Yorum | Naci Karadağ
Yukarıdaki cümle bana ait değil, zaten bu yazı da sadece Enes Kanter ile ilgili değil.
Enes Kanter, kariyerinin en müthiş sezon başlangıcını yaptı. Bu NBA sezonunda Türkiye’deki yandaşların işi çok zor sanırım.
Misal, oynadığı takımın Türkiye’deki temsilciliğini üstlenen arkadaşlar. Yememişler içmemişler, şöyle bir görsel ile ilk maç haberini paylaşmışlar:
“OO” ne ola ki?
Bir gerçeği gizlemek kolay değildir. Hele hele bu gerçeğe tüm dünya şahit oluyorsa…
İş bu sebeple, bu arkadaşların maç sonunda işleri daha da zor olmuştur.
Şimdi bu aşağıdaki tabloda Enes’in ismini nasıl sileceksiniz?
Zor işleri, Allah yardımcıları olmasın ama zor gerçekten!
Sosyal medyada yakından takip ettim Kanter’in hazırlık sürecini.
İnanılmaz zorlu, emek isteyen, herkesin dayanamayacağı profesyonellikte hazırlandı sporcumuz. Bilmiyorum her sezona bu bilinçle hazırlanıyor muydu?
Ve Enes Kanter’i en çok işini yaparken, yani basket oynarken seviyorum.
Pres yapan Enes, smaç yapan Enes, üçlük atan Enes, blok yapan Enes’e hayranım anlıyor musunuz?
Gencecik bir sporcu hayatın karşısına çıkardığı tüm güçlükleri bire birer bloke ederek yürüyor başarının zirvesine.
En çok çok üzüldüğüm ve garipsediğim anlar ise Enes Kanter’in işini değil de polemik yaptığı zamanlar.
Burada önemli bir farkı hatırlatmak isterim; Enes’in kendisine uzatılan mikrofona ülkesinin durumun anlatmasından, kendisine ve ailesine yapılan zorbalıklardan bahsetmesinden asla rahatsız değilim.
Ama ona buna cevap yetiştirmesine, Tayyip Erdoğan’a laf sokmasına, iktidar yandaşlarıyla polemiğe girmesine hiç gerek yok.
Emeğin, bileğin, yüreğin kazandığını dil ile zayi etmesine üzülüyor insan.
Allah kendisine çok büyük bir yetenek bahşetmiş. Bu yeteneği destekleyen fizik de vermiş.
Hepsinden önemlisi, inancını, ideolojisini temsil etmek ve örnek oluşturma fırsatı vermişken bunu zayii etmesi, tarihi bir ıskalama olur diye düşünmekteyim.
Gündelik hoşa gidici şeyler yapmak ilk başta kendisine zarar verir. Ardından davasına ve inancına…
Bence Enes işini yapmalı ve espriyi, polemiği bizlere, yazar-çizer takımına bırakmalı.
Yoksa son yendikleri takımın isminin Pelikan olmasının genç sporcumuzu ekstra motive ettiğini nasıl söyleyebiliriz. (şaka şaka)
Ancak profesyonelseniz, üstelik tüm gözler üzerinizde, kendi ülkeniz sizi terörist, hain, işbirlikçi filan diye suçluyor ve her türlü zalimliği yapıyorsa, çok daha dikkatli ve yapıcı olmalısınız. Size davranıldığı gibi davranırsanız kendi inanç ve ideallerinize zarar verirsiniz.
Muhammed Ali bu sebeple büyüktü, bu nedenle gerçek bir efsaneydi…
İşini ringde yapar, “gong” çaldıktan sonra hızla kulluğa geri dönerdi…
Vaktiyle Türk futbolunun en büyük isimlerinden olan “Kral” Hakan Şükür de bu cendereden geçmişti. Şimdi gönüllerde kurduğu krallığın tahtında oturuyor. Hakan, kendisini şeytanlaştıranlara inat sonsuza kadar yaşayacak gönüllerde.
Enes Kanter daha çok genç, anlıyorum. Ve hiç de kolay bir şey değil bu kadar zulüm, zorbalık ve haksızlık karşısında susup sadece işini yaparak cevap vermek. Fakat Enes Kanter’in misyonu şu anda kendisini düşman olarak gören kitleden kat be kat büyük bunu anlaması lazım.
Enes’in ve ona davranış danışmanlığı yapanlar (varsa tabi) her kim ise onların.
Bıraksın New York Knicks Türkiye Twitter hesabını yöneten zavallıları kendi hallerine, gerçekte onlar acınacak durumda. Hatırlıyor musunuz, bir TV ekranında Hakan Şükür’ün adını söylememek için kılıktan kılığa giren zavallı yorumcuyu?
Ya Khabibi!
Conor McGregor denen dünyanın en itici, en şımarık, en fırlama sözüm ona sporcularından biri var.
İrlandalı…
Küstah, terbiyesiz, hadsiz bir sokak serserisi. Psikopatlık sınırında dolanan bir deli sanki.
Fakat acayip dayanıklı, dövdükçe insana yapışan tiplerden…
Bir de Khabib yani Habib var.
Dağıstanlı.
Gencecik bir sporcu. İsmi şahane; Habib, yani sevgili…
UFC 229 denen ve bence spor bile sayılmaması gereken organizasyonda geçtiğimiz gün karşı karşıya geldi bu iki isim.
Biri batılı, küstah, saygısız, terbiyesiz…
Diğeri doğulu, ezilmiş, horlanmış ama güçlü, dirayetli…
Maça kadar McGregor yapmadık pislik bırakmadı!
Habib’in şahsına, ülkesine, ailesine, inancına, fiziksel özelliklerine hakaret hatta küfürler etti. “ringde seni ezip üzerine şampanya döküp içeceğim” filan dedi yahu. Böyle Erol Taş gibi karakterler sadece filmlerde olur zannederdik.
Doğal olarak bu hakaret ve küçümsemeler Habib’i ekstra motive etti.
Ringe çıktı ve rakibine hayatının en ağır dayağını atarak net bir galibiyet elde etti. Ağzını burnunu dağıttı İrlandalının.
Lakin film burada koptu ne yazık ki!
Maçı izlediğim kanalda Azeri spiker’in şu cümlesi ilginçti:
“Maç bitti ama Habibin taraftarları Makgregiri dövmeye devam edirler!”
Habib de boş durmadı, tellere tırmanıp öyle bir uçuşla rakibinin antrenörlerine saldırdı ki akıl almaz! Çarşı karıştı, ring ana baba gününe döndü. Kim kimi niye dövüyor belli değildi ama spordan başka her şeye benziyordu manzara.
Tarihi bir ıskalamayı daha görmenin üzüntüsüyle kapattım televizyonu.
Bir an için aksi bir tablo belirdi zihnimde.
Rakibini ringde yere sermiş, perişan etmiş ve aman diletmiş Habib, hakemin galibiyetini ilan etmesiyle beraber McGregor’a elini uzatıp yerden kaldırsa… Kendisine uzatılan mikrofona;
“Biz sporcuyuz ve spor yapıyoruz. Burası inançların, hayatların, kültürlerin kavga ettiği, aşağılandığı, hor görüldüğü bir yer değildir. Her insan kıymetlidir, her kültür saygıyı hak eder, her inanç kutsaldır ve değerlidir, rakibime geçmiş olsun diyorum, bu galibiyeti ezilen, horlanan, ötekileştirilen haklara adıyorum” dese tüm dünya bugün ondan bir efsane olarak bahsediyor olacaktı.
Ama ıskaladı Habib…
Ne yazık ki ıskaladı…
Enes’in bu ıskayı yapmasını istemem açıkçası. Yazık eder kendine de ona gönül veren milyonlara da…
Muhammed Ali Clay bu sebeple gerçek bir efsaneydi. Dev gibi rakipleri yere serdikten sonra kendisine uzatılan mikrofona şunları söyleyebildiği için büyüktü:
“İnsanların, ten renklerine göre ayırmak ve bu yüzden onlardan nefret etmek yanlıştır. Renge göre insan seçmek baştan aşağı yanlıştır.”
Muhammed Ali, İslam’ı sevdirdi tüm dünyaya. Boksla alakası olmayan milyonların Müslüman olmasına vesile olmuştu rahmetli.
Bitiş gongu çaldığı anda maç biterdi ve dünyanın en sempatik adamı geri gelirdi, çünkü inancı karakterine yansımıştı. Öke ya da nefretle değil sevgiyle dokunurdu ring dışında muhataplarına…
“Şampiyonluk spor salonunda kazanılmaz. Şampiyonların içlerinde derin bir his, bir hayal, bir vizyon vardır. İrade sahibi olmak, yetenekli olmaktan daha üstündür.” derdi rahmetli efsane…
Sözün özü;
Gönül kazanmak maç kazanmaktan çok daha zordur ama çok daha da önemlidir!
Selam
Ne kadar da haklısınız.
Enes i buna gazlayan onca sözüm ona abisi varken Enes de bunu bir şey zannediyor olabilir mi acaba???
Bence de Enes’in tek yapması gereken oyun oynamak ve hazmedemeyenleri dubble dubble çatlatmak olmalı
Gerisi bir çeşit içi boş tatmin.
Umarım bu yazıyı ( Naci beyin yazısını) Enes in akıl babaları da okur
Muhammed Ali is bigger than life! R.I.P.