16 Nisan’da gerçekleşecek ve Türk tipi bir başkanlık modeli getirmesi çok muhtemelen olan anayasa referandumuna dair Brüksel’de konuyu takip eden siyasetçi, bürokrat ve uzmanların üzerinde anlaştığı en temel husus, referandumdaki ‘evet’in Türkiye’de ki son demokratik kurum ve değerleri de ortadan kaldıracağı yönünde. Diplomatik tavır ve açıklamaları ile bilinen AB diplomat ve bürokratları ilginç bir şekilde Erdoğan ve diktatör kelimelerini bugünlerde son derece sık kullanmaktalar.
Brüksel’deki havayı daha iyi yansıtması açısından AB kurumlarını Konsey, Komisyon, şeklinde bir tasnife tabi tutmak ve bu kurumların 16 Nisan referandumuna dair pozisyonlarını ortaya koymak daha kapsayıcı olacaktır.
Avrupa Birliği Konseyi
Avrupa Birliği Konseyi bilindiği üzere 28 AB üyesi ülkenin (İngiltere, Brexit süreci bitene kadar Konsey’in tabi üyesi olmaya devam edecek) devlet başkanları ve ilgili bakanları tarafından Avrupa meselelerinin karara bağlandığı bir kurum. 2015 yılından bu yana özellikle Almanya’nın domine ettiği Konsey, mülteci meselesi gibi muhtelif birçok konuda Türkiye ile işbirliği yapmanın önemine sürekli vurguda bulunarak, Türkiye’de demokrasinin tekamülünü akamete uğratan bir çok hassas gelişmeye dair sessiz kalmayı tercih etti. Hatta öyle ki, Konsey birkaç ay önce Avrupa Birliği Parlamentosu’nun Türkiye ile ilişkilerin dondurulması teklifini, üye ülkelerin devlet başkanlarının çoğunluğunun aynı görüşte olmamasından ötürü kabul etmedi.
Konsey’de Türkiye ajandasını takip eden birçok bürokratın ifadelerine bakılırsa, referandumdan ‘evet’ çıkması durumunda, Konsey’de belki de Türkiye’ye dair bugüne kadar görülmemiş büyük görüş ayrılıkları ve çatlakların oluşacağı ifade edilmekte. Kendisi ile görüşme fırsatı bulduğumuz bürokratların ortak kanaatleri Türkiye ile bugüne kadar devam eden ortaklık modelinin aynı kalamayacağı yönünde. Bu bağlamdan hareketle, birçok Konsey üyesi ülkenin devlet başkanlarının mülteci meselesinde AB’nin kendi tedbirlerini almasının ve Erdoğan ile mülteci dosyası hususunda devam etmekte olan işbirliğinin sona erdirilmesi teklifini her zamankinden daha hararetle öne sürecekleri muhtemel görünmekte.
Avrupa Birliği Komisyonu
İkinci olarak Komisyon’dan bahsetmek gerekirse, bilindiği üzere Avrupa Birliği Komisyonu üyelik müzakerelerinin teknik boyutunu (33 müzakere başlığı) yürüten ve son derece kritik bir AB kurumu. Komisyon’un son üç yıldır Türkiye’ye dair takındığı tavır ve kullandığı dile baktığımızda, Türkiye ile ilişkileri koparmak istemeyen fakat demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında ciddi ihlallerin olduğu bir çok meselede kullanılabilecek en sert diplomatik üslubu kullanan bir portre ile karşılaşmaktayız. Gerek genişleme komiseri Johannes Hahn’ın gerekse de Avrupa Birliği Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin kabine üyeleri Türkiye ile öteden beri devam eden ilişkilerin artık ‘yeniden tanımlanması’ gerektiği yönündeki değerlendirmelerini görüştükleri birçok muhatabı ile paylaşmaktalar. İlişkileri ‘yeniden tanımlama’ ifadesi aslında Türkiye’nin Avrupa Birliği ile münasebetlerinin temelini teşkil eden ‘üyelik müzakeresi yürüten ülke’ statüsünün değişikliğine işaret etmekte.
‘Evet’ çıkması durumunda…
Bu bağlamdan hareketle, 16 Nisan referandumundan ‘evet’ çıkması durumunda, Komisyon’un Türkiye’nin başkanlık sisteminin müzakere sürecinin dayanak noktası olan Kopenhag Kriterleri ile uyuşup uyuşmadığına dair ivedi bir çalışma başlatmak istemesi şaşırtıcı olmayacaktır. Ve bu süreçte AB’nin Türkiye’ye dair alacağı tavra göre Komisyon’un hazırlayacağı bu raporun sonucu ‘başkanlık sistemi ve getirdiği hukuki çerçeve Kopenhag Kriterleri’ne uymuyor’ şeklinde nihayete erdirilebilir. Fakat, tüm bunlara rağmen Komisyon 1. Başkan yardımcısı Frans Timmermans gibi isimlerin Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini daha pragamatik temellere dayanmasını ve Erdoğan ile her şeye rağmen al-ver çerçevesinde devam edilebileceğine dair irade ortaya koyabilecekleri Brüksel kulislerinde devam eden tartışmalar arasında.
Son olarak Avrupa Parlamentosu’nun 16 Nisan referandumuna dair tavrına bakmak gerekirse, parlamentoyu oluşturan 7 grubun 7’si de Türkiye’nin 16 Nisan’da yapacağı referandumu ‘otoriterlikten diktatörlüğe geçiş’i sağlayacak bir araç olarak görmekteler. Öteden beri Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren Avrupa Sosyalist Grubu (S&D), Avrupa Liberal Grubu (ALDE) ve Avrupa Yeşiller Grubu (Greens) gibi siyasi partiler dahi en üst düzeyde Türkiye’nin koşar adımlarla tek adam rejimine doğru ilerlediğini ve Erdoğan yönetiminde bir Türkiye’nin AB ile üyelik müzakereleri yürütemeyeceğini ifade etmekteler. Aynı Avrupa Birliği Parlamentosu birkaç ay önce Türkiye ile yürütülen müzakerelerin dondurulması ile alakalı oy çokluğu ile bir karar almış ve bunu Konsey’in reyine sunmuştu.
16 Nisan’da ‘evet’ çıkması durumunda, Parlamento’nun en geniş birkaç siyasi grubunun çok sert tepkiler vereceği ve Türkiye’nin üyelik müzakerelerinden çıkarılması için Konsey’e ve Komisyon’a büyük baskı yapacağı son derece aşikar. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilişkilerin mevcut hali ile devam ettirilemeyeceği noktasında bu hafta henüz kamuoyuna duyurmadığı icraatlarından biri de Parlamento çatısı altında faaliyet gösteren ‘Türkiye Dostları Grubu’nun isminin ‘Türkiye ile Diyalag Grubu’ olarak değiştirilmesi oldu. Sadece bu küçük gelişme bile AB’nin Türkiye ile artık bir yol ayrımında olduğu kanısını açık bir şekilde ortaya koymakta.