Ana Sayfa Güncel Ruhun beyaz geceleri!

Ruhun beyaz geceleri!

Bir yönetmenden çok daha fazlası: Christopher Nolan (9)

YORUM | M. NEDİM HAZAR 

“Yeterince şeffaf değilsen, bir ışığın içinde nasıl saklanabilirsin?”

Papa 2. Jean Paul

Bugün, popüler kültür olarak adlandırılan şeyin çoğu, medeniyet sorunumuzun bir parçasıdır aslında, çözümü değil. Yine de medeniyeti yeniden canlandırmak, insanlara oldukları yerde ulaşmayı gerektirir ve genellikle zamanımızın çoğunu, özellikle en çok değer verdiğimiz zamanı, televizyon dizilerinde, dergilerde, düşük seviyeli web sitelerinde ve güçlü yıldızları içeren filmlerde harcarız. Profesör Fox-Genovese, “Sanat ve Skolastik”te Jacques Maritain’in iki kınayıcı orantısını hatırlatır: Sanatta kibir ne kadar ahlaki ise, lütuf o kadar ahlakidir!

Anlamak için yarım saatimin geçtiği bu önerme eğer doğruysa, hareketli resimlerin edebi kurgunun altında sıralandığı kesindir. Belki de tanıdık Amerikan film yıldızlarıyla (bir İngiliz yönetmeni olmasına rağmen) Amerikan yapımı bir filmi ahlaki bir içgörü arayışı içinde incelemek çok da akıllıca bir şey gibi görünmeyebilir! Ancak yine de okura verdiğimiz söz sözdür ve aynı hassasiyet ile devam etmek niyetindeyiz.

Evet, Christopher Nolan’ın Insomnia adlı filmindeki çalışmasının çok özgün olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü evet bir yönüyle bazı eleştirmenlerin söylediği gibi; iyi bir filmdir Insomnia ama ve lakin kötü bir ‘remake’dir de. Ancak, keşke her başarısız remake böyle olsa, da dedirtir!

Sontag, fotoğrafçılığın bir sanat formu olup olmadığı sorusuyla uğraşırken aslında bu şüpheci bakışın sinemayı daha da şüpheli hale getirdiği de bir gerçektir! Bu filme kadar bir filozof, bir dahi ya da bir öncü de olsa, Nolan ilk üç filminde bu Panteon’a dahil edilebilecek bir eser henüz üretmemişti. Elbette şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Nolan, bu çalışmasında ince film zanaatkarlığı sergiler, aynı zamanda merkezi ahlaki sorular sorar. Ve belki de Maritain’in bahsettiği o Lütuf’un işleyişini tasvir eder ve bir bakış sunar. Hepsi bu, fazlası değil!

Şimdi şöyle bir genel giriş yapalım:

Christopher Nolan, günümüzde çalışan en çok beğenilen ve saygı duyulan yönetmenlerden biridir ve sadece orijinal bir hikaye fikri için çok yüksek bütçeli stüdyo fonu verilecek neredeyse tek yönetmen olarak kabul edilir. Bunun sebebi, Nolan’ın üzerinde çalıştığı hikaye türü ne olursa olsun, seyirciyi sıkmadan, izleyici zekasını filme katarak ilerleyen yapıya sahip olmasıdır. Filmlerin gişe yapması bu açıdan bakıldığında son derece normaldir. Memento, Nolan’ın ilk filmine göre (6 bin Dolar) çok yüksek bir bütçeye (9 milyon USD) sahipti ama bu meblağ yine de sıradan bir Hollywood yapımı bütçesi kadardı.

Nolan filmlerinin büyüleyici anlatımı, zamanı inanılmaz bükümlemesi, uzay, zaman ve hayallerle ilgili akıllara durgunluk veren fikirlerle çalışması izleyicileri film bittikten çok sonra bile düşünmeye iter. Bu, Memento ve Insomnia’daki ilk düşük bütçeli çalışmalarından, Inception gibi sonraki yüksek oktanlı filmlerine kadar geçerlidir.

Her insanın sanat algısı, zekası ve zevki farklıdır. Dolayısıyla özellikle sanat alanında (zevkler ve renkler tartışılmaz sözünü hatırlatalım) ne kadar uzman olursa olsun, kimsenin dediği mutlak doğru değildir. Ancak bu demek değildir ki, filmlerin ortak bir derecelendirmesi olamayacaktır! Aksine bu mümkündür ve 50 yılı aşkın bir süredir uygulanmaktadır.

“Sinema Filmleri Birliği film derecelendirme sistemi” ya da orijinal adıyla: “Motion Picture Association film rating system”

İlla ki bir şekilde duymuşsunuzdur bu ismi. Kısaca MPA da denir.

Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra, ülkeler yepyeni iktidarlar ile birlikte uzun süredir kesintiye uğrayan sanat üretimine de ağırlık vermeye başladı. Bu dönemde pek çok birlik, dernek ve kuruluş ortaya çıktı. Bunlardan biri de Sinema Filmleri Birliği’ydi. Sinemacılar özellikle askerler ve devletlerden çok çekmişler ve artık bir direnç oluşturmak istiyorlardı. Gerçi daha sonra bu kuruluşlar (özellikle İkinci Dünya Savaşı esnasında) yine diktatörlerin güdümüne girecek ve özgürlük amaçlarken, özgürlük karşıtı bir pozisyon alacaklardı ama 1922’de Amerikan sinema stüdyoları, yeni doğmakta olan film endüstrisini korumak ve desteklemek için şimdi Sinema Filmleri Derneği (MPA- Motion Picture Association) olarak bilinen organizasyonu kurdu. O zamandan bu yana MPA, dünya çapında film, televizyon ve internet üzerinden yayın endüstrisinin önde gelen savunucusu olarak hizmet vermeye çabalayan, hikaye anlatma işini ve sanatını geliştirmiş, hikaye anlatıcılarının kreatif ve sanatsal özgürlüklerini korumaya çalışan bir kurum olmayı hedefliyordu.

William Hays tarafından kurulan birlik “Hays Yasası” olarak bilinen bir düzenleyici sistem ile, “saldırgan materyallerin” bulunmamasını sağlamak ve film yapımına devlet müdahalesini önlemek amacıyla hareket ediyordu.

Amerika Sinema Filmi Yapımcıları ve Dağıtıcıları’nın (MPPDA) ilk toplantısı, 10 Mart 1922. Resim soldan sağa, üst sıra: Myron Selznick (Selznick Pictures), Winfield Sheehan (Fox Film), Courtland Smith (MPPDA), William Fox (Fox Film), Samuel Goldwyn (Goldwyn Pictures), JJ Atkinson, Robert Cochrane (Universal Pictures). Alt sıra: Lewis J. Selznick (Selznick Pictures), Earle W. Hammons (Eğitici Filmler), JD Williams (First National), William Hays (MPPDA), Adolph Zukor (Ünlü Oyuncular), Marcus Loew (Metro Pictures), Carl Laemmle (Evrensel Resimler). Fotoğraf Indiana Eyalet Kütüphanesi

Sivil haklar, kadın hakları ve işçi hareketlerindeki ilerlemenin yanı sıra, film endüstrisi; sanatsal özgürlükler ve Hays Yasası’nın belirli içeriklere yönelik katı sınırlamalarının kaldırılmasını istedi. Buna cevaben dönemin MPAA başkanı Jack Valenti, bugün kullandığımız film derecelendirme sistemini oluşturmuştu.

Peki neydi bu film derecelendirme sistemi?

Sistem bir sinema filminin içeriğine göre belirli izleyicilere uygunluğunu derecelendirmek için kullanılmaktadır. Bireysel sinema filmlerine uygulanan sistem ve derecelendirmeler, 1945’ten 2019’a kadar daha önce Amerika Sinema Filmleri Birliği (MPAA) olarak bilinen Sinema Filmleri Birliği’nin (MPA) sorumluluğundadır. MPA derecelendirme sistemi, gönüllü bir program. Kanunla garanti altına alınarak uygulamaya geçilmiştir. Çoğu sinema, derecelendirilmemiş veya NC-17 derecesine sahip filmleri sergilemeyi reddetse de, filmler derecelendirme olmadan da gösterilebilir . MPA üyesi olmayanlar da derecelendirme için film sunabilir. Televizyon programları gibi diğer medyalar, müzik ve video oyunları sırasıyla TV Ebeveyn Yönergeleri , RIAA ve ESRB gibi diğer kuruluşlar tarafından derecelendirilmiştir.

Bu kitabi girişten sonra şimdi bu derecelendirmelere kısaca bir göz atalım.

“Motion Picture Association film rating system” (MPA film derecelendirme sistemi), ABD’deki sinema filmlerinin içeriğini belirtmek ve izleyiciye hangi yaş grupları için uygun olduğunu göstermek amacıyla 1968 yılında oluşturulmuştur. Sistem, o zamandan bu yana bazı değişikliklere uğramıştır, ama genel olarak şu kategorilere ayrılır:

Eğer bir filmin afişinde ya da jeneriğinde;

Bu amblemi ya da doğrudan G logosunu görürseniz bu genel (General) demektir ve herhangi bir seyirci profili sınırlaması yoktur. G (General Audiences): Tüm yaş grupları için uygundur. Bu filmlerde içerik genellikle aile dostudur ve küçük çocuklar için de zararlı herhangi bir şey içermez.

Eğer

Amblemi ya da PG kısaltmasını görürseniz, bu “Ebeveyn Rehberliği Önerilir – Parental Guidance Suggested” demektir. Bu logonun altındaki sanat eserinde bazı materyaller çocuklar için uygun olmayabilir. Çocuklar ancak ebeveyn nezaretinde izleyebilirler bu filmleri. Ya da PG (Parental Guidance Suggested): Bazı materyaller küçük çocuklar için uygun olmayabilir demektir ve ebeveynlerin filmi izlemeden önce kontrol etmeleri önerilir.

PG-13 ise “Parents Strongly Cautioned- Ebeveynlere Güçlü Uyarı” demektir. Ve 13 yaşın altındaki çocuklar için bazı materyaller uygun olmayabilir. Ebeveynlerin dikkatli olmaları önerilir. Bu not altındaki filmler, genellikle kuvvetli dil, şiddet veya cinsellik içerebilir, ancak R kategorisine girmeyen seviyededir.

R (Restricted): Ebeveyn eşliğinde 17 yaş altı için uygun. Bu filmler genellikle yetişkinlere yönelik temalar, dil, şiddetli sahneler, cinsellik, uyuşturucu kullanımı vb. içerebilir. Ve bu sınıflandırma ile Nolan filmleri arasında pek çoğu bu sınıfta derecelendirilmiştir.

NC-17 (Adults Only): 17 yaş ve üzeri için. Bu kategori genellikle çok şiddetli, cinsel içerikli veya diğer yetişkin temalar içeren filmler için kullanılır. NC-17, ticari sinemalarda gösterim için genellikle tercih edilmez çünkü birçok sinema zinciri ve ev video dağıtım şirketi bu tür filmleri taşımaz.

Nolan filmlerine MPAA değerini analiz etmek belki başka ve farklı bir yazı konusu olabilir. Ancak ilk filminin “Parents Guide – Ebeveyn Rehberi” perspektifinden değerlendirmesi için şuraya bakabilirsiniz.

Memento ise ilk filminde olduğu gibi MPAA sınıfı olarak R grubunda yer alan bir filmdir. (Şurada) Daha sonraki yirmi yıl boyunca Nolan’ın çektiği hiçbir film R sınıfında gösterime girmez, Oppenheimer istisna!

Memento filminin sükseli gösteriminden yıllar sonra (2010) Tribeca Film Festivali çerçevesinde gösterilen filmin ardından “Belleğin Bilimi” başlıklı bir panel düzenlendi. Panele çok katılmak isteyen Nolan, İzlanda’da olduğu için bu önemli tartışmaya katılamamıştı ama hem hikayenin çıkış kişisi hem de Nolan’ın çocukluğundan beri yanında olan kardeşi Jonathan ve başrol oyuncuları katılmıştı.

Nolan’ın İzlanda’da bulunma sebebi Batman Begins’in buradaki çekimlerinde gördüğü doğal platoları 2014’te çekeceği ve kariyerinin tepe noktası denilebilecek olan Interstellar için mekan bakmasıydı.

Toplantıda iki önemli akademisyen de hazır bulunuyordu. Dr. William Hirst (NewSchool Psikoloji Profesörü) ve Dr. Suzanne Corkin (MIT Davranışsal Nörobilim Profesörü). Moderatörüğünü NPR’den Robert Krulwich’in yaptığı bu önemli panelde, bilim insanları filmde anlatılanların gerçekler ile şaşırtıcı derecede örtüştüğünü açıkladılar.

Misal, Dr. Corkin, Leonard ile aynı durumda olan hastası H.M. ile 40 yıldan fazla bir süre çalıştığını ve 2008’de ölümünden sonra bir kitap üzerinde çalıştığını açıkladıktan sonra, tıpkı Sammy Jankis’in alt öykü karakteri gibi, H.M. durumu nedeniyle yanlış bir şey yapmaktan korktuğunu ifade etti.

Uzun süreli anıları oluşturma yeteneğini kaybetmenin dil seçimleri konusunda dikkatli olmasına neden olduğunu açıklayan Corkin, etkili olarak, Leonard’ın durumunu kısa süreli hafıza kaybı olarak yanlış tanımlandığını çünkü bu tanımın yaklaşık 30 saniye için geçerli olduğunu kayda geçirdi. Ancak akademisyenler, filmde belleğin sunumunda başka bir eleştiri yapmadılar. Caltech’ten biri, pop kültüründe hafızanın en doğru tasviri olarak filmi nitelendirdi.

Filmin yapımcıları aslında filme başrol olarak Brad Pitt’i düşündüklerini ancak düşük bütçe nedeniyle Guy Pearce’e yöneldiklerini açıkladılar.

Nolan’daki yeteneği gören büyük Hollywood yapım şirketleri, kendisiyle çalışmak istemiş ve ilk olarak da bir yeniden çekim filmi üzerinde mutabık kalmışlardır.

Her ne kadar gerek Following gerekse Memento üst düzey filmler olsa da aslında Christopher Nolan, kendisini sinema tarihine geçirecek olan muhteşem filmleri henüz çekmemiştir.

Daha doğrusu, tam olarak ustalık çağı diyebileceğimiz filmlerine henüz bir film vardır: Insomnia.

“İyi bir film ama kötü bir remake!” diye eleştirilen Insomnia’nın orijinali.

1997 Norveç yapımı ve Erik Skjoldbjærg’in yönettiği sıra dışı bir filmdi Insomnia. Ve bilirsiniz Amerikalılar altyazılı film izlemeyi sevmedikleri için beğendikleri yabancı filmleri alıp iyi yönetmen ve oyuncularla tekrar çekebilecek güce sahiptir. Film dünyanın kuzeyinde yer alan bir tabiat hadisesi olan “Beyaz Geceler” metaforu üzerine kuruludur.

Kuzey Kutup Dairesi’nin yukarısındaki bir kasabada bir cinayeti araştıran bir polis (aslında iki) dedektifini konu alan Insomnia, deneyimli polis memuru ortağını yanlışlıkla vurup ardından olayı örtbas etmeye kalkışınca soruşturmanın korkunç bir şekilde ters gitmesini anlatır. Filmin adı, suçluluk duygusunun sonucu olan (gece yarısı güneşinin amansız parıltısıyla temsil edilen) uyuyamamasına gönderme yapar. Insomnia (Uykusuzluk), yönetmen Erik Skjoldbjærg’in ilk filmidir ve senaryosu Nikolaj Frobenius ve Skjoldbjærg tarafından yazılmış, müzikleri ise Geir Jenssen tarafından bestelenmiştir. Başrolü ise İsveç’in gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından sayılan Stellan Skarsgård tarafından canlandırılmıştır.

Ünlü Amerikalı yönetmen Steven Soderbergh’in telefonu çaldığında arayan kişiyi hemen tanıdı. Bir menajerdi ve “Sana bir film izletmek istiyorum, bunun gerçekten iyi olduğunu düşünüyoruz, ancak onu kimse almıyor ve nedenini de anlamıyoruz. Belki de hepimiz deliyiz!”

Arayan kişi Christopher Nolan’ın merajerliğini de yapan Dan Aloni’ydi ve Soderbergh’in dikkatini çekmeyi başarmıştı.

Steven Soderbergh Cannes film festivali müdavimlerindendir.

Amerikalı Steven (Andrew) Soderbergh, Memento’dan itibaren Nolan’ı yakın takibe alan Hollywood yapımcılarından biri olmuştu. Onu diğer yapımcıların ayıran şey, Soderbergh’in bağımsız film ve yönetmenleri desteklemesiydi. Aslında bu Bağımsız Filmler başlı başına bir seri yazı konusudur ama oraya dalarsak, ana konumuzdan uzaklaşmış olacağız. Sadece şu kadarını söyleyelim; 1980’li ve 1990’lı yıllarda profesyonel 16mm film ekipmanının maliyetinin azalması ve S-VHS ve Mini-DV kameralar gibi teknolojik yeniliklerin ortaya çıkmasıyla, düşen çekim bütçelerine paralel olarak birlikte birçok genç film yapımcısı stüdyo sistemi dışında film üretmeye başladı. Mike Judge, Adam Sandler, Jim Jarmusch, Robert Rodriguez, Steven Soderbergh, Quentin Tarantino, Kevin Smith ve Richard Linklater gibi film yapımcıları ve stüdyoların o zamanlar yapmakta pek de gönüllü olmayacakları, klasik film stüdyolarının sınırlarını zorlayan filmler yaptılar. Bu yapımların dağıtım ağına sızabilmesi, seyirciler için artık ciddi anlamda bir Bağımsız Sinema kavramını ortaya çıkarmıştı. Holyywod’da yıllardan beri oturmuş olan denge bozulmaya başladı ve pek çok büyük film stüdyosu kendi bünyesinde bu tür bağımsız filmler de üretebilecek minik yapım şirketleri kurmuşlardı. Focus Properties, Universal Pictures’ın, Fox Searchlight ise 20th Century Fox’un yavru şirketiydi!

Norveç yapımı olan Insomnia’yı Cannes film festivalinde izleyen Soderbergh, bu filmin tekrar çekimi için yanıp tutuşmaya başlamıştı bile.

Aklında bir fikir çaktı, bu sıra dışı film ile sıra dışı bir yönetmeni birleştirmek: yani Christopher Nolan’a Insomnia’yı tekrar çektirmek!

Ancak bu fikir başlarda Warner Bross yöneticilerinin hiç de hoşuna gitmeyecekti. Zira Memento’yu izlemiş ve hiç ama hiç hoşlanmamışlardı!

Ancak Soderbergh’in ısrarıyla bir toplantı ayarlandı ve Nolan yapım şirketini kendine hayran bırakmakta hiç zorlanmadı. Yıllar sonra Steven Soderbergh, Rolling Stone dergisinin kendisine sorduğu, “Christopher Nolan’ı siz mi keşfettiniz?” sorusuna, “Hayır” diyecekti, “Ben denk gelmeseydim de bir şekilde büyük filmler çekecekti. Yetenek bir şekilde kendi yolunu çizer!”

Filmin mottosu da ilginçti: Gözlerini kapama!

Norveç şirketi ile anlaşma yapıldı ve senaryo Hilary Seitz isimli bir yazara teslim edildi, bu proje onun da ilk Hollywood filmi senaryosuydu. (Seitz 29. Saturn Ödülleri’nde, En İyi Senaryo dalında aday gösterildi.)

Ve bütçesi hiç de fena bir rakam değildi: 46 milyon dolar…

6 bin dolardan 46 milyon dolara…

Nolan kısa sürede dikey olarak inanılmaz bir mesafe kat etmişti.

Oyuncu kadrosu da Şampiyonlar ligi gibiydi; Al Pacino, Robin Williams, Hilary Shwank…

Filmin bir özelliği de ünlü oyuncu Michael Caine’nin rol almadığı son Nolan filmi olmasıydı!

Hadi filme bir giriş yaparak yarına hazırlanalım…

Film, hikayenin ufak bir lokasyon kaymasıyla değil, farklı finaliyle ve sorgulamalarıyla da kaynaklık ettiği filmden epey ayrılan bir yapım oldu.

Evet temel karakterler aynıydı, hikayenin omurgası aynıydı, dahası “Beyaz Geceler” ve Insomnia metaforları da aynıydı.

Olaylar Norveç yerine Alaska’da geçiyordu ve bu iki bölge de coğrafi açıdan aynıydı.

Ancak, Norveç filmindeki doğallığın yerini Amerikan estetiğine bırakmış olsa da (Al Pacino kendi tarzını filmin her karesine sindirmişti çünkü) ikinci film ilkinden çok daha fazla derinlik içeriyordu.

“Insomnia” (2002), ana karakteri Will Dormer’ı, ortağını öldürme motivasyonlarını sorgulamaya zorlayarak, ahlaki amacının ne olduğu konusundaki soruyu daha da derinleştirmesiyle ilk dikkat çeken darbeyi vurur. Ortak, tam da Dormer’ın ikiyüzlülüğünü ifşa etmek üzereyken, Dormer tarafından öldürülmüştür. Nolan, Dormer’ın aldığı kararların haklı olup olmadığı gibi basit etik soruları es geçerek, iyi ya da kötü olarak aldığı kararlarla nasıl yaşayacağını öğrenmesi gereken bir kişinin ahlaki psikolojisiyle daha çok ilgilenir sanki. Katil Walter Finch’ten, Dormer çok mu farklıdır acaba? Dormer’in ölümü, onun kendi ahlaki tavizlerinden bir kurtuluş mu olmuştur? Ahlaki olarak kendini ezen ve bu süreçte onlarca suçluyu hapse atan bir polis dedektifi olarak ününü mahveden Dormer için fiziksel ölüm, bir ceza olmaktan çok bir kaçış haline gelir ki, bu vurgu Nolan’ın filmini ilk filmden epeyce farklı bir yerer oturtur. 1997 ve 2002 versiyonlarındaki en temel fark belki de budur!

Emmanuel Levinas, Time and the Other isimli çalışmasında şöyle yazar:

“Uykusuzluk, asla bitmeyeceği bilinciyle oluşur. Yani, artık birinin yakalandığı ve orada takılı kaldığı uyanıklıktan geri çekilme yolu olmadığı anlamına gelir… Şimdiki zaman geçmişten kaynaklanmıştır, tamamen geçmişin mirasıdır: Hiçbir şeyi yenilemez. Her zaman aynı şimdiki zaman ya da aynı geçmiş sürer gider… Kaçamayacağınız bu ölümsüzlük, uykuya başvurmadan uyanıklık; yani, bilinçsizliğe sığınma olmadan bir uyanıklık, uykuya özel bir alan olarak geri çekilme olasılığı olmadan mümkün olabilir mi?” (S49)

Filmlerin son karelerinin karşılaştırmak (1977 ve 2002) sadece ülke, kültür ve sinemaları hakkında fikir vermeye yetmekle kalmıyor, Nolan ile sair yönetmenlerin de farkını çorpıcı şekilde ortaya koyuyor. Norveç filmi kahramanın gözlerindeki şeytani parlamayla seyirciyi evine yollarken, Nolan filmi, sessiz güçlü ve görsel bir katarsis (geniş açı/genel plan) ile duygulu şekilde izleyiciye veda ediyor. İki Insomnia’ının temel farklarını ilerde anlatacağız.

Film, ahlaki erdem, niyetler, motivasyonlar ve eylemlerin etkileri hakkında soruları gündeme getirir. Dormer’ın uykusuzluğu, onun kurtuluşun ötesinde olmadığını gösteren bir nimet olarak tasvir edilir. LAPD İçişleri Bölümü tarafından Dormer’ın soruşturulması, Dormer’ın iç ahlaki mücadeleleri için bir metafor olarak hizmet eder.

İfşa edici olan başka bir sahnede ise, Dedektif Will Dormer ve han sahibi Rachel Clement (Maura Tierney), Dormer’ın beş yıllık ortağı Hap Eckhart’ın otel odasını boşalttıktan sonra bir barda konuşmaktadır. Dormer, Eckhart’ı (Martin Donavan) yanlışlıkla vurup öldürmüştür. İşinde sık sık “birini kaybeden” insanlarla uğraştığını söyler. Onların duygularının genellikle beklenenden daha karmaşık ve belirsiz olduğunu belirtir. Retoriğini desteklemek için de çocukken kardeşinin bir yangında ölümünü anlatır ve hala utanç içinde yaşadığını itiraf eder. Dahası, bir sahte delil yerleştirmesiyle birini mahkum ettirmiştir ve belli ki hala bunun vicdan azabını çekmektedir. Suçlu gerçek suçlu bile olsa, sahtekarlıkla müdahale ederek, kendi adaletimizi sağlamamız vicdanımızı rahatsız ediyorsa, sorun ne olabilir ki? Suç, suçluya iki önemli şey yaptırır; ilki ceza almayacak bir günahı itiraf. İkincisi ise daha güncel ve yapılabilirdir: Muhatabına “bu adamı”, Kay Connell’ın katilini bulana kadar “burada” kalacağını söyler ve bunun “uzun sürmeyeceğine” inandığını ekler. Ancak Dormer henüz tam olarak farkında değildir, gerçekte kaybettiği kişi kendisidir ve bulabilmesi için ne yapacağından tam olarak emin değildir!

Nolan’ın “Uykusuzluk”u, kimlik hakkında önemli sorunları ve bunun birinin nasıl hareket etmesi ve tepki vermesi gerektiği için ne anlama geldiğini de ciddi anlamda araştırır. Bunu, karakterlerin kim oldukları hakkında konuşarak doğrudan yapar yapmasına ama aynı zamanda başroldeki Will Dormer’ı onunla farklı şekillerde özdeşleşen iki karakterle- katil Walter Finch (Robin Williams) ve acemi polis Ellie Burr (Hilary Shwank)- karşı karşıya getirerek dolaylı olarak anlatır. Birlikte, Dormer’ın geçmişinin iki yönünü, ayrıca seçmesi gereken iki gelecek yolu temsil ederler. Aslında.

Ve fakat yönetmen Nolan’ın elinde, kimlik sorunu sadece tanımlayıcı psikolojinin ötesine geçer, özellikle birinin ne olduğundan çok ne kadar iyi olduğunu değerlendirir. Bu aynı zamanda bir tür ahlaki doğruluk değerlendirmesidir de.

Şöyle diyelim; en derinlemesine, kimlik sorunu, eylemlerin ve bireylerin ahlaki veya ahlaki olmadığı, erdemli veya kötü niyetli olup olmadığı temel sorusuna işaret eder.

Dormer, Charles Taylor’ın tercih ettiği terminolojiyle “kimlik etiği” veya “özgünlük etiği” olarak adlandırılan şeyin bir versiyonunu temsil ediyor gibi geldi bana. Buna aynı zamanda “bütünlük etiği” de demek mümkün. Projesinin farkında olmamasına rağmen, Dormer, Søren Kierkegaard’ın “kalp saflığı” olarak adlandırdığı şeye doğru çaba gösterdiğini bilinçli mi ekim yaptı emin olamadım. Ki iradesi, tercihleri, eylemleri ve geriye dönük tutumları arasında uyum, uyum ve tutarlılık durumuna bakılırsa bu yorum zorlama bir iyi niyet olur gibime geliyor. Geçmişteki seçimlerine ve tepkilerine utanç veya suçluluk duymadan bakabilmeyi ister., evet, ancak iç uyum ahlaki olarak yeterli değildir: diğer bireyler için de şefkat de olmalıdır.

Hazırlıklı olun, yarın esaslı bir şekilde ve derinlemesine dalacağız bu (iki) filme…

HENÜZ YORUM YOK