ROK’un itirafı yetmez mi?

YORUM | KORAY CANDAN*

Erdoğan yanlısı ‘gazeteci’ Rasim Ozan Kütahyalı (ROK), 2013-2016 yılları arasında Gülen Hareketi’nin “terör örgütü” olarak tanımlanmasına zemin hazırlama sürecine dahil olduğunu açıkça itiraf etti. Kütahyalı’nın açıklamaları, harekete ve üyelerine yönelik sistematik baskıya yol açan siyasi mekanizmaya, o zamandan beri yaygın insan hakları ihlallerini ve hareketle ilişkili kişilere yönelik sosyal soykırımı meşrulaştırmak için kullanılan “Fetö”* teriminin yerleştirilmesine çok önemli bir bakış açısı sunuyor.

Kütahyalı’nın itirafları, sosyal soykırıma sebep olan “Fetö” nefret söylemini, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eski MİT Müsteşarı Hakan Fidan (şimdiki Dışişleri Bakanı) gibi kilit isimlerle birlikte bu süreçte nasıl kullandıklarını gözler önüne seriyor: “2013-2016 yılları arasında cemaati terör örgütü ilan eden ekibin bir parçasıydım. Tabii ki Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan bize liderlik ediyordu. ‘FETÖ’ terimini biz icat ettik. Sabah gazetesinden başlayarak ‘FETÖ’yü gece gündüz tekrarladık, ta ki insanların zihnine yerleşene kadar. ‘FETÖ’ diyen her Kemalist Erdoğan’a, hükümete ve AKP’ye hizmet ediyor.”

“Fetö” nefret söylemi, Erdoğan rejiminin Gülen Hareketi’ne karşı yürüttüğü kampanyanın merkezinde yer alıyor ve bu da medyada, bürokraside, sosyal hayatta ve kamusal yaşamın neredeyse her alanında çok yönlü devlet baskısına ve zulmüne gerekçe yapılıyor. Bu nefret kampanyası, Gülen hareketi ile bağlantılı veya bağlantısı olduğu iddia edilen bireylere yönelik bir sosyal soykırıma dönüştü.

Kütahyalı’nın kendi ifadesiyle Hareket’in bir “terör örgütü” olarak şeytanlaştırılmasının temeli, “Fetö” teriminin sürekli tekrarlandığı Sabah gazetesindeki -kendi çalışmaları da dahil- amansız medya kampanyaları yoluyla atıldı. Büyük çoğunluğu hükümetin kontrolü altında olan yayın organları aracılığıyla güçlendirilen medya anlatısı, Hareket’i varoluşsal bir tehdit olarak çerçeveleyerek halkın Hareket’e karşı güvensizliğini ve korkusunu pekiştirdi.

Bu medya saldırısı sadece bir başlangıçtı. Devlet baskısını kolluk kuvvetleri, eğitim, kamu hizmeti ve iş sektörlerine de yayarak Hareket’le ilişkili gördüğü kim varsa hepsini hedef aldı. Yüzbinlerce insan, Gülen’le bağlantılı oldukları iddiasıyla hapsedildi. Hükümetin olağanüstü hal yetkilerini kullanması, toplu gözaltılara, kaçırmalara, hatta zorla kaybetmelere yol açtı.

Gülen hareketinin bir parçası olmakla suçlananlar, işkence ve zorla itiraf dahil olmak üzere çeşitli ayrımcılık ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldı. Ancak Kütahyalı’nın açıklamalarının da ortaya koyduğu gibi, bu kampanya gerçek terörizm kanıtlarıyla değil, bir yerleşik söylem (constructed term/narrative) oluşturmak ve insanları devlet düşmanı olarak damgalamakla ilgiliydi.

ZULÜM SINIR DIŞINA TAŞTI

“Fetö” iftirası iç politika ile sınırlı kalmadı. Erdoğan hükümeti bu cadı avını Türkiye sınırlarının ötesine taşıyarak, dünyanın dört bir yanındaki ülkelerde sürgünde bulunan Hareket üyelerini takip etmek için de kampanya başlattı. Uluslararası operasyonlar çerçevesinde, Türk vatandaşlarının kaçırılmasını, yasadışı olarak iade edilmeleri ve yabancı hükümetlere Türkiye’nin Hareketi tasfiye çabalarını desteklemeleri için yoğun baskı yapıldı.

Diyasporada yaşayan Erdoğan taraftarları ise Gülen Hareketi üyelerine veya Hareket’in üyesi olduğu varsayılan kişilere karşı nefret söylemlerinde bulundular. Nefret suçlarına varan eylemlerde bulunanlar Türkiye’nin aksine bulundukları ülkelerde Ağır Ceza Mahkeme’lerinde yargılandılar.

2023 yılında Florida/Amerika mahkemesi sosyal medya platformlarında Florida’da yaşayan bir iş adamını ‘‘bu kişi Fetöcü’’ diyerek hedef gösteren ünlü bir Türk sosyal medya yayıncısına yaklaşık 3 milyon dolar maddi ve manevi tazminat cezası verdi.

“FETÖ” Nefret Söyleminden Sosyal Soykırıma

Bu kampanyanın en acı sonuçlarından biri nefret kampanyasının hareket üzerinde sosyal bir soykırıma evrilmesi oldu. Başta ‘‘paralel devlet’’ ifadesiyle, sonrasında da yerleştirilmiş “Fetö” terimiyle Gülen Hareketi’nin şeytanlaştırılması olarak başlayan bu kampanya, çok daha sinsi bir hale dönüştü. Bu yafta ile etiketlenenler için sosyal sonuçlar yıkıcı oldu; bireyler toplumlarından dışlandı, kariyerleri yok edildi ve itibarsızlaştırıldı.

Daha da acı olanı, bu yaftanın siyasi olarak silah haline getirilmesi oldu. Kütahyalı’nın da itiraf ettiği gibi, oluşturulan “Fetö” yaftasının Erdoğan’ın çıkarlarına hizmet etmek üzere özenle hazırlandığı anlaşıldı. “Fetö” terimi muhalefeti susturmak ve hükümete meydan okuyanları hain ya da terörist olarak suçlamak için kullanılan bir siyasi baskı aracı haline geldi. Kütahyalı şu iddiada bulunabilecek kadar ileri gidiyor: “’Fetö’ diyen her Kemalist Erdoğan’a, hükümete ve AKP’ye hizmet eder.”

Bu itiraf, “Fetö” ifadesinin anlamını tam olarak kavramadan bu terime sarılanlar için bir uyarı niteliği taşıyor. Bu terimin kullanılmasının, sadece bir hareketi kriminalize etmek için değil, aynı zamanda mevcut rejime karşı çıkan herkesi damgalamak için kullanılan bir siyasi kontrol sembolü olduğu daha nasıl ifade edilebilirdi.

Muhalefete Çağrı: “Fetö” İfadesini Kullanmaktan Kaçının

Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve uluslararası gözlemciler de dahil olmak üzere Erdoğan hükümetine muhalif olanların “Fetö” yaftasını kullanmaktan kaçınmaları artık her zamankinden daha fazla önem taşıyor. Unutulmamalı ki, muhalefet partilileri bu terimi kullandıklarında halihazırda süren büyük ölçekteki adaletsizliğin ve acıya yol açan sistematik bir nefret kampanyasının suç ortağı olma riskini üsletiyor.

Muhalefet partileri bu terimin insan onurunun ayaklar altına alınması ve hayatları yok etmek amacıyla nasıl manipüle edildiğini artık görmeli. Zira bu sosyal soykırım ifadesinin muhalif siyasiler ve vatandaşlar tarafından kullanılması, Türkiye’de yıllardır yaşanmakta olan sosyal soykırım ateşine odun taşımaktan başka bir anlam taşımıyor.

Rasim Ozan Kütahyalı’nın “Fetö” söyleminin yerleştirilmesindeki rolünü itiraf etmesi ve Hareket’in mağduriyeti birlikte değerlendirildiğinde basit bir siyasi söylemin nasıl da sosyal bir soykırıma sebep olduğu görülebiliyor. Nitekim Ruanda’da, Bosna’da, Myanmar’da ve Holocaust’ta nefret söylemleri ile başlayan benzer insan hakları ihlalleri de bunu göstermişti.

Adalet ve insan haklarını önemseyenler uyanık olmalı ve siyasi amaçlar için silah haline getirilen soykırım söylemlerini kullanma tuzağına düşmekten kaçınmalıdır. Temel hakların korunmasına, adil yargılamanın sağlanmasına ve bu ihlallerden sorumlu olanların hesap vermesine odaklanılmalıdır.

Bu durum devam ederken, uluslararası toplum ve Türkiye’deki muhalif grupların soykırım söyleminin ciddiyetini ve daha fazla zarar verme potansiyelini fark etmeleri hayati önem taşımaktadır. Söz konusu olan sadece siyasi söylemler değil, ulusal güvenlik kisvesi altında paramparça edilen insan hayatlarıdır.

* Human Rights | Solidarity with OTHERS

* Yazıda sosyal soykırım söylemi olan ‘‘Fetö’’ ifadesi, konu hakkında farkındalığı arttırması ve bu ifadenin yazının konusunu oluşturması sebebiyle birden fazla kez kullanılmak zorunda kalınmıştır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin