YORUM | Prof. Dr. MUHİTTİN AKGÜL
İbadetlerin gayesi, insanın hayvani dereceden çıkıp insan-ı kamil seviyesine yükselmesidir. Aslında Ğaniyyi Mutlak olan Allah Teala’nın, kimsenin namazına, orucuna, ibadetine hiçbir ihtiyacı yoktur. Zira topyekün bütün varlık, biz dillerini anlamasak da her an kesintisiz bir şekilde Allah’ı zikretmekte, anmakta, övmekte ve boyun eğmektedir. İrade sahibi olan ve her an baş aşağı gitmeye müsait olan biz insanların, aslında ibadetlere ihtiyacımız olduğu içindir ki, Rabbimiz bizlere farklı şekil ve ölçülerdeki ibadetleri emretmiştir.
Bu açıdan bakıldığında, her bir ibadetin beden ve ruhumuzun değişik yönlerine bakan yönleri vardır. Birer kul olan bizler, ibadetlerle hakiki insan olma ufkunu yakalamış oluruz. Oruç ibadeti de ruhu yücelten, bedeni dinlendiren, ruha gerçek gücünü kazandıran, insanı kemal noktasına götüren çok önemli bir ibadettir. Kulluk nişanesidir. Dolayısıyla böyle bir ibadeti yerine getirirken, dikenli bir tarlada yürüyor gibi dikkat etmeliyiz. Zira oruç, sadece midenin yiyecek-içeceklerden engellenmesi değildir. Aslolan insanın hem bedeninin hem de ruhunun bütün organlarına sahip çıkması, onları da dizginlemesi, orucu onlara da tutturması ve asla hiçbir organa bu ay orucu bozacak bir davranışa izin vermemesidir. Zaten Allah Resûlü (s.a.s.) de konuyla ilgili dikkat çekici bir beyanında: “Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi terk etmezse (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına (oruç tutmasına) Allah’ın ihtiyacı yoktur.” (Buhârî)
Demek ki oruç deyince, sadece midenin aç susuz bırakılması değildir. Bunun yanında Allah tarafından yasaklanan bütün davranışlardan da uzak durmaktır. Gözünü harama bakmaktan, kulağını yalan, gıybet ve çirkin sözleri işitmekten, elini, ayağını ve bütün uzuvlarını haram işlerden alıkoymaktır. Hatta elinden geliyorsa hayallerine bile haramların, kötü şeylerin ve başkaları hakkında kötü düşüncelerin konup yerleşmesinden rahatsızlık duyup onlara asla yer vermemesidir.
Nitekim Allah Resûlü bir beyanlarında “Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttuğu oruçtan yanına sadece çektiği açlık kâr kalır. Nice gece namazı kılanlar vardır ki, onların da kârı uykusuz kalmaktan ibarettir.” (İbn Mâce) buyurarak, orucun bu yönüne dikkat çekmiş, Allah katında makbul olan orucun özelliğini hatırlatmıştır.
ORUÇ, SADECE YEME-İÇMEDEN UZAK KALMAK DEĞİLDİR
Biraz önce de işaret edildiği gibi, mü’min oruç tutarken çok önemli bir iş yaptığını unutmamalıdır. Şeytanı kızdırdığını, onunla en büyük mücadelenin içinde olduğunu, nefsin ve süfli arzuların pusuda bekleyerek onu yoldan çıkarmaya çalışacaklarını aklından hiç çıkarmamalıdır. Faydası olmayan sözlerden, başkalarının haklarını ihlal edici her türlü davranıştan ve kendisini Allah katında sorumlu tutacak her türlü faaliyetten engellemelidir.
Şöyle düşünebiliriz: Ne kadar aç olursak olalım, ne kadar susamış olursak olalım, nasıl su içmiyor yemeğe elimizi uzatmıyoruz. Çünkü biliyoruz ki bunlarla orucumuz bozulacak. Aynen burada olduğu gibi gereksiz bir şey konuşacağımız zaman, orucum bozulur, yalana kulak verdiğimde ibadetim yaralanır, boşuna aç-susuz kalmış olurum demeli, bir ay kendisine hep bu telkinleri yapmalıdır. Bir ay kendisine bu telkinleri yapan, aynı zamanda diğer zamanlar için de adeta kendisini önemli bir terbiyeden geçirmiş olur.
NELERİ HATIRIMIZDAN ÇIKARMAMALIYIZ?
Mü’min şunu hiç hatırından çıkartmamalıdır: Bilmediğim ya da hakkında kesin bilgi sahibi olmadığım konularda konuştuğumda sorumlu olacağım. Gözüm, kulağım, bütün organlarım hesaba çekilecektir. Nitekim Yüce Mevla İsra Suresi 36. Âyette: Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalp gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir.” buyurarak bu hakikate dikkatlerimizi çekmiştir.
Kur’ân’ın bu âyeti, insanların herhangi bir haber, davranış veya olay hakkında kesin bir karar vermeden önce, çok iyi araştırma yapmalarını, faraziye ve ihtimallerle karar vermemelerini emretmektedir. Çünkü gerek fertler, gerek aileler ve gerekse devletlerarasındaki anlaşmazlık ve kavgaların en büyük sebeplerinden biri, tahkikat yapmadan, zanna dayalı olarak verilen kararlardan kaynaklanmaktadır. Yüce Yaratıcı, toplumu koruyacak olan bu önemli prensibin yerleşmesi için de, meseleyi inançla tekid ederek ahiret boyutuna da dikkatleri çekmiş, karar verme vasıtaları olan kulağın, gözün ve kalbin sorumlu olduğunu bildirmiştir.
Yine Hucurat Sûresinde, kaçınılması tavsiye edilen, zandan, gıybet, gıybetin kardeşinin ölmüş cesedinden yeme anlamına geldiği âyetini hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Allah Resûlü’nün: “İnsanların Müslümanca en fazîletli olanının, insanların elinden ve dilinden emniyette bulunduğu kimse” olduğunu bildirdiği sözünü, “Kim bana, iki çene arasını ve apış arasını koruma mevzuunda garanti verirse, ben de onun Cennet’e gideceğini garanti ederim.” beyanını yâd etmeliyiz.
“Nice oruç tutan vardır ki çektiği açlık ve susuzluktan başka elinde bir şey kalmaz. Gece boyu ibadet yapan nice insan vardır ki uykusuzluktan başka elinde kalan bir şey olmaz.” kutlu beyanı çerçevesinde bir oruca gayret etmeliyiz.
Hz. Peygamber’in Mi’rac’a çıktığında orada bir kavmin yanından geçerken, onların demirden tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini yırtıp kanattıklarını görünce, Cibril’e bunun sebebini sormuş, o da bunların, insanları çekiştiren ve onların gizliliklerini ortaya çıkaran kimseler olduğunu söylediğini sözünü hatırlamalıyız.
Allah Resûlü’nün: “Kıyâmet günü, dört şeyden sual edilmedikçe, kulun ayakları (Rabb’inin huzurundan) ayrılamaz: Ömrünü nerede harcadığından, ilmiyle ne amelde bulunduğundan, malını nereden kazanıp nereye harcadığından ve vücudunu nerede çürüttüğünden.” beyanını kulaklarımıza küpe yapmalıyız.
RAMAZAN-I ŞERİFİNİZ MÜBAREK OLSUN.