Reis’in Diyanet’i![Haber-İnceleme: Erman Yalaz]

İstanbul Ortaköy’deki eğlence mekanı Reina’ya yapılan kanlı terör baskınından bir gün önce cuma hutbesinin konusu yılbaşı eğlenceleri ve kutlamalarıydı. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Türkiye’deki tüm camilerde okunan cuma hutbesinde, yılbaşı kutlaması “gayrimeşru” ilan edilmişti.

“Kendini ve yaratılış gayesini unutarak, değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayrimeşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz” ifadeleriyle başlıyordu hutbe.

REİNA ÖNCESİ DİYANET: YILBAŞI KUTLAMAK GAYRİ MEŞRU

Söz yılbaşı kutlamalarına getirilerek şunlar vaaz edilmişti: “Unutmayalım ki ömür sermayesinden geçen bir yılın sonunda kendini ve yaratılış gayesini unutarak değerlerimizle örtüşmeyen, insan hayatına katkısı olmayan gayri meşru tutum ve davranışlar sergilemek bir mümine asla yakışmaz. Yeni bir yılın ilk saatlerinin başka kültürlere, başka dünyalara ait yılbaşı eğlenceleriyle israfa dönüştürülmesi ne kadar da düşündürücüdür. Sevap-günah, hayır-şer konularında muhasebe yapılması gereken saatlerin, emek harcamadan zengin olmak arzusuyla kumar, piyango gibi şans oyunlarıyla heba edilmesi ne kadar da üzücüdür. Yüce Rabbimiz, ömrümüzün kalan kısmını geçen kısmından daha hayırlı ve bereketli yaşayabilmeyi bizlere nasip eylesin. Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yaşamaktan hepimizi muhafaza eylesin.”

REİNA SONRASI DİYANET: HUNHARCA SALDIRI, BU BİR VAHŞET

39 kişinin öldüğü 69 kişinin yaralandığı baskından hemen sonra ilk resmi açıklama yine Diyanet’ten üstelik doğrudan Başkan Mehmet Görmez’den geldi. Sosyal medya ve internet gazeteleri kaynıyordu. Diyanet, zaten son 4-5 senedir toplumsal kutuplaşma ve gerilim üzerine yükselen siyasete alet olacak bir hata yapmıştı. Bu Diyanetin ilk hatası değildi. Görmez, “Yeni yılın ilk saatlerinde savunmasız insanlar üzerine hunharca yapılan silahlı saldırı bütün milletimizi derinden yaralamıştır. Bu bir vahşettir.” ifadelerini kullandı saldırının pazarda ya da bir mabette yapılmasıyla eğlence mekânında yapılmasının farkı yoktur diyerek.

 

teror reina

DİYANET SİYASETİN GÖBEĞİNE NASIL GETİRİLDİ?

Başkanın tepkiyi farkettiği kesin. Ancak tartışmanın tam da kritik noktası buydu zaten. Pazarda, seçim meydanlarında, kimi televizyonlarda aleni şekilde yükselen AKP eliyle büyütülen radikal grupların söylemleri toplumsal gerilimi artırmıştı. Yılbaşının kutlanıp kutlanmayacağına dair vaaz, camiye siyaset girdiğinin sosu biberi oldu. Görmez farkında mı bilmiyoruz, ancak insanlar da buna tepkili.  Diyanet İşleri Başkanlığı, kurulduğu 3 Mart 1924’ten beri hiç olmadığı kadar siyasetin merkezinde. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun idari yapıya bağlanmasından, camiye siyaset sokmasına, yurtdışında AKP ve MİT ile dirsek temasıyla üstlendiği yeni görevlerinden, sorgulanmayan bütçesine, hac hizmetlerindeki tekelliğinden, başkanına tahsis edilen milyonluk Mercedes’ine kadar her icraatı tartışma konusu.

80 BİN CAMİ, 130 BİN DİN GÖREVLİSİ EMRE AMADE Mİ?

Diyanet Fetva Hattı’na yöneltilen bir soruda verilen cevapla geçen sene Ocak ayında ortaya çıkan ‘şehvet fetvası’ da çok tartışıldı, infial oluşturdu. Bazı vakıfların yöneticilerinin karıştığı küçük yaştaki çocuklara yönelik taciz ve tecavüz iddiaları ve yargılamalarında da sessizliğe büründü Diyanet. Tabi ki tartışmanın merkezinde en belirgin figür Diyanet Reisi Mehmet Görmez yer aldı. Personel alımından hutbe yazımına kadar her aşamada, teşkilat ona göre şekilleniyordu. Bizzat kendisi bazı hutbeleri kaleme aldığını defalarca dile getirdi. Sonuçta 66 bini kamu, 12 bine yakını farklı vakıf ve STK’lara ait camilerde görev yapan 130 bine yakın din görevlisi ve teşkilat yapısı ile Türkiye’nin en büyük ve yaygın kamu kurumuydu Diyanet.

AB VE DEMOKRATİKLEŞMENİN MERKEZİNDE İKEN, SİYASETE NASIL KAYDI?

AKP’nin iktidara gelmesiyle Diyanet teşkilatında da ilk dönemlerde olumla anlamda kabuk değiştirme yaşandı. Aleviliğe ait kaynakların basılması, cezaevlerine, özürlülere, farklı cemaat ve camialara yönelik istişare mekanizmalarının oluşturulması, personelin eğitilmesi, üniversite mezunu olması için başlatılan programlar, kadın vaizler, Kürt meselesinde çözüm odaklı alınan inisiyatifler öne çıktı. Bir önceki Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun döneminde AB’ye uyum, dini referanslarıyla ele alma ve okuma, televizyon ve radyo yayınına geçme, insan kaynaklarını revize etme adına önemli mesafeler kat edildi.

Yurtdışı hizmetlerinde de DİB eliyle Kafkaslar, Balkanlar,  Japanyo ve AB ülkeleri özelinde adımlar atıldı. Bu sürecin aktörlerinden biri de o dönemin Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez idi. Uludere saldırısında kendi vatandaşlarımızın uçaklarla kaçakçı diye bombalanmasının ardından halkın teskin eden kardeşliğe çağıran, Kürtçe dualar ederek birlikte ağlayan imam hatip ve müftülerin de görev yapabildiği bir teşkilattı Diyanet.

YOLSUZLUK HUTBESİ DEĞİŞTİ, SİYASET HUTBELERE GİRDİ

17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet skandalının ortaya çıkarılmasından sonra refleksleri değişen kurumlardan biri oldu. Aslında ilk tartışmalar burada yaşandı. Açılım, demokratikleşme, reformcu yaklaşımıyla konuşulan yapı bir anda kendisini konunun tarafı haline getirdi. Hutbelerdeki yolsuzluk ve rüşvet konusuna dair vaaz kaldırıldı önce. 17 Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluklar operasyonu üzerine din görevlilerine perşembe akşamı teşkilattan gönderilen kısa mesajlarla 20 Aralık Cuma günü okunacak olan “rüşvet” konulu hutbenin yerine başka hutbe okutuldu. Angajman bununla başladı, ancak bununla bitmedi.

BAŞKASININ YERİNE OY KULLANAN SANDIK GÖREVLİSİ İMAM

Camilerin çay bahçelerine konan masa sandalyeler, AKP yöneticilerinin meydan mitinglerini mahallelerde cami mitingine çevirmesiyle devam etti. Son iki yıllık süreçte hutbelerden vaazlara, teravih sohbetlerinden Kur’an eğitiminin verildiği yaz kurslarına ve tabi teşkilatın konferans ve organizasyonlarına kadar her alan siyasallaştı. Bu angajmanın siyasi bağlantılarında akla gelmeyecek hadiseler de yaşandı. Örneğin 7 Haziran seçimlerinde Almanya’da sandık kurulu başkanlığı yapan Diyanet’e bağlı İmam Hasan Tüfek, başkasının yerine oy verirken yakalandı.

diyanet risale

RİSALELERİN DEVLETLEŞTİRİLMESİ

Risale-i Nur’ların devlet tekeline alınması için AKP’nin Nur Cemaati temsilcileri, Bediüzzaman’ın resmi varislerine ve Hizmet Hareketi’nin kitap yayıncılarının engellenmesine kadar her aşamada Diyanet vardı. Neticede Diyanet tekeline verildi Risalelerin basım hakkı. Bir anlamda 1940’larda AKP’nin çok eleştirdiği ‘Tek Parti’ döneminde bile yapılmayan yapılarak, Türkiye’nin din diyanet alanındaki en sivil yapısının başucu kitapları devletleştirildi. Diyanet buna payandalık etti.

İktidar, Diyanet’e her istediğini yaptırdı bu noktadan sonra. Bu o kadar ileri gitti ki, milyonlarca Müslüman’ı itham edecek şekilde Hizmet Hareketi’ni ‘fırak-ı dalle’ yani sapık fırka ilan edecek kadar seviyesiz ve siyasi kararlara imza attı teşkilat. Diyanet, kendi vatandaşlarına siyasi baskı ile İslam tarihinde yapılmamış bir zulmü icra ediyordu, ‘tekfir etmek’ gibi dinen karşılıklı sorumluluğu gerektiren bir cürete ve hataya düşerek üstelik.

DİYANETİN ÇARPITMA RAPORU VE HİZMET’E ‘FIRAK-I DALLE’ İFTİRASI

Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın emriyle Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet Hareketi hakkında yalan ve iftira dolu rapor hazırlamıştı. 4 Ağustos 2016 tarihli Diyanet İşleri Başkanlığı Olağanüstü Din Şura’sında “Hizmet Hareketi” aleyhine kararlar alındı. Sonra da bu kararlar 11-14 Ekim 2016 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen 9. Avrasya İslam Şurası’nda katılımcılara gerçekmiş gibi dikte edildi. Şura bir ay sonra yapılacakken talimatla öne çekilmişti. Amaç alınan kararları İslam Konferansı Örgütü toplantısına yetiştirmek ve oradakilere bu kararları, ulemanın genel kabulüymüş gibi lanse edebilmekti. “Devlete sızma”, “eğitim faaliyetlerini bir güç ve çıkar ağına dönüştürme” “15 Temmuz gecesi darbe yapma”, “kendi halkına savaş açma”, “fitne ve tefrika odaklı bir oluşum” gibi siyasi söylem ve iftiralarla Hizmet Hareketi dışlanıyor, daha ötesi ‘tekfir’ edilmek isteniyordu.

Zekât ve himmet paralarının sahiplerine ulaştırılmadığı, diğer din mensuplarıyla diyalog, hatta Hristiyanlaştırma gibi akla hayale gelmeyecek ve defalarca tekzip edilmiş hususlar, siyasi ve radikal grupların sloganları seviyesinde karara yedirilmişti. Bu iftiralara önce Hizmet Hareketi’ne mensup bir grup ilahiyatçı, sonra Afrika’dan Avrupa, Orta Asya’dan Uzakdoğu ve Ortadoğu’ya kadar uzanan bir çerçevede din alimleri tepki gösterdi, cevap verdi. Partizan tutuma esir olan Diyanet’in siyasete alet olduğu tescillendi. Siyasi bir dille karalama yapmanın ötesine gitmemişti DİB. Suyu bulundurmak, iftira ve kara propaganda yapmak da Diyanet’in görevleri arasını girmişti anlaşılan.

diyanet mercedes

BAŞKANIN TRİLYONLUK MERCEDES’İ, SARAY ZİYARETLERİ

Diyanet Reisi Mehmet Görmez’e tahsis edilen makam aracı sürecin başında en çok tartışılan konulardan biri oldu. Bir diğer konu Diyanet Vakfı’nın ve Diyanet’in tartışmasız bütçeleriydi. Diyanet’in bütçesi, Sağlık ve Dışişleri bakanlıkları dâhil 12 bakanlığı geride bırakacak büyüklükteydi. Nasıl yönetildiği, kaynak israfı, bunca parayla nasıl bir din hizmeti verildiği tartışılmadı tabi. Görmez’in bindiği Mercedes enine boyuna tartışıldı hiç değilse. İlk açıklamalarla tahsis edilen araç (Erdoğan’ın savunmasına göre) 300 bin liraydı. Gazete haberleri aracın değerinin 1 trilyon olduğunu ortaya koydu. İbret için iadesi beklenen Mercedes gitti, bu kez zırhlı olanı geldi. Değeri 4 trilyon lirayı buldu. Mercedes değildi mesele. Yolsuzluk ve rüşvetin konuşulduğu, kamuda israfın ve AKP politikalarının devlet imkânlarını bireysel zenginlikler için peşkeş çekildiği dönemde Diyanet gibi bir yapının ‘etik duramaması’ ‘itiraz edemeyişi’ idi.

Korkulan oldu. İbreti âlem için iade edeceğim dediği otomobiline bir makam aracı daha eklendi Görmez’in üstelik. Görmez, kendine tahsis edilen Mercedes ile kaçak olması ve trilyonluk maliyeti ile gündeme gelen Beştepe’teki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gitti. Görmez, bunun farkında ya da değil, ancak o gün için MHP dahil muhalefetin adım atmaktan imtina ettiği Saray’ı meşrulaştırma ziyaretlerinden biriydi bu. Görmez daha sonra Erdoğan için, “Sadece bu ülkenin dinî lideri değildir. İslam dünyası içerisinde bu coğrafyanın saygın bir dinî lideridir.” deme noktasına gelecekti.

diyanet - gormez- erdogan

28 ŞUBAT HUTBE VE VAAZLARININ AKP VERSİYONU

Hutbe ve vaazların merkezileştirilmesi ve siyasallaştırılması 28 Şubat sürecinde de çokça tartışıldı. O gün askeri vesayetin dikte ettiği vaaz ve hutbelerden şikâyet eden AKP ve bürokratik elitinin ders çıkarması beklenirken, gücü ele geçirenin yaşadığı zehirlenmeyle maalesef tam tersi oldu/oluyor. Sadece yılbaşı hutbesi değil, geriye dönük bir internet taraması bile yapılsa son iki senede onlarca hutbenin toplumsal bütünlüğü bozacak şekilde tartışıldığı açıkça görülebiliyor. 28 Mart 2014 tarihli sosyal medya yasaklarını savunan, 22 Ocak 2016 tarihli CHP Lideri Kılçdaroğlu’nun diktatör bozuntusu sözüne karşı ‘Söz ahlakı’ başlığıyla okutulan, 12 Şubat 2016 tarihli Kur’an ve hadisler üzerine verilen,  29 Ekim 2016 tarihli Mehdilik konusundaki hutbe gibi birçok örnek sıralanabilir.

MHP’YE HDP’YE OY VERME, SOSYAL MEDYAYA GİRME

28 Mart “Gemiyi deldirmeyin” başlıklı hutbede sosyal medyada yer alan ses kayıtları (yolsuzluk tapeleri) hedef alınarak “sosyal medyanın zararlarını anlamamakta direnen” cami cemaatine Twitter, Facebook, Youtube kullanımının ne kadar kötü bir şey olduğu anlatılıyordu. 5 Haziran 2015’de yani 7 Haziran seçimlerinden iki gün önce DİB’in aklına “ırkçılık” gelmişti ve “İslam, ırkçılığın her türlüsünü reddeder” başlıklı bir hutbe ile milyonlarca kişi yönlendirilmek istendi. Hedefte MHP ve HDP vardı. ‘Oy vermeyin bunlara’ deniyordu hutbenin subliminal kanadında.

PARTİ BİLDİRİSİ Mİ CUMA HUTBESİ Mİ TARTIŞMASI

Özellikle seçim dönemleri öncesinde kayda girmeyen hutbe ve vaazları da işin içine kattığınızda camilerde Diyanet eliyle oluşturulan buhranı kimse görmezden gelemez. Diyanet birlik ve beraberlik sağlayacağı yerde, Cuma ve teravihlere gitmek istemeyen bir kitle oluşturdu. Cemaati camilerden soğuttu. Daha tehlikelisi de belki son yılbaşı hutbesi gibi toplumsal çatışma ve terör örgütlerinin, radikal düşünceli kişilerin ekmeğine yağ süren metinler oldu. 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrası siyasi iktidara desteğini zirveye çıkardı. Hutbe ve vaazlar, cami cemaatine her Cuma partinin mesajının iletildiği platforma dönüştü maalesef.

 

diyanet-camide-siyaset
AKP, seçim çalışmalarında camileri o kadar suistimal etti ki, fotoğraftaki görüntülerle siyasi konuşmalar camilerde icraa edilir hale geldi.

DİYANET, İSTİHBARATÇILIK YAPAR MI?

14 Aralık’ta Hollanda ile Türkiye arasında ‘muhbir imam krizi’ yaşandı. Ülkenin en çok satan gazetesi De Telegraaf’ın haberiyle gündeme gelen konu tam bir diplomatik skandaldı.  Türkiye’nin Lahey Büyükelçiliği Din İşleri Ataşesi Yusuf Acar tarafından hazırlanan ve TBMM Darbe Komisyonu’nda ele alınan rapordu haberin konusu. De Telegraaf’ın haberine göre, Hizmet Hareketi’ne yakın kişi ve kuruluşlara ait isimlerle bilgilerin yer aldığı raporda, ülkenin köklü partilerinden CDA’ya yönelik bile suçlamalar vardı. Raporda partiden “Fethullahçıların kalesi” diye söz ediliyordu. Hollanda Ateşiyi ‘istenmeyen adam’ (persona non grata) ilan etti. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, 38 ülkedeki din görevlilerine, ‘bulundukları ülkelerdeki Hizmet Hareketi’ne bağlı kişi ve kuruluşlar hakkında istihbarat çalışması yapmaları’,  talimatı vermişti. Diyanet, istihbaratçılık yapıyor, yurtiçi ve yurtdışındaki görevlilerinden fişleme ve muhbirlik yapmasını istiyordu.

ÖZAL DÖNEMİNDE YAŞANAN BİR OLAY VE DİYANETİN TAVRI

Diyanet İşleri eski Başkanlarından AKP milletvekili Sait Yazıcıoğlu’nun hatıraları ve röportajlarında yer alan bir başka örneği anmadan geçmek doğru olmaz bu noktada. Yazıcıoğlu, başkanlığı döneminde başbakanlıktan randevu alarak kendisini ziyarete gelen dört kişilik bir heyetin ziyaretinin mahiyetini şöyle detaylandırmıştı: “Başbakanlık’tan bir heyet randevu almıştı. Kimlerin olduğuna dair bir bilgi yoktu. Randevu saatinde dört kişilik bir heyet geldi ve kendilerini MİT üst düzey çalışanları olarak tanıttılar. Ve içlerinden biri diğerleri adına söz alarak ‘MİT ile Diyanet’in başka kurumlar ile de olduğu gibi, zaman zaman sıkı işbirliği içinde çalıştığını, aynı işbirliğinin devam edeceğini umduklarını ve arzu ettiklerini’ ifade etti.”

MÜŞAVİRE UYARI: ‘AYRIMCILIK YAPMADAN BÜTÜN VATANDAŞLARIMIZI KUCAKLA’

Yazıcıoğlu’nun cevabı, ‘soğuk bir hava’ estirecekti ortamda: “Görev alanlarımızın ve yaptığımız işlerin tamamen farklı olduğunu, dolayısıyla nasıl yakın bir çalışma içinde olacağımızı anlayamadığımı söyledim.” Yazıcıoğlu, bir  başka gün de Dışişleri Bakanlığı’ndan ‘gizli damgalı’ bir dosya almıştı. Dosyaya göre bir Avrupa ülkesindeki büyükelçi, din hizmetleri müşavirini, ülkeyi dolaşıp dinî gruplarla ilgili rapor hazırlaması için görevlendirmişti.

Yazıcıoğlu, rapora çok öfkelenmiş, hemen ilgili müşaviri arayıp “Biz seni oraya vatandaşlarımızı devlete ispiyonlaman için değil, onları bir arada tutman, hiçbir ayrımcılık yapmadan hepsini kucaklaman ve sıkıntılarına çare olman için gönderdik.” diyerek müşaviri derhâl geri çekmişti. O dönem Özal dönemiydi.

GÖRMEZ’İN 15 TEMMUZ’DAKİ ROLÜ

Bugünkü Diyanet’in istihbarat oyunlarına teşkilata bulaştırması sadece Ateşe Yusuf Acar hadisisiyle de sınırlı değildi. 15 Temmuz darbe girişiminde camilerden okunan sala ve ezanlar ve daha sonra bunun haftalarca sürdürülmesi de çok tartışıldı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın bile kendisine ulaşamadığı saatlerde Görmez yanı başındaydı. İddiaya göre önceden alınan darbe haberini engellemeyen siyasi iktidar, Fidan-Görmez görüşmesiyle bir sonraki aşamayı, halkı sokağa dökme planlarını camiler üzerinden organize etmişti. Fidan, Genelkurmay Karargâhı’ndaki kayıp saatlerinden ve toplantısından ayrıldıktan sonra Çankaya’da, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve Suriyeli muhalif liderlerden Muaz el-Hatib ile yemeğe gitmişti.

O gecenin Diyanet penceresinden sırları hala aydınlatılmadı. Görmez de diğer korunan siyasi aktörler gibi TBMM 15 Temmuz darbesini araştırma komisyonuna getirilemedi. Diyanet’in hesap defteri bunlarla sınırlı değil. Belki geçen cuma hutbesinin son cümlesini Diyanet Reisine ve teşkilatı bir siyasi partinin arka bahçesi haline getirenlere hatırlatmalı: “Allah, hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yaşamaktan hepimizi muhafaza eylesin!”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Diyanet hakkında çok güzel makale kaleme almışsınız böyle geniş bir makalesi akp ile işbirliği yapan cemaatlar ve tarikatlar hakında kaleme almanızı bekliyoruz istirham ediyoruz saygılar

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin