YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
İş insanı, liberal demokrasiden yana aydın bir insan sever, ülkesinin Avrupa Birliği sürecine açıkça destek olmuş bir aktivist, Kürtlerin ve diğer azınlıkların Türkiye çatısı altında entegre, kendilerini ifade edebilen ve onurlu yaşamlarını savunan bir insan hakları savunucusu. Osman Kavala’dan bahsediyorum. Gezi Parkı protestoları sonrası bilinçli biçimde Erdoğan ve ekibi tarafından hedef gösterilen Kavala, 17 Ekim 2017 tarihinde hapse tıkıldı. Aynı Rusya ve Beyaz Rusya gibi Avrupa Konseyi’ne üye diğer otoriter rejimlerin izinden giden İslamofaşist Türkiye rejimi, bulunduğu ligde muhalefete ne yapılıyorsa, aynını uzunca süredir Türkiye’de uyguluyor. Tehdit olan kişi ve grupları fişle, hedef göster, itibarsızlaştır, oyuncağın olan “yargı” sayesinde onları hapse tık, uzunca süre prosedürel gerekçelerle onları içeride tut, süreci uzatabildiğin kadar uzat. Onların yaşamlarını mostralık biçimde, potansiyel muhaliflerin gözünü karartmak için, alabildiğine altüst et ve karart.
Osman Kavala’nın demokrat oluşu, uluslararası ölçütlerde insan haklarını, azınlık haklarını, demokratikleşmeyi, açık toplumu, çok kültürlülüğü savunuşu, asimilasyoncu ve Türk-üstünlükçü devlet pratiklerini eleştirip, Avrupa Birliği standartlarında bir ülke vizyonunu insanlara bıkmadan, usanmadan anlatması, onu hedef haline getirdi. Birçok aydın gibi, Kavala da Gezi Parkı protestolarına elbette olumlu yaklaştı. Erdoğan iktidarının, beton yığınları arasında sıkışıp kalmış bir yemyeşil alanın üzerinden buldozerlerle geçip, orada daha önce bulunan bir askeri kışlayı betonarme olarak, otel kullanımına açmak üzere yeniden yapması, gerçekten de akla ve mantığa aykırı bir olaydı. Geniş toplumsal kesimler gibi, Kavala da bu antidemokratik ve çevre düşmanı teşebbüse eleştirel yaklaştı.
Barışçıl Gezi Parkı protestolarına Erdoğan, partisinden ve hükümetinden gelen aksi yönlendirmelere rağmen, şahsi otoritesini kullanarak sert karşılık verdi. Polis, aldığı direktifler doğrultusunda asimetrik ve orantısız güç kullandı. Yüzlerce protestocu yaralandı, bazıları hayatlarının geri kalan kısmını engelli olarak sürdürmek durumunda. Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Burak Can Karamanoğlu, Mehmet İstif ve Elif Çermik hayatını kaybetti. Zıvanadan çıkan Erdoğan hükümeti, Gezi Parkı protestolarının bir “sivil darbe kalkışması” olduğu yalanını ortaya attı. Toplumu ortadan ikiye böldü. Gezicileri “camide bira içmekle” suçladı. Provokasyon amaçlı olarak, “üzerlerinde deri giysiler olan dövmeli adamların başörtülü ve bebeği olan bir kadına saldırdıkları, kadının üzerine işedikleri, onu darp ettikleri” yalanını ortaya attı. Tüm yalanların üzerine, Gezi protestolarının arkasında “faiz lobisinin”, “Yahudi lobisinin”, “dış mihrakların” vs. olduğunu ilan etti.
İşte Osman Kavala’nın adı, böyle bir cinnet hali esnasında, bizzat Erdoğan tarafından hedef gösterilmişti. Kavala, Gezi “darbe kalkışmasının finansörü” ilan edildi. O artık kendi devleti tarafından “casus” ilan edilen, “hain” olarak karalanan, adı “terörizm” bağlamında suçlarda geçen bir suçlu olmuştu. Onun gibi binlerce masum kurban da onunla aynı ya da benzer kaderleri paylaşıyordu. Fakat Kavala’nın bir farkı vardı. O, Türkiye’de ve dünyada tanınan bir insandı. Böylece AB, uluslararası hak kuruluşları, meslek örgütleri, akademi ve medya, Kavala’yı manşetlere çıkardı. Böylece Ahmet Altan ve Selahattin Demirtaş ile beraber, Osman Kavala, Türkiye rejiminin en tanınan politik suçluları arasındaydı.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında, Osman Kavala, yine yabancılarla olan bağlantıları ya da belli etnik azınlık grupları ile birlikte yürüttüğü ya da destek olduğu projeler nedeniyle, bu kez de askeri darbe ile ilintilendirilmekteydi. Erdoğan’ın kişisel düşmanlığı – tıpkı Can Dündar olayında olduğu gibi – Kavala davasında da belirgin rol oynamıştı. Perinçek tarafından siyasetin köpeği olduğu tescilli Türk yargısı, Kavala’yı iyice bitirebilmek için, vahşi saldırılarına ikinci bir cephe açıyordu. Rezalete bakar mısınız?
Bırakalım gerisini Osman Kavala anlatsın dilerseniz.
“Bana yöneltilen 15 Temmuz darbe girişimine katılmak suçlaması da daha sonra kurgulanmış olan casusluk suçlaması gibi delilden tamamen yoksun, çirkin bir iftiradır, haysiyetime yönelik bir suikasttir. […] Savcının azınlıklarla yapılan faaliyetleri casusluk suçunun delilleri olarak göstermesi, halkın ırk temelli tanımlandığı, azınlıkların potansiyel suçlu olarak görüldüğü Nazi Almanyası’nda vatana ihanet yasasına dayandırılan casusluk suçlamalarını hatırlatmaktadır. […] Somut delil, varsayımlara dayalı olmadan somut olduğu anlaşılan delildir. Özgürlüklerin kısıtlanması, ancak bu tür delillerin tarafların ve dolayısıyla kamuoyunun önüne konması halinde, bu yükümlülük yerine getirildiğinde meşruluk kazanabilir. Bu özellikte olmayan bilgi, bulgu ve varsayımların somut delil olarak tanımlanması, özgürlüğün gasp edilmesine, kamuoyuna yönelik dezenformasyona hizmet etmektedir. Sudan bahanelerle tutukluluğumun sürdürülmesi yargısız infazdır, algı yaratma çabasıdır, AİHM kararının etrafından dolanma girişimidir. Umarım, davaların birleştirilmesi, Türk yargısının karşı karşıya olduğu tehditlerin daha iyi anlaşılmasına vesile olur.”
Ben bu yazıyı kaleme aldığım sırada, sarayın savcısı, Osman Kavala hakkında “suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu” gerekçeleriyle tutukluluk hâlinin devamını talep etti. Kavala tam 4 yıldır hapiste! Hiçbir somut suçu yok. Ortada kanıt teşkil edebilecek hiçbir belge, fotoğraf, telefon tapesi, ses kaydı, para transfer dekontu, diğer banka belgeleri – hiçbir şey mevcut değil. 60 sayfalık iddianame, boş iddialarla, tutarsızlıklarla, tekrarlarla, zan ve teorilerle dolu. Buna karşın, sarayın mahkemesi, “Hukuki durumda değişiklik olmaması” ve “kuvvetli suç şüphesi” nedeniyle Kavala’nın 4 yıldır sürmekte olan tutukluluk hâlinin devamına hükmetti. Davanın 26 Kasım’a ertelenmesine karar verildi.
Bu arada ek bilgi olarak paylaşıyorum: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, aynen Demirtaş ve Altan kararlarında olduğu gibi, Kavala’nın da suçsuzluğuna hükmetmişti. Ancak tahmin edeceğiniz üzere, Türkiye denen haydut devlet, kendi varlık nedeni olan anayasasıyla garanti ettiği halde, AİHM kararını – bugüne dek – uygulamadı. Devamlı ipe un serdi durdu. Türkiye, bu Avrupa mahkemesinin tam bir yüz karası olmaya devam ediyor. Rusya ve Belarus’la beraber, Avrupalı devletler arasında en rezil, en siyasileşmiş, en barbar hukuk uygulamasının olduğu üç ülkeden biri olmak, sanırım birçok Türkiye vatandaşı için sorun oluşturmuyor. Dahası, muhalefet zannettiğiniz partiler de konuyla ilgili değil. Arada işlerine gelirse birkaç beylik cümleyi papağan gibi tekrarlıyor, sonra bir sonraki celseye kadar ne Kavala ile ilgili, ne de diğer on binlerce siyasi tutuklu ve mahkûmla ilgili ağızlarını açmıyorlar.
Yazının sonunda, Osman Kavala’nın eşi, meslektaşım Ayşe Buğra Hoca’ya sözü bırakmak istiyorum: “Bir duruşmadan çıkmış gibi hissetmiyorum. Türkiye, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden; AİHM kararlarının bağlayıcılığını kabul etmiş bir ülke. Konsey son toplantısında yaptırım başlatacağını söyledi. Bu sadece sanıklar için değil, memleket için vahim bir durum. Eşimin başına gelenler, onun kendisine uygun bir suç aranırken üç yıl boyunca tutuklu olarak cezaevinde kalması, Türkiye’de ve Türkiye dışında pek çok insanın dikkatini çeken özel bir durum oluşturmuş durumda. Bu özel durum karşısında, maalesef, artık bağımsız bir yargı sürecinin normal işleyişiyle karşı karşıya olduğumuza inanmam çok zor. Eşimin, benim ve eşimin 94 yaşındaki annesinin düpedüz işkenceye maruz kaldığımızı düşünüyorum. Burada bu konuşmayı yaparken çok zorlanıyorum. Çok zorlanıyorum çünkü biz evrensel hukuk normlarından ve yasalardan bahsederken, artık karşımızda bize durumumuzun bunlara uygun olduğunu anlatmaya çalışan kimse kalmadığını düşünmeye başladım. Artık kimse bize yalan söylemek lüzumunu bile hissetmiyor diye düşünmeye başladım.”
Düzgün insan olmanın suç olduğu bir ülke, nasıl iflah olur? Kavala ve diğer on binlerce siyasal tutsak özgürlüklerine kavuşmadan, Türkiye’de düzelme başlamayacak. Kurulabilirse bir gün eğer, bu zindanlardaki siyasi tutuklular şekillendirecek, Türkiye demokrasisini. Ve Osman Kavala, mutlaka o insanların en başta gelenlerinden biri olacak. Dayanışma ile, sevgili Osman Kavala!
Elinize sağlık güzel yazmışsınız.
Allah kurtarsın, insanı insan olduğu için seven insanların hepsini, en kısa zamanda…
Türkiye denen haydut devlet.. bu ifade dikkatimi çekti. Yaşanan şeyleri bu haydut devletle ve onun kurucu fikir babalarıyla bir mücadele olarak okuyorum. Ki bu hiç de basit bir şey değil. Sıkıntılar çekilmesini çok görmeyin. 100 yıllık faşizm (dönemsel değişken de olsa sürekli) yıkılıyor. Buna şahid oluyoruz. Devlet demek düzen demek bence. Bu açıdan tabiki yok olmasını isteyecek kadar aptal değiliz. Ama normalleşme zamanı geldi. Yeter
İçeride kendi hukuklarına göre fiili bir durum oluşturdular, kısmen bunu referandum ile pekiştirdiler. Yalnız türkiye sadece başına buyruk bir devlet olmadığı için, uluslararası anlaşmalar bağlayıcı olduğu için, özellikle insan hakları, hukuk, demokrasi yönündeki anlaşmalardan da kurtulmak zorundaydı. Bunu türklere nasıl anlatabilirsin? Yani uluslararası sistemden çıkmayı nasıl açıklayacaksın, yani girdiğimiz şeyden hangi gerekçe ile çıkıyoruz, hayırdır? sorusuna nasıl izah getirilecek. Mekanizma şöyle; içeride gezi gibi bir ‘suç’ olayı ile ilişkilendirdiğiniz bir kişiyi, aynı zamanda türklerin uluslararsı anlaşmalarda temsil edildiği şekilde demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi konularda da önderlik yapan biri olacak şekilde seçilmektedir. Rejim, uluslararası ilişkilerden türkleri kopartmak için osman kavalıyı içeride gezi olaylarında dış güçlerin ajanı olarak seçer. Osman kavala, uluslararası ilişkilerden kopmak isteyen rejimin insiyatifiyle cezalandırılır. Bu cezalandırma uluslararası hukuka göre değil, kendi hukuklarına göre olur. Sonra osman kavala üzerinden uluslarası ilişkiler, hukuk devreye girer, yani aihm. Aihm ses çıkardıkça, içeriden rejim şunu diyecek; “aihm yi görüyormusunuz, bir teröristi kurtarmak için uğraşıyor” der. Türkler aihm i düşman görürler. Rejimin aihm den kopması noktasında yani aihm kararlarını uygulamayacağı noktasında eli rahatlar. Rejim bu yolla, önce kendini içerdeki hukuktan koparmış oldu, daha sonra uluslarası hukuktan koparmış oluyor. Yani osman kavala eski rejimi temsil etmektedir, aslında eskiden ziyade türkiyenin batılılaşma projesini. Osman kavalayı gömenler sadece eski rejimin hukukunu gömmüyor, aynı zamanda batılılaşma projesini de gömüyorlar. O yüzden eksen değişti. Türkler avrupadan kopartılarak, iran ve rus limanlarına sürüklendi. Amaçları türkleri tenhada kıstırmak, demokrasi limanından uzaklaştırmak, onlara insan haklarını unutturmak, hatırlatacak ne kadar mekanizma varsa avrupa gibi uzaklaştırmaktır. Yeni rejim bu yönüyle partileri de görevlendirmiştir, hiç bir parti atatürkün batılılaşma projesinden bahsetmemektedir. Hiç bir parti, istihbarat rejimi olarak irana benzeyen yönler olmasına rağmen, iran oluyoruz dememektedir. Osman kavalanın tek suçu, eski rejimin sahipleri oyunun kurallarını değiştirmektedirler ve osman kavalanın savunduğu değerler, yani evrensel değerler yeni rejimde, tıpkı rus rejimi, iran rejimi gibi yer almamaktadır.