Şadırvandaki müjde

YORUM | VEYSEL AYHAN 

-Ey sen!

Çektiklerini düşündüğümde kendimden utandığım kahraman kadın ve yiğit erkek!

Düz bir öğretmendin. Basit bir esnaftın, sıradan bir memurdun. Patiska kumaşlarına sarmalanmış bir altın külçesiydin. İçindeki madenden haberin yoktu. Fevkalade sabırlıydın ama denenmemiştin. Yaptığın salih amellerle Allah sevgisi kazanmayı hak etmiştin. Ama bunun bir bedeli vardı. Ağır bir bedeldi. Sana sorulsa belki “Ben o yükü kaldıramam” derdin. Ama kader o yükü taşıyabileceğini biliyordu. İşte o yüzden yıllarca içeride yattın, yatıyorsun. İşin açıkçası söylemek zor ama yaşadıkların senin duanın neticesiydi. Duru bir peygamber sevgin vardı. Sahabi aşığı idin. Sonsuz Nur okurdun. Sahabi dinlerdin. Hz. Ebubekir’le yatar, Hz. Ömer’le kalkardın. Hz. Hatice deyince ürperirdin. Nesibe’yi duyunca gözün yaşarırdı. İnsanlığa hizmetten gayrı davan yoktu. Mülk-makam hayali kurmadın. En büyük emelin şehitlikti. İşte tüm bu hallerin reddi mümkün olmayan fiili bir dua idi. “Kişi sevdiğiyle beraberdir,” hadisi durumunu özetliyor. Sevdiğinle tabi ki beraber olacaktın ama kaderin hükümleri âdildir. Taş taşıyıp sırtı nasır bağlayanların gittiği cennete en fazla pamuk taşımışlar nasıl giderdi ki? İşte kader kalemleri bu boşluğu kapatmak için hadiseleri herkes için bir bir örgüledi. Doğrusu bu yükleri sırtlayabileceğini ummazdım. Meğer koyun postlarının altında ne kahraman arslanlar yatarmış. Ne şimşek yeleli küheylanlar gizliymiş munis ceylanların sinesinde!

Sana gelince… Aslında falan akraban, filan ağabeyin gibi Hizmet’le bir bağın yoktu. Hatta düzenli namazın, cuman bile yoktu. Ama zindanlara düşmeni kader takdir etti. İlgisiz ihbarlar, itiraflar ve alakasız bağlantılar seni yanıltmasın. Senin oraya girmeni Allah takdir etti. O zavallı muhbirlere kızmaya değmez. Muhatap olma onlara. Mayan berraktı, sütün temizdi. Farkında olmadığın bir kumaş kaliten vardı. Ama yetmiyor. O halinle ahirete gitsen ne ağabeyin ne de o temiz akrabalarınla birlikte olamayacaktın. Yaptığın salih ameller, doğruluk ve dürüstlüğün ile sen onlarla beraber olmayı hak ediyordun. Onlar da seni bırakıp cennete girmeyi düşünmezdi. Kader sana zindanda çağın sahabileriyle beraber olmak ve onlarla yücelmek imkânı lütfetti. İşte o yüzden yılların orada geçti, geçiyor.

Sen genç bir kadındın. Bebeğin vardı veya hamileydin veya bekardın. Veya kendi halinde bir ev hanımı idin. Hizmeti seviyordun. Gücün yettiğince her Hizmete koşuyordun. Gönlünde meknuz Meryemî bir ruh heykelin vardı. Bunun açığa çıkması gerekiyordu. İşin doğrusu kadere bahane gerekiyordu. O yüzden kader işgüzar bir talihsizin ihbarını kurguladı. Bir bankanın gölgesinden geçmen, bir okulun öğretmeni olman veya bir kurban bağışın kâfi geldi. Zindana öyle düştün.

Sıra sende küçük yavrucak. Öyle bir zaman da dünyaya geldin ki benzeri dünya tarihinde nadirdir. Çakalların hamile kadınlara saldırdığı, sırtlanların bebekleri kaçırdığı bir alem. Seni teselliye cüret edemem. Kimi zaman annesiz kimi zaman babasız büyüdün. Onlara kavuşmak için yıllarca masum gözyaşlarını döktün. Soğuk zindan betonlarında emekledin. Nice Herküllerin kaldıramayacağı yük o narin bedenine yüklendi. Ne diyebiliriz ki! Yükleyen, anneciğinin şefkatinin O’na(cc) kıyasla deryada bir damla olduğu biricik Yaratıcın. Yaşadıkların ve çektiklerinle çok yüksek burçlara yelken açacağında hiç kuşku yok. Tıpkı kuyuya atılan küçük ve sevimli çocuk Yusuf (as) gibi. Müsterih ol! Mihnetleri Allah’ta gayri kim en güzel karşılayabilir ki!

Ya sen! Sadakatle bayrağı gönderde tutan aziz insan. Vefa’nın abidesini dikmek sessiz bir kahraman olan sana kaldı. Kimi zaman kartal yuvana çekildin, Rabbine yol aldın. Kimi zaman gündüzün ‘güvercin tedirginliği’nde yiğitçe yola atıldın. Tıpkı boykot yıllarının devasa kahramanları gibi. Develere erzak yükleyip, boykotu delen, kimi zaman yakalanıp ölesiye dövülen Hakîm b. Hizâm gibi. Mağdurlara yardım ettiği için işkence gören, ölümden dönen Hişâm b. Amr gibi. Sebat ettiniz. Kaldınız. Kendini “tanrı” sanan “Zeus”ları öfkeden çıldırtıp birer “Promete” gibi mağdur ve mazlumlara umut ateşi taşıdınız, yardıma koştunuz.

Sen ise herkesin saygıyla önünde eğildiği, takdir ettiği bir mülki amirdin, yargıçtın. Veya efsanevi bir polis müdürüydün, polistin. Bütün bir tarihin önünde düğmelerini ilikleyeceği bir performans sergiledin. İtiraf etmeseler de buna en azılı düşmanların şahittir. Ne gecen, ne gündüzün vardı. Çoluk çocuğunu nadir görürdün. Yaptığın işler çok kutsi, döktüğün ter çok ulvi idi. Ama neylersin ki hizmet götürdüğün kitle çok yabani, kendileri için çalıştığın kalabalıklar çok düşkündü. Altın bardaklarda zifos taşınmaz, çakallara zemzem servis edilmezdi. Kader kaldırım taşı olmayacak insanları başına tâc yapmana, sorguç diye takmana izin vermedi ve böylece seni oradan aldı.

Beraberliğe layık olduğun kitleye namzet kıldı. Bedeli ağır oldu. Başarıların için nişanlar alman gerekirken işkence gördün, hastalandın, kanser oldun, şehit oldun.

Hariçten gazel okuyan bahtsızlar ne bilsin! Allah aşkı nedir bilmeyen, kurbiyet nedir duymayan, yakîn nasıl olur anlamayanlar hücrelerden cennetlere açılan kapıları anlayamaz. Onlar çekiç darbeleri olmadan granitten heykel yontulabileceğini sanır. Onlar ateşten potalarda yanmadan altından anıtlar dökülebilir zanneder.

Sen ise seçkin bir komutandın. Ruhunda bir Halid bin Velid, bir Selahhadin Eyyubi vardı. Ama sen ne yapıyordun? Sabahları erlerini teftiş ediyordun. Sonra taburunu dolaşmaya çıkıyordun. Dosyalar dolduruyordun. Olmayan ve olmayacak varsayımsal savaşlara katılıyordun. Yıldızlar altında geziyor ışıltılı kostümlerle arzı endam ediyordun. Bunlar da kutsal vatan hizmetiydi ama… Hayat döngün bu ve benzeri angaryalardan ibaretti. Daha ötesinde ne olurdu ki!  Siyasetin peydahlatacağı suni harplerde kan dökerdin veya kanın dökülürdü. Bu amellerle nasıl Ebu Ubeyde veya Cafer bin Ebu Talip olabilirdin ki! Evet olamazdın. Ama onlarla aynı madeni taşıyordun. O sebeple de kader sana onlarla aynı çizgide buluşacağın bir menfez açtı. Düşman askerinin yapmayacağını yapacak bir sefil kitleyi önüne çıkardı. Ve o melun şeytani güruh işgal ordularından daha alçakça saldırdı sana ve ülkene. Sen onurunla dik durmayı başardın. Baş eğmedin, boyun bükmedin. Ve bu keyfiyetinle ‘Tarihin Şeref Levlaları’na binlerce emsalinle beraber elmas birer burç olarak nakşoldun. Varsın bunu yeryüzündeki talihsizler bilmesin ve anlamasın. Emin ol, o ağır işkencelerde inlediğinde, sonra karanlık hücrende her gözyaşıyla yere kapaklandığında mele-i âlânın sakinleri yanı başında idi. Ki kimi zaman perde açılıyor sen de bunu görüyordun. Ruhanileri insibağlarıyla hissediyordun. 

Ne mutlu size! Sen ve arkadaşların artık Allah Rasulüne (sav) birer kardeşsin, birer Ali’sin, birer Es’ad b. Zurâre, Ukbe b. Amir’sin. Veya Nesibe’sin, Ümmü Umâre’sin (r. anhüm). Kendini bilmenin seni sarsmayacağı bir mevkidesin. Cenab-ı Hak ölene kadar çizgini bozmasın. O sebeple sana diyeyim. Dev bedeller ödedin. Ve netice olarak sahabe ile aynı safa yükseldin. “Şadırvan dört” aslında senin destanını anlatıyordu.

Oradan aktarayım:

(Sahabi ile) “Diz dize geleceksiniz. Dizlerinin sıcaklığını hissedeceksiniz. Ve dirileceksiniz. Karşınıza isim farklılıkları çıkacak. Ben diyeceğim ki bu, Ebubekir değil ama Ebubekir gibi. Ben diyeceğim ki Ömer’in boyu yok ama Ömer gibi. Bu, Ali değil ama Haydar-ı Kerrar… Bir tek fark kalacak. Tavsiye çizgisinde arz edeceğim; Onlarda gerçek büyüklük farkı sizde edep farkı. Diyeceksiniz ki başlarımız başlarının ulaştığı yere ulaşsa, sizin arkadaşlarınız Ebubekir’lerle Ömer’lerle (r. anhüm.) aynı zemini paylaşsa, fakat biz yine boyunlarımızı eğecek, başlarımızı ayaklarına koyacağız.”

Varsın dileyen mübalağa zannetsin. Sen bunu vicdanında duyuyorsun. Allah duyuruyor. Çektiklerini Allah için çektin. Allah’tan dolayı çektin. Artık iki büyük sevinç sana farz oldu. Hala içerdeysen henüz ilkini yaşamadın. İlkini zindandan çıktığın gün yaşayacaksın. İkincisini ve daha görkemlisini Allah’a kavuştuğunda yaşayacaksın. Allah, yaşadıklarına bedel sana öyle şeyler ihsan edecek ki gözyaşlarıyla secdeye gidip, mahcup bir eda ile “Ey Rabbim beni yeryüzüne tekrar gönder, daha ağırlarını çekeyim,” diyeceksin. Bu mümkün olmayacak. Seni önceden giden arkadaşların ve her çağın kutsileri karşılayacak. Hani hatırlarsın. Yüreği Allah haşyetiyle yanan, dermansız kalan bir sahabisini duyunca Allah Rasulü (sav) derhal evine koşmuştu. Mecalsiz ve bitkin sahabi kapıda Allah Rasulünü görünce koşup sarılmış, O’nun kucağından Allah’a yürümüştü. İşte sen perişan bir halde hücre kenarlarına her yıkıldığında yanında beliren ve alnından öpen peygamberin seni karşılayacak ve sana sarılacak. O sahabi arkadaşına sarıldığı gibi. Ki özlemini asırlar önce ifade buyurmuş ‘kardeşim’ diyerek seni müjdelemişti. İşte sen bu sevinçle yine göz yaşlarına boğulacaksın. Bu, ikinci sevincin olacak.

Sen ise dışardasın. Çıkamayabilirdin. Sen de hizmetten hizmete koşuyordun. Bir şekilde kapı aralandı, dışarı çıkabildin. Belki de zindanda dik duracak kadar sırtın pek değildi, ki kader seni kayırdı. Dayanamayıp yapmayı ummayacağın günahlara girebilirdin. Belki de kaderin bilemeyeceğimiz başka maslahatları vardı çıkmanda. O sebeple altından kalkabileceğin kadarıyla sınandığın için şükret, secdeye kapan. Kaldırabileceğin kadar yük yüklendin. Herkes Yusuf Pekmezci olamıyor, Halime Gülsu’lar gibi olamaz. Halen zindandaki dev insanlarla kimi kıyaslayabiliriz! İnsan yüklendiği mihnet kadar büyüktür. Nasip işi. Şimdi sana düşen; içerdekilerle yatman, içerdekilerle kalkman, onların şarkısını söylemen, onların ocağını tüttürmen. Onlarla beraber olma lütfu, kendini helak edercesine onlara destek olmana bağlı.

Sen ise hep dışardaydın. Mağduriyetleri uzaktan yaşadın. Ama elinden geleni yapmaya çalıştın. Tarih senin de kadrini bilecek. Ödediğin bedel diğerlerine denk olmasa da onlarla olma kapısı kapalı değil. Ulu’l azmane bir gayret ortaya koy. Kendine onlardan kardeşler, kardeş aileler edin. Neyin var neyin yok, verebildiğin kadar ver. Hâlâ bir hicretin yok ise hemen tasını tarağını topla ve yola koyul.

Üstte saydıklarıma düşen binbir mihnet oldu. Dışardaki sana ve bana düşen ise Allah Rasulü’nün(sav) Hz. Ebuzer’e(ra) dört nasihatını dinlemek.

“Ya Ebuzer,

Gemini bir kere daha elden geçirerek yenile, çünkü deniz çok derin.

Azığını tastamam al, şüphesiz yolculuk pek uzun.

Sırtındaki yükünü hafif tut, çünkü tırmanacağın yokuş sarp mı sarp.

Amelinde ihlaslı ol, zira her şeyi görüp gözeten ve hakkıyla değerlendiren Rabb’in senin yapıp ettiklerinden de haberdârdır.”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Veysel Bey

    Yazılarınızı yakından takip ve takdir eden biri olarak bu makalenizi okurken doğrusu bir yanım hayal kırıklığına uğrarken bir yanım da insanların morale ve ümide ihtiyacı var, ne var bunda diyordu.

    Evet, bunca zulme uğrayan insanların en azından mazlumiyetleri, mağduriyetleri ile sâfileştikleri, bir nevi velayet kazandıkları söylenebilir, allahu alem. Tabi ki bu herkes için de geçerli olmayabilir. Malum, mutlak zikir, kemaline masruftur.

    İfadelerinizi ve benzetmelerinizi bu zulme olan infialinizden mütevellid, istiğrak halinde yazılmış masumane bir yazı olarak görsem de yine de temkinli olmakta, cemaat adına bir tezkiyeyi nefs manasına gelebilecek bu türden hissi yazıların faydadan çok zarar vereceğini düşünüyorum. Neden mi?

    Geçmişe dönüp baktığımda insanlara moral ve motivasyon adına kısmen doğru bile olsa sadredilen buna benzer ifadelerin, insanları akli ve mantıki düşünmekten uzaklaştırdığını ifrad derecesinde his insanları haline getirdiğini gördüm.Elbette istisnaları vardır.Lakin iki yılı aşkın hapishane hayatımda, Risale-i Nurların temel felsefesi olan sünnetullah dairesinde esbaba riayet ederek hareket etmek ve Cenab-ı Haktan sebepler üstü bir beklentiye girmeden ve netice beklemeden sadakatle sabretmek yerine her an bir mucizenin olabileceği ümidi ile sabah akşam gözü kapıda, sürekli “ezoterik” (bu ifade içeride çok kullanılırdı) haberler, rüyalar bekleyen, hendesi düşünceden uzak, aşırı hissi bir cemaat profilinin varlığını gördüm.Tabiki bunun sonucu ise inkisarı hayal, depresyon, gereksiz sorgulamalar ve suçlamalar, vesaire vesaire.

    Peki morale ve ümide ihtiyaç yok mu? Elbette. Lakin bunda da dikkatli olmalı, temkinli konuşmalıdır. Çok yerinde ve doğru olarak sizin de yazılarınızda ifade ettiğiniz gibi maksat dünya değildir, ahirettir. Ahireti kazandırma ihtimali olan bu zulme sabretmekten ziyade şükretmek gerektir ve her zulum gibi bunun da sonunun geleceği ancak sürenin ilahi hikmete bağlı olduğu gibi hakikatlerin temrinatı yapılmalıdır.

    Bir de bizlerin yaşadığı bu sosyal soykırımın çok daha şiddetlisi asırlardır her coğrafyada yaşandı ve yaşanacak. Her mazlum ve mağdur kişi kudsi ve seçilmiş insan olmayabilir. Kaderin adalet ettiği hiçbir zaman hatırdan çıkarılmamalıdır. Hüsn-ü zan evet, ama hüsn-ü zan da olsa hiçbir zaman bu zan kaziyeyi muhkeme olamaz. Zaman bizi sonrasında mahcup edebilir.Ancak yine de duam ve ümidim sizin dediğiniz gibi bu zulüm bizleri sahabe-i kiramla komşu eder inşallah.

  2. Yazı çok güzel. Veysel bey sizleri tebrik ediyorum.
    Bu asırda hak ve hakikatı savunmanın elbette bir bedeli olacaktı ve de oluyor. Burada istikamet çizgisini korumak çok zor oluyor.
    Içerde iken çoğu zaman zalimlere beddua ettik, belalar diledik. Sonra, kadîr-i ilahinin hikmetsiz işi olmaz deyip sabrettik. Bu bedduaların ecrimizi zayi etmesinden korkuyorum. Şimdi ise onlara da hidayet diliyorum. Şayet hidayete ermeyeceklerse Allah’ tan, onların hakkından gelmesini diliyorum. İçerde iken sürekli bir çıkma arzusu taşıyordum. Şimdi bunun mahcubiyetini hissediyorum. Meğer hayatımın en değerli zaman dilimi o zamanmış. Sonra anlıyor insan. Dışarı çıktıktan sonra oradaki kardeşlerime günde birkaç defa dua etmemeyi vefasızlık sayıyorum. Yine de akibetimden çok korkuyorum. C. Hak abibetimizi hayr eylesin. Oradaki kardeşlerimizi de kurtarsın inşallah.

  3. Veysel Ayhanın yazılarını çok yakından takip ediyorum. Şu ana kadar ortaya koyduğu yaklaşımlara ve değerlendirmelere bakınca bu yazısına sadece o yazdığı için anlamaya çalıştım. Benim için, bir başka kalemden çıksaydı tam *fitil olunacak* yazıydı. Öteler soluklu ve aklı mead a hitap eden meczubane bir yazı. Akıl o akıl olsa gerek hitabına muhatap zihnin aşabileceği bir yazı olmuş. İleride hakiki muhatapları tarafından okundukça dudakların yalanacağı bir yazı. Ama yeniden ifade edeyim bu yazı başka bir kalemden çıksaydı tamamen subjektif yaklaşır ve yokluğa mahkum ederdim. Hani bir ikiliğin altında NFK gördüğünüzde ona ekstra bir dikkat nazar veririsiniz ya bu yazı da ancak o nazarla okunacak bir yazı.

    Allah sizi sadece derdini terennüm eden bir kalem eylesin abi. Dil madeninden gelmeyen yazılara kalem oynatmayın inşallah.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin