtimaller üzerinde durmuş ve yazıyı aşağıdaki ifadelerle bitirmiştim:
“Peki, beklentileri ve ihtimalleri aş ve seçimlere öyle bak, o zaman ne diyeceksin diye sorarsanız o durumda da şunu derim. Erdoğan’ın saydığım konumlarından ve kullanışlılığından dolayı alacağı bir destekle seçim hilelerine tekrar göz yumulacağı ve yeniden seçilmesine olanak sağlanacağı bir Türkiye ihtimali biraz daha yüksek görünüyor.”
Seçim sonuçlarında da gördüğünüz gibi gelişmeler tam da beklediğimiz gibi oldu. Yasal olmamasına rağmen üçüncü kez aday olmasına, hem de diplomasız bir şekilde, izin veren bir sistem var ortada. Seçimin her iki ayağına da bu sene de çok ciddi sahtekârlıklar ve seçim hileleri karıştı. Muhalefet, sonuçları yine çabucak tanıdı. CHP içerisinden Tuncay Özkan gibi isimler üzerinden seçim sonuçlarının kamuoyunca kabullenilebilmesi yönünde AKP’ye açık destek verildi. Kılıçdaroğlu ekibi gelişmeleri kabullenmek zorunda kaldı…
Bizler gibi insanlar ‘kulislerden’ aktarılan doğru veya yanlış bilgilerle beslenen insanlar olmadığımız için görüşlerimizi dışarıya yansıyan haberlere, yıllarca biriktirdiğimiz bilgi ve tecrübelere, insan psikolojisi ve sosyolojisinin toplumsal ve politik yansımalarına, dünyadaki başka birtakım gelişmelerin fısıldadığı hakikat kırıntılarına dayandırıyor ve hadiselere onlara göre bakmaya çalışıyoruz.
Bizim tarafımızdan gelişmelere bakan bazıları Ergenekon tarzı bir örgütlenmenin artık fonksiyonelliğini yitirdiğini, Erdoğan etrafındaki oluşumun onu artık ele geçirdiğini ve dolayısıyla da yaşanan her şeyden neredeyse tek başına ve bizzat Erdoğan ve çevresinin sorumlu olduğunu düşünüyorlar. Yani kaynağa ve sürece değil neticeye odaklanıyorlar. Atatürkçü ve liberal kesimlere kaydığınızda zaten önemli miktarda insan Ergenekon tipi bir örgütlenmenin varlığına bile inanmıyor ki Ergenekon ve etrafındaki algı operatörü medya ve isimlerin en büyük PR başarıları da kanaatimce budur: Ülkenin eğitimli önemli bir kesimini kendisinin olmadığına inandırabilmişken başka bir grup eğitimli insanı da bu ülkenin vatansever, rejim koruyucusu, asli unsuru olduğuna inandırabilmesidir.
Bundan farklı düşünen benim gibilerse konuya hem sebep hem netice hem de süreç üzerinden bakmaya çalışıyorlar. Yani, Erdoğan’ın derin mekanizmalar ile iş birliği içinde hareket ettiğini, sistemi ele geçirmekten ve Ergenekon tipi alt oluşumları egale etmekten ziyade o alt uygulayıcı ekiplerin yularını elinde tutan etkili kesimlerle farklı bir entegrasyon ve simbiyotik ilişki içine girdiğini dikkate alıyoruz. İnsanlar Ergenekon davalarında suçları ortaya dökülen bazı isimler üzerinden yürütülen tüm katliam, kanunsuzluk (illégalité) ve mafyasal eylemler bütününü derin devlet ile eşitleme yanlışı yapıyorlar. Erdoğan etrafında gelişen ve tüm bu kanunsuzlukların baş aktörü konumuna yükselen yeni örgütlenmeye bakınca da Erdoğan’ın artık Ergenekonu da, ‘derin’ denilen yapıyı da yani her şeyi ele geçirdiğini zannediyorlar. Oysa o yapılar gelişen konjonktürler gereği uygulama ve örgütlenme boyutunda taşeron olarak kullandıkları araçları değiştirmekte beis görmezler. Bazı hücreleri uykuya çekip, yeni oluşumlar üzerinden yeni patikalar, yeni kazanç kapıları veya kontrollü nüfus alanları açabilirler kendilerine… Seçim öncesinde bu derin ekibe yakın oldukları net olan iki mafyacı ismin çıkıp Erdoğan ve AKP etrafında dönen birtakım yolsuzlukları ifşa ediyormuş görüntüsü vermeleri seçim öncesi el altından bir takım at pazarlıklarının yapıldığı izlenimi veriyordu. Pazarlıklar sağlıklı sonuçlar vermiş olmalı ki AKP’nin seçim hilelerinin üzerine gidilmedi ve Erdoğan’ın yeni dönemine geçiş izni verildi. O isimlerden seçimin ardından başka hiçbir ‘ifşaat’ da gelmedi zaten.
Öncelikle, Ergenekon ifadesi tutanaklara da yansıdığı gibi derin devlet oluşumunun uygulayıcı bir alt unsuru sadece; bizzat kendisi değil. Ama kolaylık açısından bugün Ergenekon denilince derin devlet denilen mekanizma kastediliyor. Ergenekon davalarına yansıdığı şekliyle, adalet mekanizmasına sunulan deliller ışığında yargıya taşınan isimler etrafında şekillenen alt grup-eylemci kadro o yapının çok çok küçük bir kısmı yalnızca. Erdoğan etrafında oluşan yeni mafyatik oluşum, evet, büyük oranda bu Ergenekoncu alt hücre yapı ve mafya oluşumlarının alternatifi haline geldi, bu doğru! Önceden bu alt yapıların kontrolünde olan birçok mafya, rant ve kaçakçılık kanalı son yıllarda büyük oranda AKP mafyası ve organizasyonu etrafında şekillenme yoluna girdi ve hatta daha da büyüyerek devletin ana damar eylem ve yapılanma kanallarına dönüştü. MİT bile enerjisinin önemli bir kısmını bu işlere ayırıyor artık. Tüm bu gelişmeler aynı zamanda doymak bilmeyen AKP’li mecralara çok büyük bir nüfuz ve gelir alanı açıyor, kazandıkça iştahları ve hırsları daha da derinleşiyor. AKP iştahı artık bir kara delik haline dönmüş durumda ve normal politik gelişmelerle bunun durdurulabileceğini de sanmıyorum.
Daha önceki yazılarımda da iddia ettiğim gibi AKP, bu derin yapı ile anlaşmadan, belli isimleri beslemeden, belli iç ve dış dinamiklerle birtakım simbiyotik ilişkiler içine girmeden bu kadar büyük bir mafya ve kaçakçılık ağı kurabilir miydi ve bunu 21 yıl boyunca devam ettirebilir miydi; bu sosyal politik yönden ele alınması gereken ciddi bir konu. Bazı dostlar olayın bu yönünü görmezden gelip, “AKP güçlendi ve her şeyi ele geçirdi, Ergenekon filan kalmadı” şeklinde özetlemeye ve bu şekilde düşünmeyenleri ‘komplocu’ olmakla itham ediyorlar. O yüzden açıklamaya devam edelim.
Derin yapılar her ülkenin gerçeğidir. Bunlar son derece pragmatik, dalgalı ve katmansal yapılardır. Doğru olan bu yapıların varlığını dile getirenleri komploculukla suçlamak değil, gerçekte var olan sorunlara çözüm üretmeye çalışmaktır. Bunun karşısındaki insanlara düşense kendilerini salt mazeret üretmeye, sürekli dış etkenleri suçlamaya ve şikâyet etmeye odaklamamaktır. Çünkü o da bir kısır döngüdür ve son derece sağlıksız bir zihni ve ruhi duruşa işaret eder.
Yoksa dediğim gibi bu tür bir yapı Türkiye bağlamında da kesinlikle vardır. Erdoğan’ın yayılan nüfusuna rağmen hala aktif ve sistem üzerinde etkindir. Erdoğan nasıl son derece pragmatist bir lider ise bu yapı da son derece hatta daha da kabiliyetli bir şekilde pragmatisttir. 2012 yılında yazdığım gibi gerektiğinde kabuk değiştirmesini de yeşil libas giymesini de Kemalist cübbeyi çıkarıp imam cübbesi giymesini de bilir ve bunda bir mahzur da görmez. Son seçimin ardından kurulan yeni kabine oluşumuna bakarsanız zaten o yapının izlerini görebilirsiniz. Seçim sürecinde Kılıçdaroğlu’nun bizzat etrafındaki Tuncay Özkan gibi isimler üzerinden nasıl ihanete uğratıldığını ve CHP mekanizmasının yaşanan seçim hileleri karşısında nasıl felç halinde bırakıldığını izlediniz. Ergenekoncu çevrelere yakın Oda TV’ler, Sözcüler bile Erdoğan’a çalıştılar. Seçim hileleri ve demokrasiye vurulan darbe, Batılı organizasyonlar tarafından da hep olageldiği şekliyle yine görmezden gelindi.
Yani seçim sonucunda hiçbir şeyin değişmediği bir kez daha görülmüş oldu. Kısaca dünya üzerinde etkin olan son derece pragmatist bir zihniyetle hareket eden derin ve çıkarcı tüm kurum, ülke ve gruplar Erdoğan’ın varlığından son derece memnunlar ve gemi istedikleri rotada gidiyor iken kaptan değiştirmek istemiyorlar. Olan; kaptanın kendisine ait ‘ulvi’ bir gaye ile gemiyi ele geçirdiğini ve gemiyi kutsal bir mekâna götüreceğini zanneden zavallı Müslüman çevrelere oluyor. Geminin aslında su aldığını, batmakta olduğunu ve rotasının da gerçekte çok daha başka yerlere ulaşmak üzere belirlendiğini geç de olsa anlayacaklar nasılsa!
Erdoğan’ın ve AKP’nin kullanım süresinin biteceği an geldiğinde, yeni tasarımlar ve yeni tiyatrolar sahnelenmeye başlandığında farklı senaryolar şekillenebilir. Böylece insanlar, umut edilir ki, siyasi aktörler değişse de aslında ülkede hiç değişmeyen bir bozuk düzenin olduğunu daha net bir şekilde idrak edebilirler. Bizler şimdilik bir dönem daha Erdoğan tiyatrosu izlemeye devam edelim.