YORUM | SAİD EMRE ERENOL
Üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen…
— Boğaz Köprüsünü tek taraflı trafiğe kapatmanın neye hizmet ettiği,
— Herkesin sokakta olduğu akşam saat 21:30 sularında darbe için düğmeye basmanın gerekçesinin ne olduğu,
— 30’a yakın TV ve binlerce radyo kanalı canlı yayın yaparken sadece TRT ve CNN Türk’ün işgal girişiminin hangi kafanın ürünü olduğu,
— Erdoğan’ı Marmaris’te sözde ele geçirme girişimi hariç, darbe mantığı gereği mutlaka derdest edilmesi gereken Bakanların, kritik kurumların başındaki üst düzey bürokratların bırakın ele geçirilmesini, ele geçirme teşebbüsünün dahi neden olmadığı,
— Boğaz Köprüsü’nde halkın üzerine yağdırılan kurşunların balistik incelemesinin neden yaptırılmadığı,
— Köprüde bulunduğu ifade edilen keskin nişancıların kimler olduğu,
— Köprü üzerinde masum erlerin, askeri okul öğrencilerinin boğazını kesen sakallı yobazların kimin adamları ya da taşeronları olduğu,
— Darbe gecesi kayıt dışı uçan hayalet uçakların neden araştırılmadığı,
— Meclisin bombalanması sonrasında çekildiği söylenen fotoğraflardaki kriminal anormalliklerin neden izah edilmediği,
— Darbeye katılan uçakların 1.100 odalı Kaçaksarayı vuramayıp, Polis Özel Harekatına ait küçücük binayı tam isabetle vurmasının ve 50 polisimizi şehit etmesinin, polisi aşırı tahrik edip hınçla saldırmasını sağlamak için mi yapıldığı,
— Darbe girişiminin gündüzünde Hakan Fidan ile Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in neden bir araya geldikleri ve darbe gecesi tüm camilerden okunan sela ile bu toplantının bir ilgisinin olup olmadığı,
— Sözde darbe girişimi zamanında birinci dereceden sorumlu pozisyonda bulunan MİT Başkanı ve Genelkurmay Başkanı gibi kişilerin neden Meclis Darbe Girişimini Araştırma Komisyonuna çağrılmadıkları, süreç içinde neden terfi ettirildikleri gibi yüzlerce soru cevapsız kaldı.
Öte yandan, etkinlik alanı ülke sınırlarını aşmış ve onlarca yıldır Milli Güvenlik Kurulu’nun değişmez gündem maddesi olmuş büyük bir dini yapılanmanın takip edilmemesi, istihbari amaçlı içine sızılmaması düşünülemezdi. Ortaya çıkan sonuçlar itibarıyla cemaatten birilerinin bu fotoğraf karesinde yer aldıkları açıkça görüldü. Daha doğrusu, plan bu şekilde kurgulanmıştı. Darbe gecesi Akıncı üssünde görülen ve Cemaatle bağlantılı olduğu bilinen siviller, bir tuzak sonucu mu orada idiler, yoksa darbe girişimini bilerek mi oraya gittiler, bunu zamanı geldiğinde öğreneceğiz. Bunu öğrenmek, ancak bağımsız ve tarafsız bir yargıyla mümkün olabilecektir. Bugün Erdoğan hegemonyasına giren yargının hali tüm dünyaca malum iken böyle bir yargıdan olayları doğru şekilde aydınlatmasını beklemek beyhudedir.
Burada vurgulanması gereken konu şudur; darbe, ceza kanunlarında karşılığı olan bir suçtur. Her kim, bilerek ve isteyerek darbede fiilen veya dolaylı olarak rol almış, şiddete başvurmuş, kan dökmüş ise, kanunlardaki cezaya çarptırılmalıdır, zira hukukun gereği budur. Ancak, bilerek veya bilmeyerek veya tuzağa düşürülerek, yahut da gaflet veya ihanet eseri olarak bulunmamaları gereken yerde bulunan ve Cemaat mensubu olduğu iddia edilen bir kısım kişilerin, bir darbe mizanseni içinde bulunmasının faturasını yüzde 99’u masum bir gruba kesmek de hukuksuzluktur, aymazlıktır, vicdansızlıktır, ahlaksızlıktır, suçtur. Bu meşum olay vesilesiyle görüldüğü gibi, fiili darbeyle hiçbir alakası olmayan iki milyon insanın silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlanması, işinden aşından edilmesi, mal-mülklerine el konması, eş ve çocuklarına dokunulması ve hapislere tıkılması hukuk devleti ilkelerinden ne feci bir şekilde uzaklaşıldığının ispatıdır.
Sonuç itibariyle, hukuk askıya alındı ve Perinçek’in tabiriyle “Siyasetin Köpeği” haline geldi. Ülkenin her tarafına mafya ve çeteler hâkim oldu. “Dindar nesil yetiştireceğiz” diye iktidara gelen ‘Siyasal İslamcı’ kafalar dindarları bile dinden soğuttu, gençlik arasında Deizm yaygınlaştı. Ülke ‘Kürtajcı dedelerin’ ve bir torba kömür ile bir kaç paket makarnaya ram olan ve “telefonunu çıkar bakayım” diyen dayıların ve eziklerin nobranlığına kaldı. Devlet treni rayından çıktı. Askeri Okullar, Harp Okulları, Polis Koleji ve Polis Akademisi kapatıldı. GATA sivilleştirildi. Darbe girişimi bahanesiyle Devlet kurumları tarumar edildi. Çoğunluğunu Gülencilerin oluşturduğu 150 bin rejim muhalifi, “Tek Adam Rejimi”nin çıkardığı KHK’lar ve idari kararlarla sorgusuz-sualsiz işinden atıldı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş kurgu darbe girişiminden sonra: “Normal bürokratik süreçte onları (Gülencileri) tasfiye etseydik 2030’a kadar sürerdi” demişti. Binlerce okul, hastane, öğrenci yurdu, dernek, vakıf ve basın kuruluşu KHK’lar ile kapatıldı. Özel şirketlere el konularak, iktidarın muktedirlerine ve semirttikleri yandaşlara peşkeş çekildi. Geçmişte tamamen yasal olan faaliyetler nedeniyle aralarında hamile ve yeni doğum yapmış kadınların, ağır hastaların da olduğu yüzbinlerce insan gözaltına alındı, tutuklandı, hüküm giydi. Kolluk birimlerinde ve ceza infaz kurumlarında işkence ve uygunsuz koşullar nedeniyle yüzlerce insan hayatını kaybetti. “Ağaç kabuğu yesinler!” denilerek işsiz-aşsız bırakılan on binlerce insan, keyfi tutuklanma ve sistematik işkence korkusuyla yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Bunlardan bir kısmı kaçarken Ege Denizi’nin ve Meriç Nehri’nin sularında boğuldu.
Tüm bu hukuksuzluklar ve zulümler karşısında ses çıkarmayan, rejimin tasfiye ettiği “FETÖ”cü (!) kadrolara çöreklenmek için avuç ovuşturan, rejimin nimet ve imkanlarından daha fazla semirebilmek için iktidara yalakalık ve yaltaklık yapan “dînî yapılanmalar”ı ve adı artık tecavüzlerle ve iktidarın siyasi borazanı olmakla özdeşleşen Diyanet camiasını da yüce Mevla’nın takdirine havale ediyoruz.
İktidarın söylemlerini satın alıp onu meşrulaştıran ve adına muhalefet denilen siyasi parti ve oluşumlara da, akıl, basiret, sağduyu, vicdan ve insaf diliyoruz ve asgarî insan olma şartının bir gereği olarak hakkaniyetli olmalarını salık veriyoruz.
“Darbe girişimini müteakip yapılan polis ve savcılık sorgularında, Cemaat mensubu olduğu söylenen ve darbeye karışan askerlerin, darbeye ve TSK içindeki Cemaat yapılanmasına ilişkin verdikleri ifadeler ve itiraflar ne olacak?” diye sorulabilir.
Darbe girişiminin tozlu-dumanlı günlerinde, generaller dahil, kafaları kırılan, kulakları kesilen, dayağın ve hakaretin en şiddetlisine maruz kalan, karnına şiş saplanan, avuç içlerine ateş edilen, makatına cop sokulan, kaburga kemikleri kırılan, elektrik verilen, testisleri sıkılan ve daha nice işkenceye maruz kalan asker ve diğer kamu görevlilerinin medyaya yansımış fotoğraf ve videoları, o itirafların neden ve nasıl oluşturulduğunu anlamak için kâfidir. On binlerce insan, işkence ve hakaretin bin bir türlüsüyle ve aile fertlerinin namusuna dokunulacağı tehdidiyle önlerine konan belgeleri imzalamak zorunda bırakılmıştır.
Dünyada mevcut Başkanlık sistemlerine hiç benzemeyen, Yasama, Yürütme ve Yargıyı tekelinde toplayan ve adına “Türkiye’ye Özgü Başkanlık Sistemi” denilen bir rejim ihdas edildi. Ve tüm bunlar, Erdoğan’ın tabiriyle “Allah’ın bir lütfu(!)” olan “Darbe” sayesinde oldu.
Bu mizansene halen “darbe” diyenlerin başına ne gelse sezadır, vesselam…
Son söz, bu sürecin mağdurlarına: Durduğunuz yerle ne kadar iftihar etseniz ve şükretseniz azdır! Zira, zalimin zulmüne boyun eğmediniz. Yandaşlarını sulayacağı, muhaliflerini ateşe atacağı bildirilen mahlukun safında/ordusunda yer almadınız. Yaşadığınız zâhiri çok büyük kayıplar, sizin alâmeti fârikanızdır, hatta kaybınız değil kazancınızdır.