[Berk Uluç, Brüksel’den yazdı]
16 Nisan da yaklaşık 57 milyon seçmen devletin hemen hemen tüm icra yetkilerinin devlet başkanında toplanıp toplanmamasını oylamak için sandığa gitti. Sandıktan çıkan sonuç tek parti döneminde dahi görülmemiş bir yetkiler manzumesini Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tevdi edilmesi sonucunu doğurdu. Referandumun sona ermesiyle, referandumda yapıldığı iddia edilen birçok hukuksuzluğa dair gerek Avrupa Birliği, gerek AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) gerekse de bir çok NATO üyesi ülke Türk hükümetinin ivedilikle bir soruşturma başlatarak komuoyunda oluşan ‘şaibe var’ talebine bir cevap vermesi gerektiğini ifade ettiler.
Bununla beraber, özellikle referandumdan hemen sonra bazı NATO üyelerinin Türkiye’nin güvenilir bir müttefik olmaktan öte, Avrupa güvenlik ve savunma politikalarını zaafa uğratma ihtimali olan sorunlu bir ülke olarak yüksek sesle dile getirmeye başlamaları, önümüzdeki dönemin Türkiye – NATO ilişkileri bağlamında son derece hassas geçeceğine işaret etmekte. Türkiye’yi bir müttefik olmaktan öte bir risk faktörü olarak gören NATO üyesi ülkeler temel de iki argüman öne sürmekteler. İlk olarak, Türkiye’nin NATO’yu kuran Washington Deklarasyonu şartlarına artık uymadığı ve özgür dünyayı temsil eden NATO gibi bir savunma paktında Türkiye’ye yer olmadığı yönünde. Washington Deklarasyonu’na baktığımızda deklarasyon NATO’ya üye olabilecek ve üye olan ülkelerin uyması gereken kuralları sırasıyla şöyle ifade etmekte: ‘’Demokrasi, ifade hürriyeti, basın özgürlüğü, yargının bağımsızlığı, azınlıkların korunması’ ilkeleri NATO üyesi ülkelerin olmazsa olmaz ilkeleri arasındadır ve NATO üyeleri bu prensipleri ihlal edemez ve koruyuculuğunu yapmak durumundadırlar.
TÜRKİYE İLKELERİ İHLAL ETTİ
1949 yılında imzalanan Washington Deklarasyonu’nun bu ilkelerinin tamamı şüphesiz Türk hükümeti tarafından büyük ölçüde ihlal edilmiş durumda. 16 Nisan’da yapılan ve liberal demokratik değerlerle asla örtüşmeyecek son derece güçlü icra yetkilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verilmesi, Türkiye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dair var olan en son minik umutlarında ortadan kaybolmasına sebep oldu.
Türkiye’nin NATO için bir risk unsuru olduğu yönünde kaygılarını dile getiren üye ülkelerin ikinci argümanı ise farklı boyutlar taşımakta. Bu kaygılardan ilki, 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından farklı NATO birimlerinde eğitim almış ve görev yapmış binlerce askerin görevden alınıp yerlerine Rusya yanlısı ‘Avrasyacı’ askerlerin getirilmesinin NATO’nun iç işleyişinde bir zaaf ortaya çıkarabileceğine dair. Bununla beraber, Türkiye’nin özellikle darbe sonrası Rusya ile istihbarat ve askeri birçok alanda yakın temas kurmasının Türkiye-NATO ilişkilerini son derece istikrarsız bir mecraya ittiği ve bu durumun orta vadede Avrupa savunma ve güvenlik politikalarını Rusya lehine etkileme tehlikesi olduğu şeklinde kamuoyuna zuhur etmiş durumda.
RUSYA İLİŞKİLERİ BELİRLEYİCİ
Esasen, Türkiye – Rusya ilişkileri diplomasi, enerji ve savunma sanayisinde de büyük ‘mesafeler’ katetmiş durumda. Türkiye’nin Suriye’de Rusya ile uyumlu bir dış politika ortaya koyması, Akkuyu’da Rus mühendislerin bir nükleer santral inşa etmesi anlaşması, Rusya ile Türkiye arasında s400 füzelerinin satışını onaylayan uzlaşma bildirgesi, Türkiye’nin Rusya ve Çin tarafından Şanghai Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı nezdinde düzenlenecek olan 2017 Enerji Kulübü toplantısına davet edilip oturumu yönetme hakkının verilmesi gibi faktörler son dönem derinleşmekte olan Türkiye – Rusya ilişkilerinin farklı boyutlarını ortaya koymakta.
NATO üyesi ülkelerin Türkiye’nin gerek NATO için bir handikap gerekse de Avrupa’nın savunma ve güvenlik kapasitesini zayıflattığı noktasında öne sürdükleri diğer bir argüman da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle Almanya, Hollanda ve Avusturya gibi NATO üyesi olan ya da NATO ile güçlü savunma ortaklıkları olan ülkelere dair izlemiş olduğu son dönem siyaset ile alakalı. Örneğin, Türkiye’nin Almanya, Hollanda ve Belçika gibi ülkelerle Türk diasporası üzerinden bir takım siyasi sorunlar yaşaması, Ankara’nın bu ülkelerle askeri ve sivil istihbarat paylaşımını durdurmasına sebep olmuş durumda. Aynı şekilde, bütün Avrupa’lı NATO üyesi ülkelerin onayı olmasına rağmen, Türkiye’nin NATO’nun Avusturya ile ortak savunma tatbikatı yapmasını engellemesi, Türkiye’nin NATO’da ki yeri ve pozisyonuna dair yeni ve farklı bazı tartışmaları gündeme getirmiş bulunmakta.
Referandum sonuçlarının belli olması ile beraber Avrupa Birliği’nden Türkiye’ye ‘ilişkileri tekrar tanımlamak’ istiyoruz şeklinde çok güçlü mesajların geldiği bu günlerde, yukarıda ifade edilen faktörlerden ötürü Türkiye’nin NATO ile birtakım problemler yaşadığı ve bu sıkıntıların derinleşme ihtimali taşıması, NATO yetkililerini ve savunma paktına üye birçok Avrupa’lı üye ülkeyi derinden kaygılandırmakta. Şüphesiz, Türkiye – NATO ilişkilerinin seyri Erdoğan’ın Rusya ile temasları, kalmışsa şayet ülkenin seküler karakterini tamamen ortadan kaldıracak adımlar atıp atmaması ve Türk diasporasını daha da radikalleştirici söylemler kullanıp kullanmaması ile alakalı olacaktır.