‘Reis’in Rus Ruleti!

KONUK YAZAR: GÖKSEL İLHAN

Son 1,5 yılda inişli çıkışlı bir seyir izleyen Türk-Rus ilişkilerinde, bu defa da askeri alanda işbirliği gündemde. Birkaç üçüncü dünya ülkesi dışında gidebileceği fazla ülke kalmayan Erdoğan, bu sıralar her fırsatta kapısını çaldığı ‘Putin Abi’sinden böyle bir söz aldı mı bilinmez. Ama kendisinin ve Savunma Bakanı’nın sözlerine bakılırsa NATO üyesi Türkiye, Rusya’dan S-400 füzesi alacakmış.

Rusya tarafından bu yönde bir teşvik de var gibi görünüyor. Bu gelişmeleri değerlendiren bir Rus askeri uzman, S-400 füze savunma sistemini alması durumunda Erdoğan’ın ‘bölgenin reisi’ olacağını ifade etmiş.

Öte yandan Milli Savunma Bakanı Işık’ın açıklamalarını değerlendiren bir başka Rus uzman da ‘S-400 füze sistemini Türkiye’ye satabiliriz. Fakat önce kendi ordumuza bu silahlar verilmeli. Bugün ordumuz tamamen bu sisteme sahip değil. Sonra durumu değerlendiririz.’

Anlayacağınız üzere durum biraz karışık. Peki bir NATO üyesinin örgütün kuruluş amaç ve hedefleri arasında düşman olarak gördüğü Rusya’dan savunma sistemi alması ne ölçüde mantıklı?

Buna cevap vermeden önce ‘yeni bir silah sistemi nasıl seçilir?’ sorusuna cevap vermek gerekiyor.

***

Bir ülke, yeni bir silah sistemi satın almak istediğinde seçimini belirli kriterlere göre yapar. Bu kriterleri; performans kriterleri, mali-lojistik kriterler ve uyum kriterleri (interoperability) olarak üç başlık altında toplayabiliriz.

Performans kriterleri, alınacak silahın belirlenen ihtiyacı karşılama konusundaki kabiliyeti olarak tanımlanabilir. Örneğin tedariki düşünülen hava savunma sisteminin etkili menzili, irtifası, tek atışta hedefe isabet oranı, tekrar yüklemeye gerek kalmadan atabileceği füze sayısı, tekrar yüklemenin ne kadar kısa sürdüğü, sistemin ne derece mobil olduğu, hızlı hareket edebildiği, bir yere intikalinden sonra ne kadar kısa sürede tekrar atışa hazır hale gelebildiği, elektronik karıştırmaya karşı dayanıklılığı gibi hususlar performans kriterlelerine örnek olarak verilebilir.
Alınacak silah sistemlerini etki eden bir diğer faktör de mali ve lojistik kriterlerdir. Bunlar; ilk tedarik maliyetleri, silah sisteminin envanterde kaldığı sürece karşılanacak idame-işletme giderleri (ki bu giderler bazen çok büyük maliyetler olarak sonradan ortaya çıkabilmektedir), silahın arıza sıklığı, arıza çeşitleri, yedek parçalarının uzun yıllar ekonomik şekilde bulunabilme durumu gibi kriterlerlerdir.

Üçüncü ve önemli diğer bir faktör ise uyum (interoperability) kriterleridir. Bu da alınacak silah sisteminin Silahlı Kuvvetlerin envanterinde olan diğer silah sistemleri ile entegre şekilde kullanılabilir olması hususudur. Ayrıca, NATO üyesi ülkelerin silahlarının ve sistemlerinin muhtemel bir NATO harekatında entegre ve uyumlu olarak kullanılması için gerekli olan uyum kriterleri de silah sisteminin seçimine tesir eder.

***

Türkiye’nin uzun menzilli hava savunma sistemleri olası bir krizde faydalanabileceği NATO imkanları gözardı edilirse, oldukça yetersizdir. Birinci ve İkinci Irak Savaşları ve son olarak Suriye krizi esnasında Türkiye bu zaafiyetini ABD ve NATO sistemlerini ülkemize davet ederek gidermeye çalışmıştır.

Ülke savunması için çok önemli olan bu kabiliyet, yıllarca ihmal edilmiş, Türkiye’nin savunmasız kalmasına her nedense göz yumulmuştur. Bu konudaki sorumluluğun politikacılara olduğu kadar, karar verme düzeyindeki askerlere de ait olduğunu ifade etmek gerekir. Bazı sınır komşularımızla karşılaştırma yaptığımızda durumun vehameti daha da netleşmektedir. Örneğin Yunanistan ve Suriye on yıllar boyunca bilinçli ve planlı bir tedarik politikası izleyerek oldukça güçlü ve geçilmesi zor Entegre Hava Savunma Sistemleri oluşturmuşlardır.

***

Alternatifler nelerdir?

Halihazırda Türkiye’nin hava savunma ihtiyacını doğrudan karşılayabilecek  alternatifler; ABD Patriot, Rus S-400, Çin FD-2000 ve Fransız-İtalyan SAMP/T3 gibi sistemler olabilir.

Ancak uyum kriterleri açısından değerlendirirsek, Rus ve Çin sistemlerinin en büyük sorunu, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 60-70 yılda geliştirilen ve NATO kritierlerini esas alan komuta kontrol sistemi ile uyumsuzluklarıdır. Teknik uyumsuzlukları bir takım yazılımlarla kısmen aşmak mümkün olsa da, bu sistemlerin mevcut sistemlerimize tam olarak entegre edilmeleri son derece zor olacaktır. NATO standartları dışındaki bir sistemin entegrasyon maliyetlerinin boyutunun ne olabileceğinin iyi hesaplanması gerekmektedir.

Örneğin zamanında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından Rusya’dan tedarik edilen ve Türkiye’nin baskısı sonucu Yunanistan’a gönderilen S-300 hava savunma sistemi, aradan yıllar geçmesine rağmen Yunanistan tarafından kendi sistemleri ile tam olarak entegre edilememiştir.

Diğer yandan halen envanterinde çok fazla sayıda eskiden kalan Rus hava savunma sistemleri bulunan, Polonya ve Macaristan gibi NATO üyesi Doğu Avrupa ülkelerinin en büyük problemi, bu sistemlerini, aradan yıllar geçmesine rağmen, teknik, eğitim ve kullanım açısından NATO sistemlerine entegre edememiş olmalarıdır.

***

Türkiye’deki orta-uzun menzilli hava savunma füzesi savunma sistemi tedarik projelerinin en az 20-30 yıllık bir geçmişi vardır. Bu kadar uzun süre içinde, bu denli kritik bir teknolojinin ülkede geliştirilmesinin projeleri oluşturulmamış, kaynakları ayrılmamış, farklı yöntemleri planlanmamış, ülkenin son bu kadar uzun süre hava savunma yönünden zayıf kalmasına kayıtsız kalınmıştır.

Ülkemizde çoğu zaman olduğu gibi bu konuda da kolaycılığa kaçılmış, bu kadar kritik öncelikteki bir yeteneğe ancak milyarlarca dolar harcanarak alınacak bir sistemle “otomatik olarak” ulaşılacağına inanılmıştır. Ekonomik göstergelerin bu tür yatırımlar için uygun olduğu AKP iktidarının ilk dönemlerinde de bu durum değişmemiştir.

***

Silah seçiminde politik tercihlerin etkisi

Bazen tedarik edilecek silah sisteminin seçiminde ülkelerin politik ilişkilerinin de rolü olabilir. Geçmişte Türkiye’de de bu durum yaşanmıştır. Örneğin şu anda Silahlı Kuvvetlerimizin envanterinde bulunan, İspanyol yapımı, CN-235 pervaneli ulaştırma uçağının tercih edilmesinde, o dönemde AB üyeliğine müracaat sürecinin etkin olduğu söylenir. Bu uçaklardan o zaman ihtiyacımızdan çok fazla sayıda satın alındı. Başka ülkelere verilerek fazlalıktan kurtulunmaya çalışıldı.

Öte yandan Rusya ile ilişkilere olumlu katkı yapması maksadıyla, Jandarma Genel Komutanlığına 1995 yılında Rusya’dan 19 adet MI-176 helikopter
satın alındı. İç güvenlik harekatının ihtiyacına cevap veremeyen bu helikopterler etkin kullanılamadığı gibi, bakımlarının yapılabilmesi için milyonlarca dolar zarar edildi, sonunda helikopterler sığınaklarda çürümeye terk edildi.

***

Sonuç

Yeni bir silah sistemi satın almak istendiğinde yukarıda bahsettiğimiz kriterler bir tarafa bırakılıp anlık politik gerekçelerle belirli silah sistemlerinin tercih edilmesinin sonuçları çok ağır olabilmektedir.

ABD’ye, NATO’ya veya Avrupa ülkelerine bir ders vermek, Suriye’de ne maksatla, nereye kadar, hangi kısıtlama ile Türkiye’ye destek verdiği, ancak ileride anlaşılacak Rusya’yı, verdiği destekten dolayı teşekkür etmek maksadıyla, kritik silah sistemlerinin tedarikinde tek tercih olarak göstermek anlaşılır bir durum değildir. Son yıllarda iniş çıkışlar şeklinde ilerleyen ve aylar içinde bir yandan diğer yana savrulan Türkiye-Rusya ilişkilerinin anlık durumuna bakılarak, sadece Rusya lehine bir tercihte diretilmesini rasyonel olarak açıklamak mümkün değildir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin