HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
AK Parti’nin, düne kadar terörist gözüyle baktığı HDP ile görüşmesi, çok ses getirdi. Asıl MHP’nin resmi tepkisinin ne olacağına gözler çevrilmişti ki oradan da Genel Başkan Devlet Bahçeli’den “doğal ve doğrudur” cevabı geldi. Şimdi sıra ürkek muhalefette.
Türkiye’yi kendi taraftarları dışındakiler için yaşanmaz hale getirme konusunda kararlı olan zihniyet, ülkede yaşayanları istedikleri gibi yaftalama güç ve özgürlüğünü ellerinde tutuyor. Başkalarının hukukuna saldırmayı ilke edinenlere karşılık özgürlük savunucuları kendi hukukunu korumaktan çekinir davranıyorsa orada kötülüğün kol gezmesinden daha doğal bir şey yoktur. Bir de saldırganlar, iktidar erkini ellerinde tutuyorlarsa vay o ortamda yaşayanların haline.
Türkiye’de son dönemde yaşananların temelinde bu hastalık yatıyor.
AK Parti ve MHP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı, bu ülkedeki her 9 seçmenden birinin oyunu alan HDP’yi sırf siyasi menfaatleriyle uyuşmadığı için ötekileştirdi. Bu da yetmedi terörist bir yapılanma olarak itham etti.
TÜRKİYE’DE KULLANILAN OYLAR ÜÇ SINIFA AYRILIR
Türkiye’de adı konulmasa bile, on yıllardan bu yana seçmen oyları üç sınıfa ayrılmış durumda. AK Parti ve MHP’ye verilen oylar birinci sınıf, muhalefete verilen oylar ikinci sınıf, HDP’ye verilen oylarsa üçüncü sınıf.
Birinci sınıf oylar, halkın iradesini temsil ediyor ve kutsal bir yapıları var.
İkinci sınıf oylar, iktidar tarafından belirlenen sınırlar içerisinde kaldıkları sürece meşru kabul edilenler. Ama Demokles’in kılıcı her zaman tepelerine inebilir.
Üçüncü sınıf oylar ise katlanılması gereken oylar. Meşru olmadığı için zamanı geldiğinde yok sayılmak üzere bir kenarda bekletilir. İstenirse halkın verdiği yetkiler ellerinden alınır, dahası temsilciler yaftalanarak hapse atılır.
Türkiye yıllardan bu yana birinci sınıf ve diğer sınıf oyların mücadelesine sahne oluyor. Dünü bilmeyenler, bu tablonun sadece bugün yaşandığını sanabilir. 1994 yılında bugünkü HDP’nin ata babası olan DEP’(Demokrasi Partisi) mensubu milletvekilleri içeriden zorla çıkartılarak Meclis kapısında gözaltına alınıp tutuklandı. (Leyla Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak, Selim Sadak, Sırrı Sakık, Orhan Doğan, Zübeyir Aydar ve Ahmet Türk)
Bugün Devlet Bahçeli’nin HDP’ye yönelik sarf ettiği sözleri abartılı bulanlar, MHP’nin kurucu lideri Alparslan Türkeş’in dün sarf ettiği sözlerine dönüp baksınlar derim. Aşağıda izleyeceğiniz görüntüde tartışan isimler MHP lideri Türkeş ve bir yıl sonra Meclis kapısından polis zoruyla elleri kelepçelenip alınacak olan DEP milletvekili Orhan Doğan.
8 Kasım 1993’te yaşanan bu tartışmada Türkeş, kan dökmekten söz ediyor ve Orhan Doğan’a “Meclis’i terk edin” diyor.
Türkeş’in o günkü konuşmasının içeriğini, takındığı üslubunu izlerseniz bugün Devlet Bahçeli’ye kızmazsınız. Bahçeli’nin HDP’lilere karşı tavrının ve söylediklerinin Türkeş’ten farklı olmadığını görürsünüz.
TÜRKEŞ İLE BAHÇELİ’NİN FARKI BURADA YATIYOR
Mesleğim gereği pek çok liderle yakın temas içerisinde bulundum. Alparslan Türkeş ile ise bugünkü bazı MHP’li yöneticilerden daha fazla birlikte oldum. Onun dar dairede yaptığı pek çok görüşmeye katıldım.
Bahçeli ile Türkeş arasındaki en büyük fark menfaat konusu. Türkeş, kendince farklı bir yere koyduğu devleti kutsar ve her şeyi onun etrafında şekillendirirdi. Kişisel, hatta çevresindekilerin menfaatlerini iyi korur ama bunun dışarıdan hissedilmesine izin vermezdi.
Bahçeli de devleti kutsama konusunda aynı geleneği sürdürüyor. Lakin menfaatleri koruma ve gözetme konusunda, hele dışarıya aksettirmeme noktasında kurucu liderden fersah fersah uzakta. Bunun için de sürekli farklı tavırlar takınmak zorunda kalıyor.
Devlet Bahçeli: Bizde kıvırma yoktur, U dönüşü yoktur, çark yoktur. pic.twitter.com/juc9TxWN3c
— Arşiv Unutmaz (@ArsivUnutmaz) November 8, 2022
Bahçeli, özellikle AK Parti iktidarının gitmeyeceğine kanaat getirdikten sonra, son yıllarda “dün dündür, bugün bugün” tavrı takınmayı kendisi için bir erdem haline dönüştürdü. Ne kadar dünkü söylediklerine ters düşen sözler ediyorsa kendini o kadar başarılı sayıyor.
AK PARTİ’NİN HDP’Yİ ZİYARETİ VE BAHÇELİ
AK Parti heyetinin başörtüsü referandumuyla ilgili HDP’yi ziyareti son dönem siyaseti açısından önemli bir kilometre taşı niteliğinde oldu. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ başkanlığındaki heyet, yapmak istenilen anayasa değişikliğine ilişkin ziyarette HDP’den destek istedi.
HDP ziyaretinin, iktidarın küçük ortağı tarafından çok sert bir tepkiyle karşılanması bekleniyordu. Çok heyecanlanan bazı yorumcular, Bahçeli’nin ortaklığı bozacağını var sayıyorlardı. Ancak, MHP lideri Devlet Bahçeli, dünkü grup toplantısında bambaşka bir tavır sergiledi.
Geçen yılın Şubat ayında CHP’nin HDP ile görüşüp görüşmeyeceği tartışmalarının yaşandığı günlerde, “CHP’nin HDP ile görüşmesi demek, PKK ile teması demektir” diye tepki gösteren Bahçeli, 8 Kasım’da bambaşka biri gibiydi.:
Devlet Bahçeli’nin 8 ay arayla HDP’yle alakalı yapmış olduğu 2 meclis grup konuşması. pic.twitter.com/OXnDFGfgtk
— Whisper (@whisperhaber) November 8, 2022
“AK Parti’nin Meclis’te grubu bulunan HDP’yi ziyaret etmesi doğal ve doğrudur.”
Bahçeli’yi motive eden yegâne şey güç. Temel dürtüsü ise gücün sahibi görünmek. “Fırıldak, rüzgârsız havada dönüyorsa, arkasında bir üfleyeni vardır” derler. MHP lideri de sık sık “U” dönüşleri yapmak zorunda kalıyorsa, onu bu tavra sürükleyecek bir rüzgâr vardır.
MUHALEFET KORKU DUVARINI AŞABİLİRSE…
Bahçeli’nin HDP ziyaretine ilişkin tavrı, sanılanın aksine AK Parti’den çok muhalefetin pozisyonunu kolaylaştırdı. Millet İttifakı’nın bileşenlerinin ikinci büyüğü olan İYİ Parti’nin zihnine MHP’nin geçirdiği hayali bir bukağı vardı. İYİ Parti’nin zihnindeki bukağı kırılırsa ülkenin önü açılacak.
Millet İttifakı, Bahçeli’nin AK Parti-HDP görüşmesine “normal” mührünü vurmasının ardından, üzerindeki korkuyu atmalı. Muhalefet bloğu, ülkede 5,6 milyon seçmenin oyunu alan HDP ile açık bir seçim birlikteliği görüşmesi yapmalı.
Bunun illa seçim ittifakı olması gerekmiyor. 2019 yerel seçimleri öncesinde yapılan akıllı işbirliği, Erdoğan saltanatına son vermeyi sağlayabilir.
Erdoğan’ın medya gücüyle halkı efsunlamasını bir kenara bırakıp, yalın gözle son haftalarda yaşananlara bir göz atalım.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bakın neleri başardı:
👉 Başörtüsü konusunda referandum diye ortaya atılan Erdoğan’a geri adım attırdı,
👉 Başörtülüleri AK Parti’nin elinde rehine olmaktan kurtardı,
👉 AK Parti’yi, terörist diye yaftaladıkları HDP ile masaya oturttu,
👉 MHP’yi, AK Parti’nin noteri yapıp tabanının utandığı bir yapıya dönüştürdü.
Dünden bugüne Bahçeli hakkında en çok kullanılan sözü paylaşarak nokta koyayım:
“Püskevit’in dik duruşu, çayın içine girene kadarmış.”
Türkiye negatiflik üzerinden düşünüyor. Var ettiği şeyler negatif olanlar. Kendini var etmiyor. Kendisini negatif üzerinden konumlandırıyor. Yani ben pozitifim demek istiyor.
O zaman PKK var edilmektedir. Yani kötü oluşturulmaktadır. Sonra bu kötüye düşmanlık üzerinden yani nefsani açıdan yönelim olmakta ve bunun adına da kursal devlet olmaktadır. Bu arada Devket sanki ona aitmiş gibi durmaktadır.
Yani MHP ve diğer faşistler Devleti kıtsamak için yani Devlete çökmek için önce Devkete düşman birini bulur. O kişiye saldırılar düzenletir. Bu tarafı bunun üzerine PKK düşmanlığı üzerinden şekillendirir. Artık bir düşman vardır. Düşmana düşman faşistler vardır. PKK üzerinden öfke, nefret duyguları faşistleri dönüştürmektedir. Geriye bu faşistlere önderlik edip kontrol etmek düşüyor.Yani PKK üzerinden Türkler kontrol edilmiş olur. Kontrol edenler PKK karşıtı tutum sayesinde kahraman liderler olur. Akşener, Bahçeli, Tayyip hepsi kahraman liderdir. Yetmedi, dahası var. Bu PKK kiminle yan yana gözükürse o kişi de PKK lı olur. Yani fotoğrafta kırbanı PKK ile yan yana gösterirsen PKK yı yanından çekerek o kişiyi hedef yaparlar. PKK ise işi bitince kenara çekilir. Bütün düşmanlık o kişiye yönelir. Sanki Devletin polisi, jandarması, eğitim sistemi yokmuş gibi, Devlet yokmuş gibiyi oynarak o kişi hedef olur. Suçlanır ve cezası kesilir.
Özetle önce suç örgütü kurulur. Suç işlettirilir. Sonra yok etmek istediğin düşmanını PKK ile aynı fotoğrafta göstermeye çalışırsın. Bunun üzerine PKK yanında durduğu için PKK lı ilan edersin. PKK yı aradan çekersin. PKK düşmanlığını kurbana yönlendirirsin. İnsanlar PKK yı göremeyince PKK diye O adama saldırırlar. Halbuki PKK çoktan gitmiştir. Görevini yapmış, şiddet uygulamış ve çekilmiştir. Artık Karayılan villasına mı gider, hawaiye mi gider kimsenin umrunda olmaz. Arada bir PKK ya ihtiyaç duyduklarında bütün yerel Türk kanalları sıraya girerek Karayılanın, Cemalin açıklamalarını verirler, Devlet televizyonlarında. PKK gizemli örgüttür. Siz hiç bir itirafçıyı dinlediniz mi? Yok. Niye? Gerçek yüzü ortaya çıkmasın diye.
PKK çekilir aradan ve bütün düşmanlarını yani PKK dışında herkesi PKK lı yaparlar. Bu mekanizmayı dehşet propaganda mekanizması olan PKK yı bunca yıldır kimse çözemedi ve hala 40 senedir uygulanan propaganda kullanılıyor.
PKK nın yerine düşmanlarını koyuyorlar. PKK nın işlediği suçlar ve bunun öfkesini kurbanlara yönlendiriyorlar.
CHP de de uyguluyorlar bunu. Ama kendileri HDP ile görüştüğünde gayet mantıklı cevaplar verebildiklerini gördük. Kendilerini savunurken gayet tutarlı cevaplar verebiliyorlar.
Bunu 15 temmuzda da yaptılar. Yani hep aynı mekanizmayı yada tuzağı kullanıyorlar. Herşey doğaçlama gelişiyormuş gibi görünüyor ama arkada dehşet kontrol hastası bir grup olup bitenleri yönlendiriyor. 15 temmuzda paralel fetö kurdular. Bu paralel fetö lider olarak Hocayı seçti. Bol bol suç işlediler. Peşinden gelen sahne Adilin tarlada yakalanması. Hani sokak köpeklerini tarlaya bırakıp kaçarsın ya. Sonraki sahne nedir? İşte fotoğrafa yine geldik. Bu sefer kontrol hastası adam Fethullah ile Adilin fotoğrafını gösterir. Kafada sahne oluşuyor değil mi? Adil darbecidir, emirleri Hocadan almaktadır senaryosunu iki fotoğraf karesi ile oluşturmaktadırlar. Terör örgütü ile Cemaat yan yana gösterilmiştir. Kontrolcu adamın paralel elemanları geri çekilir ve toplum içine karışırlar. Delillerin üzeri örtülür.
Bunu 15 temmuzda da yaptılar. Yani hep aynı mekanizmayı yada tuzağı kullanıyorlar. Her şey doğaçlama gelişiyormuş gibi görünüyor ama arkada dehşet kontrol hastası bir grup olup bitenleri yönlendiriyor. 15 temmuzda paralel .ETÖ kurdular. Bu paralel .ETÖ lider olarak Hocayı seçti. Bol bol suç işlediler. Peşinden gelen sahne Adilin tarlada yakalanması. Hani sokak köpeklerini tarlaya bırakıp kaçarsın ya. Sonraki sahne nedir? İşte fotoğrafa yine geldik. Bu sefer kontrol hastası adam Fethullah ile Adilin fotoğrafını gösterir. Kafada sahne oluşuyor değil mi? Adil darbecidir, emirleri Hocadan almaktadır senaryosunu iki fotoğraf karesi ile oluşturmaktadırlar. Terör örgütü ile Cemaat yan yana gösterilmiştir. Kontrolcu adamın paralel elemanları geri çekilir ve toplum içine karışırlar. Delillerin üzeri örtülür.
3. fotoğraf olayı; Hrant Dink cinayeti ile başlamaktadır. Önce Türklüğe saldırı yani yine PKK gibi bir saldırı algısı oluşur. Bu sefer bir Ermeni’den. Alın size kapı gibi Ermeni düşmanlığı üzerinden kamuoyu oluşturmak. Çünkü arka planda Ermeni düşmanlığı Türklerde mevcuttur. Bu alt yapı kullanılarak öfkeler açığa çıkarılır. Hrant Dink üzerinden. O sadece bir kurbandır, kontrol meraklıların aracıdır. Öfke misyoner cinayetler ile misyonerlere yönelir. Misyoner saldırı altındayızdır. Misyonerlikten konu Hıristiyanlığa sıçrar ve Müslümana Hıristiyan saldırısına evrilir ermeni saldırıları. Misyonerlik faaliyetleri anlatılır ve bu maddelerden birine cemaatin Hıristiyanlar ile diyaloğu ön plana çıkarılarak bütün öfke cemaate yönlendirilmek istenir. Çünkü cemaat papa ile yan yana fotoğraf vermiştir. Yine bir fotoğraf olayı.