YORUM | CEMİL TOKPINAR
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Hulusi Yahyagil’in tavsiye ettiği gibi, Risale-i Nur’u okuma ve anlama gayretinde bulunurken kalbî ve ruhî hazırlık için gerekli hususlardan birisi de, Yirmi Altıncı Söz’ün Zeylinde yer alan dört hatveyi anlamak, “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yolunu âdeta bir meleke hâlinde yaşamaktır.
Cenab-ı Hakk’a ulaştıracak birçok yol olduğunu belirten Bediüzzaman Hazretleri, bunlar içinde Kur’an’dan istifade ederek ortaya koyduğu “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” tarikini tavsiye eder.
Ona göre, acz aşktan daha selâmetli bir yoldur ki insanı ubudiyetle mahbubiyete, yani Allah’ın sevgilisi olma makamına ulaştırır. Fakr, Rahman ismine vasıl eder. Şefkat aşktan daha keskin ve daha geniş bir yoldur ki Rahîm ismine ulaştırır. Tefekkür aşktan daha zengin, daha parlak, daha geniş bir yoldur ki Hakîm ismine vasıl eder.
Birinci hatveye “Nefislerinizi temize çıkarmayın” (Necm:32) manasındaki ayet, ikinci hatveye “Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki Allah da onlara kendi nefislerini unutturmuştur” (Haşir:19) mealindeki ayet, üçüncü hatveye “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır, her ne kötülük gelirse o da kendi nefsindendir” (79) anlamındaki ayet, dördüncü hatveye ise “Her şey helâk olup gidicidir; Allah’a bakan yüzü müstesna…” (Kasas:88) mealindeki ayet işaret etmektedir.
NEFİSTE HATADAN BAŞKA BİR ŞEY YOK
Görüldüğü gibi, ayetlerin manasının ortak bir özelliği vardır. Her biri bir kitap kadar geniş ve zengin manalar taşıyan bu ayetlere göre, nefiste “hata, kusur, eksik, günah, isyan, olumsuzluk”tan başka hiçbir hayır yoktur. Bütün iyilik, güzellik, kemalât, fiil, kudret ve ilim Allah’ındır.
İnsan bir iyilik veya ibadet yapsa bile o işteki hissesi binde birdir. Çünkü iyiliği emreden, yaratan, vesilelerini hazırlayan, onu yapmak için gerekli olan “akıl, fikir, organ, zaman ve imkânı” ihsan eden Allah’tır.
İnsanın “Şu benimdir” diyebileceği hiçbir şey yoktur. İnsandaki sadece küçük bir gayret, az bir eğilim, küçük bir arzu ve istektir. Allah’ın kendisine ihsan ettiği cüz’î iradesinin yüzünü hayra ve ibadete çevirmekten başka nefsin yaptığı bir şey yoktur.
Bediüzzaman’ın verdiği derse göre, insanın nefse karşı tavrı, sürekli onu suçlamak, hatalı olduğuna inanmaktır. Çünkü onu temizlemenin yolu, temiz olmadığına inanmaktır. Onun hatalı olduğuna inanan, hatasını azaltır. Kim nefsinin hatasız olduğunu kabul ederse en büyük hatayı işlemiş olur.
NEFSİN KEMALİ, KEMALSİZLİKTEDİR
Nefsi haz almakta ve ihtiraslarda unutmak, hizmette ve ölümü hatırlamakta düşünmek gerekir. Nefsin kemalini kemalsizlikte, kudretini aczde, zenginliğini fakirlikte bilmek icap eder. Son olarak, nefis kendine varlık verse hiçbir şey olur, eğer kendini fâni bilse Allah’ın ihsanıyla nihayetsiz bir vücut kazanır.
Müellifinin de belirttiği gibi, bu dört esasın geniş açıklaması, Risale-i Nur’un tamamıdır; çünkü bu eserler baştan sona “acz, fakr, şefkat ve tefekkür” dersidir.
Risalelerdeki nefis muhasebesi, özellikle yazarının kendi nefsini yerden yere vurması, her fırsatta nefsine en dehşetli tokatları indirmesi, okuyan herkes için büyük ibretler taşımaktadır.
Bu hususta yapılacak olan önce ilgili bahsi uzun uzun müzakere etmek, arkasından konuyla ilgili başka yerlerde geçen bahisleri okuyup anlamak, bundan sonra da okunanları hayatımızın her safhasında bir meleke hâline gelecek seviyede uygulamaktır.
İşte o zaman, nefsin firavuniyeti kırılacak, enaniyetin yerini tevazu ve mahviyet alacaktır. Bu hakikati yaşayanlarda “nefsini beğenme, kibir, ucp, gurur, riya” olamaz. Böylece kötülüklerden arınmış bir nefis de hakikatleri anlamaya hazır hâle gelir.
SALİH AMEL VE TAKVANIN ETKİSİ
Yirmi Altıncı Söz’ün Zeylinde, “Şu kısa tarikin evradı, ittiba-ı sünnettir; feraiz-i işlemek, kebairi terk etmektir. Ve bilhassa namazı tadil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır” deniyor.
Buradaki esasları şu şekilde maddeleştirebiliriz:
- Peygamber Efendimizin (s.a.v.) söz, fiil ve onaylarından meydana gelen sünnetlerine sımsıkı sarılmak.
- Bilhassa namazı bütün şartlarına tam uyarak kılmak ve diğer farzları yerine getirmek.
- Öncelikle büyük günahlar olmak üzere günahlardan şiddetle kaçınmak.
- Namazın arkasındaki tesbihatı hiç terk etmemek.
RİSALE-İ NUR, İLİMLE BİRLİKTE HÂLDİR, FİİLDİR
Gördüğünüz gibi, burada da sayılan hususlar ilimden ziyade fiille ilgili kurallardır. “Bu amellerin ilimle ilgili bir konu olan Risale-i Nur’u anlamakla ne ilgisi var?” dememek gerekir.
Çünkü Risale-i Nur, ilimle birlikte hâldir, fiildir, şuurdur, hayattır. Bu eserlerdeki derin manaların açılması insanın manevî yapısıyla yakından ilgilidir. Öyle ilim adamları vardır ki samimî ve ihlâslı bir avam kadar anlayamayabilir.
Bazen öyle dersler dinlersiniz ki, “Aynı yeri ben defalarca okudum, ama bu manaları hiç anlamadım” der, şaşırırsınız. Hiç şaşırmamak gerekir. O manalar ihlâsla, samimî gayretle, takvayla elde edilir.
Hedefimiz sadece kuru bilgiler öğrenmek değil, onları yaşayarak bir şuur ve meleke hâline getirmektir.
TAKVA HÂLİ ÂDETA REFLEKSİMİZ OLMALI
Nasıl ki eline ateş dokunan insan hızla geri çeker; hiçbir zaman tereddüt etmez, düşünmez, beklemez. Çünkü vücuduna zararlı bir şeyden kaçınmak, artık bir refleks hâline gelmiştir.
Bunun gibi, günahlardan öyle kaçınmalıyız ki, “Acaba işlesem mi, kaçınsam mı?” gibi bir tereddüt yaşamadan, anında ve hızla kendimizi korumalıyız.
Nasıl ki acıkan bir insan yemek yer, yemeden rahat edemez; sofraya oturan bir kimse hemen yemeye başlar. Biz de, ezan okunduğu an, hatta biraz öncesinde namazdan başka bir şey düşünmemeliyiz. Onu kılmadan içimiz rahat etmemelidir.
Namazı mutlaka vaktinde, tadil-i erkân ve huşû ile, yani şartlarına tam uyarak, hakkını vererek kılmalı ve arkasındaki tesbihatı hiç ihmal etmemeliyiz.
Bediüzzaman Hazretleri, bütün hayatında iki nokta üzerinde özellikle durmuş, “İman iman, namaz namaz!” diyerek, yazarak, yaşayarak ömrünü geçirmiştir.
Yine sünnet-i seniyye, onun bütün hayatında tavizsiz bir şekilde uyguladığı, ısrarla tavsiye ettiği hakikatlerden birisidir. “Ümmetimin fesadı zamanında sünnetime yapışana yüz şehit sevabı verilir” hadisini bayraklaştırmış, en küçük bir sünnete dahi uymayı ihmal etmemiştir.
Bu dört prensip hakkında ve özellikle namaz üzerinde yazılacak çok şey var. Bu konulardaki derinlik ve tavizsizlik göstereceğimiz çabaya göre zamanla gelişecek ve kemale erecektir.