YÜKSEL DURGUT | YORUM
“Medyanın çoğu, arada bir onurlu istisnalar dışında, kurulu düzenin ve gücün bir uzantısıdır.”
Bu sözler kısa süre önce hayatını kaybeden özellikle medya çalışanlarının yakından tanıdığını düşündüğüm Avustralyalı gazeteci, yazar ve belgesel yapımcısı John Pilger’e ait. Pilger, emperyalist ve sömürgeci bir gündemle hareket ettiğini düşündüğü Amerika, Avustralya ve İngiliz dış politikasını eleştiren tanınmış bir gazeteci. Pilger, şöhretinin zirvesindeyken baskıcı rejimlerin savunuculuğuna soyunmuş olsa da insan hakları ihlallerine karşı ilkeli bir savunucuydu.
Kendi ülkesinin Avustralya yerlilerine yönelik muamelesini eleştirdi. Kendisini uluslararası alanda bu kadar bilinir yapan ise Kamboçya soykırımına ilişkin haberleri oldu. Vietnam’a yaptığı bir ziyaret sırasında çektiği 1970 yapımı Sessiz İsyan ile başlayan belgesel yapımcılığı 50’den fazlasıyla devam etti.
“Bir gazetecinin, verdiği haberin gizli amacını ve bu haberi besleyen mitolojiyi anlamadan kendisini sadece bir haberci olarak görmesi yeterli değildir.” diye yazmıştı X’teki profilinin altına. Yazdıkları her zaman desteklenmese de araştırmaları sonucunda ortaya koydukları hayranlık bırakan bir gazeteciydi ve 30 Aralık’ta 84 yaşında hayatını kaybetti.
Pilger’in çalışmaları bir zamanlar, gazetelerin milyonlarca sattığı ve sadece üç kanallı karasal televizyonun olduğu bir dönemde yazılı ve görsel medyada büyük bir figürdü. Siyasiler ve uzmanlar Pilger’ı gazeteciliğin etik değerlerine sadık olması ve dürüstlüğü nedeniyle överlerdi ancak izlediği politikalarını asla kabul etmezlerdi.
Pilger aslında araştırmacı bir gazeteci değildi, çünkü hiçbir zaman araştırmalar yapmadı. Bir zamanlar onunla yakın çalışmış bir muhabirin söylediği gibi, Pilger bulmak istediği şeyi arayan bir polemikçiydi. Neredeyse 60 yıllık mesleki hayatı boyunca, George Bush ile anılan pek çok karanlık noktayı korkmadan aydınlatarak, ana akım Batı medyasının çarpıtma haberlerinden gizlenen birçok gerçeği de gözler önüne serdi. Hakikati dile getirme anlayışı gereğinden fazla istismar edildi, ancak Pilger gerçekten de bu uğurda çaba sarf eden ve gözle görülebilir farklar yaratan birisi olarak öne çıktı.
Habercilik alanında çok sayıda katkı sağladı. Vietnam’daki Amerikan birlikleri arasında çıkan ve ABD’de gündeme getirilemeyen küçük ama önemli isyanların anlatıldığı Sessiz İsyan belgeseli bunlardan birisidir. İlk görev yeri olan Vietnam hakkında, “Oraya bunun yanlış bir savaş olduğunu düşünerek gitmedim. Sadece hakkında çok az şey biliyordum.” şeklinde yorumlamıştı. Kızıl Kmerler tarafından gerçekleştirilen katliamların ortaya çıkmasını sağlayarak ‘Sıfır Yılı: Kamboçya’nın Sessiz Ölümü’ adlı yürek yakan haberleri ekrana getirmişti.
Sıkıntılı dönemler de geçirdi. İngiliz hükümetlerinden, ABD Dışişleri Bakanlığı ve CIA’den ve hatta İsrail lobisinden gelen tehditlere karşı direndi. Pilger, 1970’lerin başında İsrail işgali altındaki toprakların yaşadığı soruna odaklandı. Palestine is still the issue (Filistin hala sorun) başlıklı iki belgeseli neredeyse 30 yıl arayla yayınlayarak değişen pek bir şeyin olmadığını gözler önüne serdi.
Kendisiyle yapılan bir röportajda, “Filistin hala sorun” belgeselini, bugün yeniden çekmek zorunda kalsaydınız, nasıl bir isim verirdiniz?” şeklindeki soruya, “İlk belgeselimi 1974’te yapmıştım ve ismi “Filistin hala sorun” idi. Sonrakini 2002 yılında çektim ve adına “Filistin hala sorun” verdim. Eğer bir tane daha yapacak olsam adına yine “Filistin hala sorun” adını verirdim.” cevabını vermişti.
G.Afrika, Irak, Filistin, Myanmar, Nikaragua, Venezuela, Çekoslovak Cumhuriyeti ve Ukrayna konularında gazetecilik örnekleri ortaya koydu. Robert F. Kennedy suikastına metrelerce uzaktan tanık oldu. Memleketi Avustralya’ya olan ilgisi, sömürgeleştirilmiş kıtanın yerli halkına yapılan korkunç muameleyi birkaç belgesel serisiyle yayınladı.
Pilger, gerçeği propaganda ya da halkla ilişkilerden ayırmak ve gördüklerini haberleştirmek için zorluklara -çoğu zaman kendi hükümetlerine ve müttefiklerine- meydan okuyan Batılı gazeteciler ekolüne mensuptu. Savaşı Durdurun Hareketi’nin ve Filistin davasının sıkı bir savunucusuydu. Vietnam savaşı gazeteciliğinden, Irak’a kadar savaş karşıtı bir sesti. Zengin ve güçlülerden, gösterişlerinden ve ikiyüzlülüklerinden nefret ederdi. Sol kesimdeki korkaklardan ve hainlerden de nefret ettiğini sıklıkla dile getirirdi.
Hayatını kazandığı mesleğinin asıl önemli noktasını, “Uluslararası alanda acı ve kötülük olsa da, bir gazetecinin görevi, kişisel önyargıları ve kısmi bilgileri bir kenara bırakarak, dünyayı olmasını istedikleri gibi değil, olduğu gibi anlatmaktır.” şeklinde özetledi.
İki kere Yılın Gazetecisi ödülünü almıştı. Medyanın çoğunun, istisnalar dışında, kurulu düzenin ve gücün bir uzantısı olduğunu söyleyen Pilger’i doğru olmadığını bildiği şeyleri aktaran, doğru ve önemli olduğunu bulduğu şeyleri saklayan ve bunu yıllarca ideolojik nedenlerle yapan birisi olarak tanımlayanlarda var. Kariyeri ödüllerle dolu olan Pilger’i insanların çektiği acılara kayıtsız kalmakla suçlayanların sayısı da az değil.
Son röportajında, “Filistin hakkında haber yapmak ne kadar zor ve BBC gibi kanalların bu konuda tarafsızlık arayışına ne diyorsunuz? Sahada durum bu kadar dengesizken bir gazeteci tarafsız olabilir mi?” şeklindeki soruya şu cevabı vermişti;
“Bu kelimenin sözlük anlamı boşaltıldı. Tarafsız artık taraflı anlamına geliyor; Batılı bir bakış açısını yaymak anlamına geliyor ve Orta Doğu’yu ele alırken İsrail’in bakış açısının doğru olduğunu anlamak anlamına geliyor. BBC muhabiri olarak buna aykırı davranırsanız başınız belaya girer. Tarafsızlık, ‘savaş – barıştır’ gibi Orwellvari bir ifadedir. BBC muhabirleri sterilize etmeyi öğrendi. İsrail-Filistin arasında bir ‘çatışma’ var. Eğer Filistin’in haberleştirilmesinde ölçüt hukuk olsaydı, haber tamamen farklı olurdu.
‘Savaş’ gibi basit bir kelime bir aldatmacadır. Savaş, az ya da çok eşit güce sahip iki tarafın karşı karşıya olduğu anlamına gelir. Batı ne zaman Suriye’ye ya da İran’a saldırmakla tehdit etse ‘savaş’ kelimesi kullanılıyor. Ortada bir savaş yoktur. Saldırı tehdidi vardır ve işgal vardır. Batı Irak’a saldırdığında savaş yoktu. Karşı çıkılmayan bir işgal vardı. Irak savunmasızdı. ABD çoğunlukla savunmasız ülkelere saldırır.”
Arkasında insanlığa onlarca yıl hizmet edecek görsel ve yazılı bir miras bıraktı ve çabalarında yalnız olmasa da pek çok açıdan türünün tek örneğiydi. John Pilger, “Gazetecinin tiranlığa, baskıya ve diktatörlüğe karşı çıkmasını” söyleyerek Türkiye’deki ve dünyadaki kukla gazetecilere tutulması için bu öğüdü bıraktı.
Yani yillardir diyoruz. Sizin bazi yazarlarda onlardan beslenip demokratik bati diye gece gündüz tesbih cekiyor. Sirf Retö ve Etö ye muhalif olmak icin.
Cehaletinde inat eden cahil kitlelere hakikati anlatmanın ne yararı var. Buna okuduğunu anlayamayanlar da eklenince kim neylesin hakikati.
Kitabın ortasından konuşmanın ve belki de “güneşin batıdan doğmasının” vakti değil mi?