Sakalla, çarşafla Müslümanlık olmaz 

AHMET KURUCAN | YORUM

Siz başlıkta tercih ettiğim iki unsura (sakal-çarşaf) başka şeyler de ilave edebilirsiniz. “Lafla, söylemle, konuşma ile Müslümanlık olmaz. Bırak davranışların senin Müslüman olduğunu söylesin.” diyebilirsiniz mesela. Benim yazı ve konuşmalarımda sık sık tekrar ettiğim meşhur klişe ile, “Ebu Bekir gibi konuşup, Ebu Cehil gibi davrananlara” göndermede bulunmuş olursunuz böylece. Malum bu deyimin bir başka versiyonu da “Hz. Musa gibi konuşup, Firavun gibi davranma” şeklindedir.

Günümüz dünyasındaki Müslümanların bu deyimlerle ne kastedildiğini, kimlere göndermede bulunulduğunu anlamaları için derin düşüncelere dalmasına gerek yok. Yakın ve uzak çevrelerine bakmaları yeter. Kendimi de istisna etmeden daha açık yazayım; uzağa gitmelerine gerek yok, aynaya bakmaları yeter!

Bu açıdan bakıldığında ne kadar şanslıyız! Bu deyimlerin örnekleri içimizde, etrafımızda. Ama Müslümanlık açısından bakıldığında ne kadar üzücü. İslam gibi evrensel bir din işte böylesine bizler gibi kifayetsiz, samimiyetsiz insanlarla temsil ediliyor. Böyle olunca da işte Müslümanların hali pür melâli!

Nereden çıktı böyle bir konu? 

Bu ay içinde “Gerçekçi Dini Konuşmaları için; Çağrı” ve “Camiler Mahkeme Salonu Olsaydı” başlıkları ile iki yazım yayınlandı. Tanıştığım bazı okuyuculardan yazılı mesajlar olarak geri bildirimler aldım. Aldığım o bildirimlerde geçen bazı cümleler ve bir tanesinin açık teklifi bu yazıyı kaleme almama neden oldu.

Şöyle başlayayım; Ankara İlahiyat yıllarından Muhammed Ebu Zehra’nın fıkıh usulü ile alakalı kitabını okuyoruz fıkıh dersinde. Ders hocamız Abdulkadir Şener. Hocamız aynı zamanda bu kitabı Türkçe’ye kazandıran mütercim. Zaten Arapçamızın ve usul bilgimizin yetmediği yerlerde bu tercüme imdadımıza koşuyor. Kitapta Ebu Zehra, ‘Sakal sünnet midir?’ sorusuna odaklanmıyor ama o dönemde ve o coğrafyada var olan giyim kuşam şekillerinin sünnet kapsamı içinde mütala edilemeyeceğini söylüyor.

Açıkça itiraf edeyim zaman zaman almış olduğumuz dini bilgilere aykırı görüşler ileri süren hocalarımıza karşı önyargılıyım. Sadece ben değil, sınıftaki bir çok arkadaşım öyle. O sebepten olsa gerek gerek Ebu Zehra’nın yazdıkları gerekse hocamızın bu görüşü destekleyen açıklamalarını, kendilerine göre yaptıkları dini temellendirmeleri kulağımın arkasına atarak dinledim.

Aradan yıllar geçti. Yıllar dediysem lafın gelişi. Tam 3 yıl geçti. Fakülteden mezun olduk. Hocaefendi’nin yanına bir grup ilahiyat talebesi ile birlikte İslami ilimlerdeki bilgilerimizi artırmak ve derinleştirmek için gittik. Fıkıh dersindeyiz. Furuu fıkıh okuyoruz Mergina’nın Hidayesi’nden. İbni Humam’ın Fethu’l kadir şerhini takip ediyor Hocaefendi. Zaman zaman usulle alakalı değerlendirmelere giriyor okuduğumuz konular üzerinden.

Ebu Cehil de sakallıydı!

Birgün hiç unutmuyorum, Muhammed Ebu Zehra’nın usül kitabından ezbere bir alıntıda bulundu. Ezbere alıntı derken kelimesi kelimesine tekrar değil, “Ebu Zehra da usulünde bunun böyle olduğunu söyler.” dedi. Ben kulak kabarttım Ebu Zehra adını duyunca. Çünkü 3 yıl önce o kitabı ders kitabı olarak okumuştuk hem de mütercimi Abdulkadir Şener’den.

Örnek verdiği konu neydi biliyor musunuz?

Sakal bırakma. ‘Bu kadar olur!’ denir ya Türkçemizde. Gerçekten bu kadar olurdu! Yıllar önce kulağımızın arkasına atarak dinlediğim bu konuyu şimdi kulağımı açarak dinliyordum. Ve işin garibi Hocaefendi de aynen bu bilgileri tekrar ediyor ve ardından, “Bakın Bedir savaşı meydanına. Efendimiz (sas) dahil Müslümanların safında yer alan herkes, Ebu Cehil dahil müşrikler cephesindeki herkes sakallıydı.” dedi.

Sonra kılık-kıyafetin, giyim-kuşamın örf ve adetle, coğrafya ve iklimle irtibatı adına yorumlarda bulundu.

Yanlış anlaşılmalara meydan vermemesi ve “Sakal sünnet değildir!” şeklinde çıkarımlara kapı açmaması için Hocaefendi’nin yorumlarının sonuna şunu da ilave ettiğini belirteyim: “Adetin ibadet olması.”

Bediüzzaman’ın yaklaşımlarında gördüğümüz bu anlayış o adeti yerine getirmenin Efendimiz’i (sas) hatıra getireceği ve bunun da insana kimlik kazandıran ya da kimliğinin parçasını teşkil eden faktör olmasının ötesinde davranışlarını kontrole yarayacak bir fonksiyon icra etmesinin üzerinde durdu.

Bir hatıra ile başladım konuya. Devam edeceğim.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

9 YORUMLAR

  1. Başlığı “Sakalla, çarşafla temsiliyet olmaz.” Olarak atsaydınız. Sünnetullaha gönül veren müminleri incitmemiş olurdunuz. İlim ve irfan ile donatılmayan bedene ne giydirirseniz, giydirin. Çirkin bir görüntü verir. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, . Hadisini hayatımızın her kademesine refarans yapmadığımız müddetçe, faydalı olduğumuzu zannettiğimiz her yerde, en büyük zarar verenlerden biri olacağız. Vesselam

  2. Sakal ve çarşafla müslümanlık olmaz yerine. Müslümanlık yalnız sakal bırakıp çarşaf giymekten ibaret değildir. sözleri arasındaki azim farkı nazarınıza arz ederim. Sakal ve çarşaf ki müslümanların pek kıymet verdikleri ve yüksek tuttukları şearinden, alametlerden ve ananelerden biridir. Zaten insanların bunlara karşı müteberri olduğu şu zamanda daha da mı nası bunlara tenfir etmek mi isteyorsunuz? Tutturduğunuz bu mevcud ehl-i gaflet ve tefrite din-i mübin-i İslam’ı hoş göstermeğe çalışma mesleğinizi terk etmenizi lillah için ve sizin hayrınız için tavsiye ediyorum. Kapitalizm çöker gider ve siz tarihte onun güdümüne tervic-i efkar etmiş biri olarak müslümanlar arasında esefle yad edilirsiniz. Vesselamu ala menittebeal hüda.

    • Insanlara anlatamadik, ögretemedik, eksik anlattik diyemiyorlar. Zor geliyor. Sunu göremiyorlar: Sana bir seyler zor geliyorsa, baskalarina bir seyler niye zor gelmesin? Mesela derdini güzelce anlatabilirsin, ama büyük laf etme istahini bi türlü yenemiyorsun, zor geliyor, illa sinirlari zorlamak, bu sekilde ilgi cekmek istiyorsun, belli ki bu istahini yenmek bile istemiyorsun. Öyleyse baskalarinin isteksizliginden sana ne? Birak onlar da sakallariyla, carsaflariyla ciksinlar divana.
      Insan sunu anliyor ki: Din alimi olmak kolay bi sey degilmis. Bazi seyleri halletmen gerekiyor. Yoksa olmuyor. Kendi kendini ele veriyorsun, hem de mütemadiyen.

  3. Uygulamaya gelince elbette durum değişik. Mesela 5. kata kısa kollu gömlekle, kot pantolonla çıkılmazdi. Hatta değerli büyüklerimiz Pensilvanya’ya giderken ayrıca cübbeye benzeyen bir pardesü götürürlerdi. HE’nin yanına öyle çıkarlar böyle görünmek isterlerdi.
    Heyhat! Kılık kıyafet temel uygulama gibiydi. Şu anda da öyledir diye tahmin ediyorum. Hatta kısa kollu olanları bir “molla ağabey” kibarca uyarırdı.
    Kurucan inşallah bu tür dilemmaları da dile getiren yazılar yazar. Sadece diğer Müslüman grupların değil bizim de “şekil Müslümanları” olmak yerine “ahlak Müslümanları” olmamız gerekir diye düşünüyorum. Teşekkürler Sevgili Kurucan Hocam

  4. Hikmet.net:

    Efendimiz (sav)’in, ne nübüvveti öncesinde, ne de nübüvveti döneminde sakalını kestiği vâkidir. Gerçi, M. Ebû Zehra gibi bazı âlimler, Efendimiz’in sakal bırakmasını devrin âdeti şeklinde telâkkî ediyorlarsa da,[1] Efendimiz’in bizzat sakalı emretmesi ve sakal bırakması, sakalın sünnet olduğunun münakaşa edilemeyeceğini göstermektedir. (Bkz.: Buhârî, libâs 64, 65; Müslim, tahâret 52-55.)

    Ne var ki, sakal bırakmak sünnet ise de, bırakmamak haram değildir. Bilhassa günümüzde, bir Müslümanın içtimaî hayatın çarkları arasında farzları ikame ettikten sonra, bir kısım sünnetlerdeki kusurundan dolayı tenkid edilmemesi esasdır. Bu itibarla, bazı önemli mülâhazalarla sakal bırakmayan Müslümanların kılık-kıyâfet ve dış görünüşlerinden ziyade, gerçek niyetlerine ve sergiledikleri tavra bakılmalıdır.

    Yeri gelmişken, bir husûsa daha temas etmeden geçemeyeceğim. Efendimiz, ashabını, öncelikle müşriklere benzemekten men etmiş (Buhârî, libâs 64; Müslim, tahâret 54), Ehl-i Kitab’a benzeme hususunda bir sınırlandırma getirmemişti. Çünkü, menşe’ itibarıyla onlar semâvî bir dine dayanıyorlardı. Daha sonra, müşriklere de, ehl-i kitaba da benzememe O’nun bir şiarı oldu.[2]

    O, saç-sakal dâhil her şeyde Müslümanın kendisi olmasını arzu ediyor ve İslamî şahsiyet, İslamî kimliğin korunmasını hedefliyordu. Mühim olan da budur. Aşamadığımız birtakım gerçekler olsa bile, Müslüman daima kendi olmaya çalışmalı, takıldığı yerde de niyetini sağlam tutarak, her şeye rağmen farzları ve hususiyle bugün en önemli farz olan imân ve Kur’ân hizmetini ikameye devam etmelidir.

    Kaynak: Fasıldan Fasıla II, “Sakal Bırakma”

    Dipnotlar
    Dipnotlar
    ⇡1 Muhammed Ebû Zehra, Usûlü’l-fıkh s.38.
    ⇡2 Bkz.: Ebû Dâvûd, salât 88; Abdurrezzak, el-Musannef 4/287; el-Bezzâr, el-Müsned, 8/406

  5. Bir yazar düsünün ki, Müslümanlarin icler acisi durumunu anlatirken bile üslubuyyla o icler acisi duruma örneklik teskil ediyor.
    Yazarin kendisi de biliyor aslinda bir Müslüman kadin icin basörtüsü ile dolasmanin nasil bir cile oldugunu. Basörtüsü yazin sicaginda yanmak, eniste, kocanin yegenleri gibi yakin mahrem erkeklerin oldugu ortamlarda kisitlanmanin da ötesinde bircok yerde dislanmak, merakli, önyargili gözlerin odagi olmak demek tesettürlü olmak demek. Hele carsafli olmak. Eh sünnete uyacak sekilde sakal birakmak da kolay bi sey degil bi yerde.
    Ama bu insanlar diyor ki: Madem Allah istemis, ben katlanirim bütün bunlara. Bu düsünce, bu karar kücümsenebilir mi? Sakalla, carsafla Müslümanlik olmaz denir mi? Ayip degil mi?

    Efendim iste tesettürlü ama sunu sunu yapiyor? Niye yapiyor kardesim, bu kadar büyük bir karari alan erkek veya kadin? Sekil kismi hallolmus da öbür kisim niye hallolmamis? Bu o kisileri de asan, baska sorumlularin da oldugu bir konu degil mi? Hele o ilahiyatcilar, hele o serkarlar!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin