İzmir’de bir anaokulunun düzenlediği Kutlu Doğum programının sunuculuğunu yapıyordum. Sahnede minicik çocuklar harika performanslar sergiliyor, ebeveynler hayranlıkla evlatlarını izliyordu. Perde arkasında beklediğim bir esnada bir hanımefendi kucağında bebeğiyle bizim yanımıza geldi. Doğrusu bulunduğumuz yere gelebilmesi oldukça meşakkatliydi ve bütün engelleri aşmayı başarmıştı.
Selam verdi, hal hatır sordu. Sonra heyecanlı cümlelerle anlatmaya başladı:
– Ahmet Bey, ben mesnetsiz iddialarla tutuklandım. Yetmiş dört gün cezaevinde kaldım.
Bu cümleyi duyunca ben soru soran gözlerle kucağındaki bebeğe baktım.
“Benim ranza arkadaşımdı.” dedi, gülümseyerek.
– Uzun zamandır sizin radyo programlarınızı dinliyordum. Cezaevinde geçirdiğim süre boyunca da dinlemeye devam ettim. Tuttuğum günlükte haftada iki sayfa sizin muhabbetleriniz yazılı. Haftada iki gün dert ortağım oldunuz, sayenizde güldük.
Ben, bu genç annenin haksız yere cezaevinde geçirdiği zamana üzülürken, en azından bir işe yaramış olmanın mutluluğunu yaşıyordum. Hanımefendi aynı heyecanla devam etti.
– Şimdi sizden bir ricam var. Lütfen susmayın. Konuşmaya devam edin. Yapabildiğiniz son güne kadar programı sürdürün. Çünkü içeride yirmi beş arkadaşım kaldı ve onlar da sizi dinliyorlar. Hiç olmazsa haftada iki gün onlara moral olsun. Rica ediyorum susmayın.
Beni tanıyanlar iyi bilirler biraz fazla duygusal olduğumu. Boğazım düğümlendi ama hissettirmemeye çalıştım.
Tamam, dedim. İnşallah devam edeceğiz…
İstanbul’a dönünce bu hadiseyi Mustafa Abi’ye (Sarıtaş) de anlattım. Ne olursa olsun programa devam edelim diye karar aldık.
O günlerde Samanyolu uydudan hukuksuzca indirilmiş, yayınlar ne yazık ki durmuştu. Biz, Burç FM’de karasal vericilerden yayın yapmaya devam ettik. Çift Çekirdek’i dinleyenler gayet iyi bilirler. İlmi derinliği, manevi ağırlığı olan bir program filan da değildi bizimkisi. Mizah yapıyorduk, taşı gediğine koyma ümidiyle. Bizim haftada iki gece yaptığımız geyik muhabbeti, bilmediğimiz bir yerlerde, bir dertlinin yüzünü güldürüyorsa artık o geyik muhabbeti dünyanın en mühim işiydi bizim için. O motivasyonla devam ettik programa.
Neticesinde 15 Temmuz oldu, akl-ı selim öldü. Sözün hükmü kalmadığı gibi söz söyleyecek mecralar da kapatıldı.
Şimdi ben, sahne arkasına gelip benimle konuşan hanımefendinin cümlesini ödünç alıp, filmlerde kalabalığı harekete geçirmek için coşkulu bir konuşma yapan başroldeki adam gibi birkaç cümle kuracağım müsaadenizle:
Rica ediyorum susmayın!
Masumiyetinizin hakkını vermek için konuşun. Hakikate tercüman olmak için konuşun. Tarihin seyrini değiştirmeye gücünüz yetmez belki ama tarihe not düşmek için konuşun, yazın, anlatın.
Tutuklanan hamile kadınların hatırına, annelerinden ayrı kalan bebeklerin cennet kokusu hatırına, anneleriyle birlikte zindanda sabır nöbetinde olan bebeklerin bakışları hatırına susmayın.
Ellerine kelepçe vurulan hangi adam, hangi kadın sizi utandıracak bir şey yaptı ki susacaksınız! Haklarında bir tane suç isnat edilemeyen ve özgürlükleri gasp edilen masumları hakkını yemektir susmak.
Göz göre göre zalimin tuzağına düşün demiyorum. Elinizdeki imkan neyse, bulunduğunuz durum ne kadarına müsade ediyorsa o kadar konuşun.
Engel olmaya gücünüz yetmiyorsa bile bu zulmü vicdanı ölmemiş insanlığa duyurmak için konuşun.
Konuşun ki size düşman olanların hevesleri kursaklarında kalsın. Konuşun ki dostlarınız ümidinizden pay alsın.
Kermeste gözleme yapan Fatma Abla, kermes yaptığı için zindana atılan ablalar için bir tane fazla gözleme yapabilir mesela…
Esnaf Hüseyin Abi, burs verdikleri için tutuklanan, malına mülküne el konulan on binlerce esnafın yerine bir burs fazla verebilir mesela…
İlahiyatçı Hatice Abla, insanlara Kur’an öğrettiği için ellerine kelepçe vurulan ablaların hatırına bir kişiye daha Kur’an öğretebilir mesela…
Öğrenci Ali Abi, kitap okuduğu için terörist muamelesi gören öğrencilerin okuyamadığı kitapları biraz daha fazla okuyabilir mesela…
Gazeteci Ayşe Hanım, sadece hakikati yazdığı için cezaevlerini dolduran meslektaşlarının yazamadıkları altını çizerek yazabilir mesela…
İnsanların içinde insanlardan bir insan olan kişi, iyiliği bayraklaştıran iyi insanların yarım bıraktığı her ne varsa tut ve kaldır. Yarım kalmasın iyilikler…
Rica ediyorum susmayın!
Siz susunca kötülerin ne kadar sevindiklerini, leş kargaları gibi uçuştuklarını, ellerini ovuşturduklarını düşünün ve susmayın.
Hayır, kötülerin ağzının payını vermek için değil; iyilerin derdini dillendirmek için konuşun. Kötülerin Allah belasını versin!
Kimbilir nerede, aynı derde gönül verdiğimiz mahzun gönüller var. Sizden bir ses gelse ferahlayacak “Daha ölmedik!” deyip yüzü gülecek masumlar var. Ve zaten daha ölmedik, yaşıyor olmanın daha da mühimi özgürce yaşıyor olmanın sırtımıza yüklediği emaneti yere düşürmemek için kalkın ve bir adım atın, bir cümle kurun, bir dua edin, bir iyilik yapın.
Rica ediyorum, bunları yazanın kalitesizliğine, cümlelerin haddini aşmışlığına bakmayın. Siz yolunuza bakın.
Söylenecek bir hakikat cümleniz, atılacak bir güzel adımınız, verilecek bir helal kuruşunuz varsa lütfen gülümseyiniz. Siz bu karanlığı yeneceksiniz…