SALİH HOŞOĞLU | YORUM
“Bal tutan parmağını yalar”
“Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur”
Sekonder (ikincil) kazanç bir psikoloji terimi. Kişinin hastalığını bahane ederek veya onun vasıtasıyla ilgi alaka görmesi, dikkat toplaması durumuna deniyor. Burada bu terimi farklı bir bağlamda ve tamamen psikoloji dışında kullanıyorum. ‘Sekonder kazanç’tan kastım; kişinin yaptığı işin sonucunda hak ettiği meşru kazancın ötesine bilerek veya farkında olmayarak, maddi veya manevi kazanç sağlama şeklinde geçmesidir. Bu oldukça ince ve netameli bir durumdur ve belki de toplumları yıkan en önemli handikaplardan biridir.
Bizim halk arasında, “Bal tutan parmağını yalar!” diye yaygın bir deyim vardır. Bu deyim bir vakıayı ifade ediyor ancak rüşvet veya görevi kötüye kullanmayı meşrulaştırmıyor. Bazıları bu deyimi bir meşruiyet kaynağı görse bile bu sözün böyle bir fiili onayladığını düşünmek doğru değildir. Maalesef yüzyıllardır süregelen istismar, despotluk, hesap vermemezlik ve rüşvet çarkları insanları böyle deyimler üretmeye itmiştir. Kaldı ki ‘sekonder’ kazanç bizim toplumda neredeyse hiç kınanmayan bir durumdur. Pek rüşvetten veya haksız kazançtan sayılmaz.
Toplumları rüşvet ve liyakatsizlik yıkar
Toplumları rüşvet ve işi ehline vermeme yani liyakatin kaybedilmesi yıkar. Nitekim Osmanlı Devleti’ni de aynı hastalıklar yıkmıştır, hem de göz göre. Hepimizin gıptayla baktığı Osmanlı Devleti’nin en parlak devrinde, Padişah Kanuni Sultan Süleyman’ın doğrudan emriyle bağlanan maaşını alamayan Şair Fuzuli’nin Şikayetname’si bunun tipik bir örneğidir. Devletler ve toplumlar bu illet ile yıkılıp gitmektedir. Buyurun Şikayetname’ye bakalım:
Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar. Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Gerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.
Dedim: – Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?
Dediler: – Bizim adetimiz böyledir.
Dedim: – Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.
Dediler: – Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.
Dedim: – Beratımın gereği niçin yerine gelmez?
Dediler: – Zevaittir, husulü mümkün olmaz.
Dedim: – Böyle evkaf zevaidsiz olur mu?
Dediler: – Asitanenin masraflarından artarsa bizden kalır mı?
Dedim: – Vakıf malın dilediği gibi kullanmak vebaldir.
Dediler: – Akçamız ile satın almışız, bize helaldir.
Dedim: – Hesaba alsalar bu tuttuğunuz yolun fesadı bulunur.
Dediler: – Bu hesap, kıyamette sorulur.
Dedim: – Dünyada dahi hesap olur, haberin işitmişiz.
Dediler: – Ondan dahi korkumuz yoktur, katipleri razı etmişiz.
Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile hacetim kılmağın reva görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim ve mey’us ü mahrum guşe-i uzletime çekildim.
Aradan 500 yıldan fazla zaman geçti ve aynı yerde sayıp duruyor muyuz? İnsanın bu zaafı hep vardı ve var olmaya devam edecek. Ayrıca toplumların kültürleri kolayca değişmez, evrilir, gelişir, bazen iyileşir, bazen kötüleşir, ancak eski alışkanlıklar da her zaman kendine yol bulabilir. Bu konularda ölçü arayanlar Hazret-i Peygamber’in (sas) kendisine hediye alan vergi memuruna yaptığı uygulamaya bakarak kendi yerini görebilir.
Türkiye’de herkesin bir fiyatı varmış!
Günümüzde rüşvet ve nepotizmle (akraba/yandaş kayırmacılığı) Doğu toplumları daha fazla enfekte olmuş görünüyor. Bunu özellikle Türkiye’de yaşadığımız yıkımları anlamada bir girizgah olması için anlatıyorum. Yaşadığımız süreçte gördük ki satın alınamayan insan sayısı çok azmış ve neredeyse herkesin bir fiyatı varmış.
Fuzuli’nin şiirinde dikkat edilmesi gereken bir husus “Asitanenin masrafları” meselesidir. Asitane (İstanbul) yani başkenttir ve merkezden çevreye doğru kurulan bir çıkar/menfaat/rüşvet çarkı vardır. Bir sistemin merkezi tek karar verici ise ve fazla harcama yapıyorsa çevreyi emmeye başlayacaktır. Sonrası hep aynı hikayenin tekrarıdır.
Rüşvet ve nepotizm (akraba yahut kabilesinden/partisinden/cemaatinden olanı/liyakatsizleri göreve getirme) aslında tartışmasız bir yıkım nedenidir. Ama bunun ötesinde konum ve görevinden dolayı kendisine sağlanan ve rüşvet addedilmeyen kazanımlar da hayati önem taşıyor. Bir röportaj vesilesi ile konu dikkatimi çekti.
Malum, eski Emniyet Müdürlerinden biri geçenlerde ortaya karışık, sözde muhalif, ama temelde hükümetin dediklerini tekrar eden bir portala çıkıp, kendince hem nalına hem mıhına vurarak bir şeyler anlattı. Güya mevcut yönetimi eleştirir gibi yaparken özellikle derinleri aklayıp pakladı ve Hizmet’e yerli yersiz saldırılar yaptı. Anlattıklarının hepsinin içyüzünü detaylı bilemeyeceğim.
Bugüne kadar yaptıklarından ve takip ettiğim açıklamalarından derin devletle her zaman birlikte çalışan, her devirde güçlüden yana tavır koyan ve işini yürüten biri olduğu izlenimi edindim. Orada bugünkü Emniyet ve yargının durumuyla ilgili vahim iddialar var ama benim konum onlar değil. O durum zaten müseccel.
İlginç bulduğum iki konu; 1990’ların başında bir kısım güvenlik güçlerinin terörle mücadele adı altında yaptıkları yargısız infazları kısa zamanda bir kazanç aracına dönüştürmeleri (anlatırken kendini özenle soyutluyor ama anlaşılan kendi de o işlerin içinde) ve kendisinin çocuklarını Hizmet okullarında okutması. Orada çocuklarının okul parasını çatır çatır ödediğini iddia ediyor ama hiç inandırıcı bulmadım. Demek ki en kritik kurumlardaki en kritik kişilerce her iş, eylem, konum bir şekilde sekonder kazanca dönüştürülebiliyor.
Efendimiz (sas) saray yaptırmamıştı!
Paraya ve güce kavuşunca başkalaşmayan insan var mıdır? Evet çok nadir de olsa vardır. Hazret-i Peygamber’in (sas) en büyük mucizelerinden biri belki de bu yönüdür. Günümüzde bile beş kişilik bir birimin başına büro amiri olan herkes odasını büyütmeye, sekreter edinmeye veya bir tane varsa ikincisini almaya çalışırken, O (sas) bütün Arap Yarımadasına hükmetmeye başladığında da eski hayatını hiç değiştirmemişti. Saray yaptırmamış, kapısına bekçiler dizmemişti. O zamandan beri insan fıtratı değişmedi, bir okula müdür olan kişi bile kendine olabildiğince büyük bir makam odası döşettiği günümüzde de güce ve paraya ulaşıp değişmeyen insan arayışı ara vermeden devam ediyor.
Günümüzde toplumları ve hatta dünyayı yönlendirenler bu durumları derinlemesine bildikleri için insanların zaaflarına ustalıkla hitap ediyorlar ve pek çok kişi farkına bile varmadan bu tuzaklara düşebiliyor. Rüşvet, fuhuş gibi gayr-i meşrulukları malum olanların yanında tamamen meşru kılıflarda da bazı satın almalar yapılabiliyor. Bu satın almaların veya kontrol etmelerin çok yüksek bedellileri de var, çok düşük bedellileri de. Hatta kontrol edilen kişi yahut grup bunun farkına bile varmayabiliyor.
Rüşveti ihraç etmek!
Bu bazen ek bir gelir, bazen önemli kişilere muhatap olma, bazen herkesin önünde önemli kişi olma ve bazen başka türlü belki çok cüzi maddi/manevi bir kazanım şeklinde olabilmektedir. En son tartışılan bir skandalda New York Belediye Başkanı Eric Adams’ın mali değeri yüksek olmayan peylemelere kurban gittiği anlaşılıyor.
İnsanların zaaflarını iyi analiz eden bu çevreler herkese uygun bir çözüm geliştirmektedirler. İşte bütün bu tarihi geçmişten dolayı demokratik ülkelerde yöneticilerin konumlarının etkisi ile en küçük maddi kazanım elde etmeleri onların siyasi hayatını bitirebilmektedir. Bu ülkelerde konunun çözümünü kişilerin iyi niyetine değil şeffaflığa ve hesap sorma mekanizmalarına bağlamaktadırlar.
Müslümanlar maalesef yukarıdaki Hadis-i Şerifte bütün açıklığıyla ortaya konan prensiplerden çok uzaklarda görünüyorlar. Uzak yakın geçmişte yaşanan her düzeyde yıkımlara bakarsak bu konulardaki zafiyetlerin nasıl işletildiğini rahatlıkla görebiliriz.
Bazen çok hayati bir konumlarda bulunanlar farkında olmadığı küçük bir zaafının kurbanı olarak büyük bir yıkımın geçişine yol verebilmektedir. Bazen bu ‘sekonder’ kazanç beklentisi toplumsal boyuta ulaşmakta, o toplumu veya topluluğu ulaştıkları göreceli nimetler körleştirmekte, en azından duyarsızlaştırmakta ve zararlara açık hale getirmektedir.