YORUM | AHMET KURUCAN
Literatürde seçici okuma şu şekilde tarif ediliyor: “Daha az kelime ve sözcük okuyarak, yazarın düşünce ve fikir bütünlüğünü görmeyi sağlama. Buradaki amaç metni çok ince ayrıntıyla inceleme değil genel hatlarıyla bilmedir.” “Şairlerin, yazarların, bestecilerin eserlerinden alınmış, seçme parçalardan oluşan eser” anlamındaki “seçki” ile kısmen irtibatı olan bu seçici okuma türünün benim okumakta olduğunuz yazımda bahsedeceğim seçici okuma ile alakası yok ya da yok denecek kadar az.
Şöyle giriş yapayım: Bir tarih hocası düşünün ve size tarih boyunca kurulmuş Türk devletlerinin tarihini anlatıyor olsun. Fakat bu hoca aynı zamanda Türk ırkının üstünlüğüne inanan, atalar kültü diye adlandırabileceğimiz çerçeve içinde mazide atalarının yaptığı her şeyi ama her şeyi olumlayan bir zihniyete sahip. Dolayısıyla tarihte cereyan etmiş hadiseleri anlatırken artısı ve eksisi, getirisi ve götürüsü, doğrusu ve yanlışı, sebepleri ve sonuçları ile vakıayı olduğu gibi anlatma yerine sadece olumlu yönlerini anlatıyor. Sürekli onları kutsayıcı bir dil kullanıyor. Onu dinleyince zannediyorsunuz ki atalarımız sanki Allah’tan her an vahiy alan ve hiç yanlış yapmayan melekler.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
“Bugünün yanlışları dünün doğruları olabilir” demeyin lütfen. Bunun farkındayım. Hatta ilavede bulunayım bugünün doğruları dünün yanlışları olabilir. Bu sebeple olsa gerek her bir dönem kendi gerçeklikleri ve toplumsal telakkileri içinde değerlendirilmelidir. Ben bundan bahsetmiyorum. Bugün yanlış olduğu gibi dün de yanlış olan evrensel insani ve ahlaki değer, ilke, prensip ve normlara aykırı olan şeylerin doğru diye anlatılmasından ve bunun canhırâşane müdafaasının yapılmasından söz ediyorum. Toz kondurmuyor atalarına ve ataların yanlış dahi olsa yaptıklarına. Devlet-i ebed müddet uğruna “siyaseten katl” deyip şehzade kardeşlerin katli diyeyim siz gerisini anlayın. İşte benim seçici okuma dediğim husus bu.
Türk tarihi deyip kısmen milliyetçilik kokan bir çerçevede verdiğim bu örnek din renginin daha ağır bastığı Müslümanların tarihi için de geçerli. Özellikle tarihinin siyasi boyutunda yerini alan hadiseler anlatılırken velev ki bizden asırlarca önce bile yaşamış olsalar inanç ortak paydasında buluştuğumuz Müslümanlar dile getirilirken onların sürekli olumlu yanlarına vurgu yapıp dünün ve bugünün insani ve ahlaki kriterlerine göre kabul edilemez olan yanlışlıklarını olumlama. Aslında bu yaşanmış bir tarihi değil ideolojik bir tarih kurgusu ve o kurgunun anlatımıdır. Tabii ki dile getirilen hadiseler uydurulmuş değildir ve tabii ki bugün bile bizim göğsümüzü kabartan olaylar yaşanmıştır. Ama bu doğrunun tamamı değildir. Belki yalan söylenilmiyordur ama doğrunun tamamı anlatılmayınca, resmin tüm karelerini birden görme imkânı da ortadan kaybolur.
Ne olur böyle olunca? Bu anlatım süresinin uzunluğu-kısalığı, sistemik oluşu-olmayışına göre babadan oğula, anadan kıza, nesilden nesile intikal eder. Belki bir nesil yetişir bu zihniyetle. Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” şiirinde dediği gibi Türk bayrağını o kadar yüceltir ve o kadar kutsar ki “Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım” bile der insan. Ya da Hz. Peygamber’e arkadaşlık etmiş sahabinin adını anarken başına saygı ifadesi olarak kabul edilen “Hazret” ifadesini kullanmayanları adeta lince uğratır.
Sonra? Sonrası çok fena. Sonra gün gelir gerçekler bütün açıklığı ile gün yüzüne çıkar. İdeolojik o kurgusal tarih, tarihin çöplüğüne atılır ya da atılmak zorunda kalır. Söz gelimi Merhum Halil İnalcık gibi, Ahmet Yaşar Ocak gibi araştırmacı tarihçiler çıkar ideolojik ve popüler tarihçilerin pabucunu dama atar yaptıkları yayınlarla. Ya da İslam tarihi içinde sahabenin de siyasi ve iktisadi çıkarlar için gerektiğinde birbirleriyle savaş ettikleri hakikati kendini gösterir. Daha düne kadar akıllarının ucundan dahi geçmeyecek, duydukları zaman “Herkes yapar, onlar yapmaz” deyip yücelttikleri kişilerin etten kemikten varlıklar olarak tıpkı günümüzde olduğu gibi bir iktidar ya da menfaat uğruna inandıkları değerlere muhalif hareket ettiklerini öğrenir ve dünyaları başlarına yıkılır.
Hasılı, tarih inanç alanı değildir. Tarih tarihtir. Doğrusu ile yanlışı ile bir bütün olarak ele alınmalıdır. Sadece olumlu yanlarını ele alıp onu kutsama tarihe öykünme hatta ona tapma anlamını taşır. Gerçeklerin er veya geç ortaya çıkma huyu vardır denilir bilindiği üzere. Gerçekçi olmak, kim olursa olsun doğruya doğru eğriye eğri diyebilmek insani bir erdem olmanın çok çok ötesinde insanlık görevidir.
Seçici okumada söyleyeceğim ikinci husus ise şu: Bir yazar düşünün mesela ehli kitap kavramı ve o kavramın anlam haritası içinde kendine yer bulan din mensupları adına bir genellemede bulunmuş olsun. Bir örnek üzerinden daha açık ifade edeyim: “(Ey Peygamber!) Dinlerini benimsemediğim müddetçe Yahudiler ve Hıristiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklar” ayetini kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlar ile Yahudi ve Hıristiyanları içine aldığı şekliyle yorumlamış. Dolayısıyla ayetin muhatabı Efendimiz ve ona iman etmeyip aksine birlikte yaşama adına yapılan anlaşmalara uymayan, hatta düşmanca muamelede bulunan Yahudiler ve Hıristiyanlar olduğu halde bunu kıyamete kadar gelecek her bir Yahudi ve Hıristiyan olarak yorumlamış. Sonra aradan zaman geçmiş. Yaptığı okumalar, hayatın tabii akışı içindeki ehli kitapla karşılaşmaları neticesi bu genelleyici görüşünden vazgeçip “Burada söz konusu olan dini kimlikler değil düşmanca muamelede bulunma vasfıdır. Bu vasfa sahip olmayan ayette anlatılan Yahudi ve Hıristiyanlarla bir kabul edilemez” demiş ve bunu da kamuoyuna deklare etmiş, “Eski görüşümden vazgeçtim, ben yanılmışım,” demiş.
Şimdi o yazardan alıntı yaparken sonraki görüşünü değil de ilk görüşünü alma ve onun üzerinden “Vurun abalıya” mantığı ile yorumlar yapma, yazılar kaleme alma akademik dürüstlüğe sığar mı? Bırak akademik insafı, insanlığa sığar mı? İlave edeyim isterseniz; insafa, vicdana, ahlaka ve insanlığa sığar mı? “İnsan düşüncesinin esiri olmamalı, evrensel sabitelerden sapmaksızın değişen arka plan şartlarına göre düşüncesini yenileyebilmeli” diyen ve haklı olarak bunu müdafaa edenlerin “Ben yanılmışım” dediği görüş üzerinden o kişiyi itibarsızlaştırmaya çalışmaları çifte standart değil midir?
Kim burada örnek verdiğiniz kişiler diyebilirsiniz? Polemik konusu olmasın diye şahıs ismi vermek istemiyorum. Kaldı ki versem bile o kadar çok o kadar çok ki en yakın çevrenize hatta aynaya bakmanız yeterli.
Dinlerini benimsemedikleri muddetce, (kendilerini dindar olarak tanimlayan) Yahudilerin ve Hristiyanlarin, Muslumanlardan hosnut olacaklari ya da olduklari kanaatine nasil vardiniz?
Bu konuyu arada gecistirmis, “yooh daa neler.. tabii ki hosnut olurlar” varsayimini okurlariniza bir dogru olarak servis etmissiniz de, siz nasil boyle bir kanaate vardiniz?
Allah’in (C.C.) ayetine yaklasiminiz ne kadar da bayagi… Ben utandim sizin adiniza.
Bu arada, o ayetin butunu su sekilde: “Sen onların dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki: ‘Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.’ Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır.” (Bakara, 120)
Farkinda misiniz (ki biz gayet farkindayiz); yine bir ayeti, baglamindan koparip, yarim nakledip, satmaya calistiginiz bir fikre dayanak yapmaya calismissiniz.
Diger taraftan, gunumuzde ya da Asr-i Saadetten bu yana, muslumanlarla iyi gecinegelmis yahudileri ve hristiyanlari, argumaniniza delil olarak mi goruyorsunuz?
Bu ayet Efendimize (SAV) nazil oldugunda, oncesinde ve sonrasinda, muslumanlarla iyi gecinen yahudiler ve hristiyanlar yok muydu? Vardiysa, ki vardi, Allah’in ayetini mi yalanliyorsunuz o halde?
“hayatın tabii akışı içindeki ehli kitapla karşılaşmaları neticesi” karşılaştığı kimi hristiyan ve yahudilerin kendisinden hoşnut olması yeterli değil mi o ifadeler için? Şahsen bir müslüman olarak benden hoşnut olan çok ehl-i kitap tanıdığım var.
Ilgili ayeti, yazarin naklettigi ve bahsettigi kisinin muhtemelen gordugu gibi, baglamindan kopuk, ve yarim yamalak ele alirsaniz, “hayatin tabii akisi icindeki ehli kitapla karsilasmalari neticesi” tecrube ettiginiz/ettikleri olumlu etkilesimlerin, o ayette bahsi gecen “hosnut” olmayacaklari hukmunu curuttugunu dusunmeniz, ve oyle de yanilmis olmaniz sasirtici degil.
Ayetin butunune baktiginizda, hosnut olup olmamanin bagli oldugu sartlar, ve buna mukabil muslumanin sergilemesi gereken tavir gayet net. Oyle de, ne yazarin, ne de bahsini ettigi kisinin yaptigi yanlis cikarimla alakasi olmadigi goruluyor.
Bravo Sn. Kurucan, cok guzel ifade etmissiniz. Vurun abaliya meselesi malesef bizim gibi toplumlarin gayri ahlaki davranislarindandir. Babasi (Ebu leheb) yuzunden ayiplanan, hem Efendimizin (sav) yegenleri hem de sahabe olan ablalarimizla alay edip kalplerini kirarak Nebevi ikaza maruz kalanlarin benzerleri de, malesef cevremizde cok fazla. Ne guzel demissiniz yazinizda (“İnsan düşüncesinin esiri olmamalı, evrensel sabitelerden sapmaksızın değişen arka plan şartlarına göre düşüncesini yenileyebilmeli” diyen ve haklı olarak bunu müdafaa edenlerin “Ben yanılmışım” dediği görüş üzerinden o kişiyi itibarsızlaştırmaya çalışmaları çifte standart değil midir?). Hatta cifte standarttan daha fazlasidir… Vesselam
Yanlis bir fikir sedrederek dogrunun inkisafina sebep ise, yanlis yapalim.. IMHO
Ailede, eğitim kurumlarında ve sohbet odalarında, evlatlarımıza, öğrencilere ve arkadaşlara, şanlı Türk Tarihine mührünü vuran cennet mekan atalarımızın ve ceddimizin “inancı, yiğitliği, cesareti, ahlakı ve adaleti” niye anlatılır. Onlar gibi, mensubu olduğu milletine ve insanlığa faydalı ve yararlı olsun, diye anlatılır. Siz, HE sohbetlerinde ve kitaplarında ceddine ve atalarına toz kondurduğunu gördünüz mü? Her zaman sohbetlerinde Efendimizi güzide ashabını ve onun yolundan ayrılmayan atalarımızı örnek vermiştir. Cenabı Allah’ın katında İzzet ve İffet sahibi güzide insanların hatıraları da güzide olur. Öyle de yad edilir. Vesselam
Doğrusunuz ama kaçırdığınız bir yer var. HE, hoca efendiliğini yapmaktadır. Onun konumunda, tarihi eyip bükmek fayda sağlamaz. Kalabalıklarla bunun tartışmasını yapamaz belki dar dairede talebeleriyle yapıyordur. Ahmet bey öğrencisi olma hasebiyle daha iyi bilecektir…
HE, hitap ettiği kitleye daima zorluklara karşı gayreti övmekte. Zor zamanlarda insanlığın iftihar tablasunun, sahabenin, tarihi şahsiyetlerin duruşunu anlatmak ve bunlara dair örnekler vererek, çağımıza göre bunları yorumlamaktadır. Genel olarak ondan beklenende, yapması gerekende bunlar ama dar dairede aynı mıdır tartışılır. Ayrıca onun bir hareketin lideri olarak kalabalıklara karşı bir temsiliyeti olduğunu da unutmamalı. Bu haldeyken kalabalıkların sevdiği tarihi şahsiyetleri, olayları nasıl eğip bükebilir, tarihin arka odalarına nasıl girebilir? Sallallahu Aleyhi Veselle min de genel planda ayrı uygulamalarının, dar dairede az bilinen ayrı uygulamalarının bulunması da böyle bir tutumu varsa buna örnektir…
Hani Hulki Cevizoğlu’nun bir programı vardı. Cevizoğlu iki konuk alırdı. Biri Osmanlıyı eleştirmek için seçici okuyan, diğeri de yüceltmek için seçici okuyan konuk olurdu. Cevizoğlu eleştirenden yana tavır koyduğu için psikolojik üstünlük hep eleştirende kalırdı. Hatta sürekli dönen bir jeneriği vardı. Osmanlıyı yücelten ‘Osmanlı kimseyi boğmamıştır’ der, Cevizoğlu da ‘Yakmış mı?’ diyerek ağzının payını verirdi.
Yıllar geçti, ortada durmayı bi türlü öğrenemedik. Yüceltmenin de, yermenin de gerçeği işgal etmek anlamına geldiğini anlayamadık. Her işgal, bizi diğer tarafın seçici okumasına ve işgaline savurdu. Her şeyin bir sebebi vardır. Merak eder araştırırsanız, savrulmayı tekrar tekrar yaşamazsınız. Biz illa tekrar yaşamak istiyoruz.
Osmanlı’yı yüceltme, Cumhuriyet devrinin devlet eliyle Osmanlıyı yok edercesine yermesinin bir sonucudur, savunulacak bir tarafı yoktur, ama anlaşılması gereken bir psikolojisi vardır. Günler, yıllar, asırlar geçer, dünya değişir, kurallar değişir, ama insan psikolojisi hep aynıdır. O psikolojiyi hesaba katmadan yargılayamazsınız. Elbette cumhuriyetin Osmanlıyı yermesinin de anlaşılması gereken bir psikolojisi vardır ve hesaba katılmalıdır.
Bugün geldiğimiz nokta itibariyle Ahmet Şimşirgillerin tezleri bitmiştir. Bugün Osmanlıyı ne kadar çok yüceltirseniz o kadar çok deist, ateist üretirsiniz. Ayşe Hürgiller gibi Osmanlıyı yerdiğiniz takdirde de, deistliğe, ateistliğe adım atanların nefsine hitap eder, dönsem mi diyen adama Hoş geldin, nereye burası çok güzel dersiniz.
Hizmet de, metodolojisindeki pragma yüzünden özellikle dindar veya milliyetçi tabanını gaza getirmek için biraz da cumhuriyetin yerici propagandasının bir ürünü olarak Osmanlıyı yücelten seçici okumadan yana tavır aldı. Eğer isterseniz bu durumu bilimsel bir eğitimle halledebilirsiniz. Ama isterseniz.
Bugün Osmanlıyı yücelten seçici okumaya eleştiri getirenlerin derdi bu değil maalesef. ‘AKP bugün yaptıklarını işte bu geçmişten esinlenerek yapıyor’ dediğiniz andan itibaren bu iş art niyete girer. AKP Osmanlıcı değildir, İslamcı da değildir. Bunları istismar eden popülist bir partidir. İslamcıların bile beslendikleri kaynaklar Osmanlıya değil, işgale uğramış Mısır’a, Pakistan’a ve İrana dayanır. Bunu zilyon kez söyledik ama görmek istemeyen göz görmek istemiyor. Kurttan darbeyi yiyen kuzu yine kurdun önüne koşuyor.
Ahmet Kurucan, kimlere hitap ettiği belli olmayan, tırnak içine aldığı ifadelerin hiçbirinin alıntı mahiyeti taşımadığı yazısında genel itibariyle Osmanlıyı yerenlere sahip çıkıyor izlenimi veriyor, yer yer kendi kendiyle ters düştüğü yerler de var. Hatta ayetleri bile kendi yorum süzgecinden geçirdiği halde sanki Kuranda o şekilde geçiyormuş gibi yazması düşündürücü. Son cümle ise baya ilginç: Yazar dışında bütün dünyanın aynaya bakması gerekiyor!
Sayın Kurucan, daha önce de rastlamıştım, yazılarınızda “gerçeklerin er veya geç ortaya çıkma huyu vardır” denildiğini ifade ediyorsunuz. Siz gerçekten de buna inanıyor musunuz?
“Hristiyanlar, Hz.İsa’nın Allah’ın oğlu olduğuna inanıyorlar” diye biliyordum. Halkının önemli bir kısmı Hristiyan kültüründen gelen insanlarla yaşamaya başladığımda öğrendim ki, Hristiyanların neredeyse %90’dan çoğu o Allah’ın oğlu dediklerine (haşa) Allah’ın cisimleşmiş hali diye tapıyorlarmış; yani üçlü teslise iman, bunu da içeriyormuş. Hz. İsa’nın (AS) Allah’ın oğlu olmadığı gerçeği 2000 yıldır ortaya çıkmamış.
Tıpkı binlerce yıldır Budha’ya tapmanın doğru olmadığı gerçeği gibi…
Bu gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkacağını söylerken “ötelerden” mi bahsediyorsunuz?
HE’nin, cami kürsüsünden kalabalığa seslenirken, onlara hizmet şevk ve ümidi aşılama ve önlerine geçmişten rol model koyma gayesiyle seçici bir tarih anlayışı ile hareket etmesi pragmatik bir durum. Hakikatin tamamına muvafık gelmediği de doğru. Ancak o kürsünün amacının, bütüncül tarih anlatısı olmadığı da bir hakikat. Bunun yeri universite kürsüleri ve tarih kitaplarıdır.