YORUM | Prof. Dr. MUHİTTİN AKGÜL
Şüphesiz ki ibadetlerin hem insanın ruh ve bedenine hem de topluma yansıyan yönleri vardır. Oruç, çok yönlü olan bir ibadettir. Topluma yönelik katkılarının başında, birlik ve beraberliği sağlaması gelmektedir.
Oruç sayesinde mü’min, toplumda farklı pekçok ortak bağ kurar. Mesela bütün oruçluların aynı anda oruca başlamaları, akşam iftar vaktini beraberce beklemeleri, sahura kalkmaları, teravihi cemaatle kılmaları, kadir gecesini ihya etmeleri, beraberce bayrama girmeleri gibi oldukça geniş bir yelpazede birlik ve beraberlik olur; bu da insan ruhunda, diğer insanlarla yakınlaşmaya, sevgiye ve kardeşliğe vesile olur. Böylece insanlar, bir vücudun farklı organları haline gelmiş olur. Böylesine ulvi bir düşünceye sahip olan kimselerde, bir birlik ve beraberlik kurulur.
Aynı zamanda iftar ve sahur sofralarında, aile fertlerinin aynı şeyi bekleyişleri, aynı şeye odaklanmaları, onları ortak bir noktaya yönlendirir ve aralarında gayr-i ihtiyari yakınlaşmaya vesile olur. Bu iftar bekleme hali, daha ziyade aile fertleri arasındaki sevgi ve muhabbeti artırma, yani ailenin daha sağlam temeller üzerinde kurulmasını gerçekleştirme bakımından oldukça önemlidir.
Aynı zamanda Ramazan Ayı iftarları, diğer insanlarla bağlar kurmaya ve yakınlaşmalara da iyi bir vesiledir. Yabancı bir ülkede, farklı inanç gruplarını iftar sofrasına davet etme, onlara da iftar bereketini anlatma ve hatırlatma, o güne kadar bir araya gelme imkanı bulamayanlar için de, oldukça güzel bir fırsat mevsimidir. Bu vesileyle, hem İslam’ın cömertliği, paylaşma duygusu, birlik ve beraberlik vurgusu gösterilmiş, hem de gelecek adına köprüler kurulmuş olur. Bu Ay vesilesiyle kurulan irtibatlar ve yakınlaşmalar, daha sonraki tanışmaların da bir ön pratiği olur.
Oruç ibadeti aynı zamanda muhtaç ve fakirlerin halini bizlere hatırlatır. Hayatını en seçkin ve lüks yemeklerle devam ettiren, hiç aç-susuz kalmayan, açlığın sıkıntısını hiç hissetmeyen, hatta belki açlığın nasıl bir şey olduğunu bile bilmeyen zengini, oruç sayesinde belirli günlerinde aç-susuz bırakarak, açlığın ve susuzluğun nasıl zor bir durum olduğunu öğretir. Böylelikle zengin, fakirin durumunu yakından anlar, aç-susuz kalmanın insana ne kadar zor geldiğini yeniden hatırlar ve diğer zamanlarda muhtaç kimselerin yardımına koşarken daha istekli ve bilinçli hale gelmiş olur.
Böylesine bir empatiyle, mü’minlerde cömertlik ve yardımseverlik duygusu daha geniş ve hızlı olarak gelişir. Toplumdaki zenginlerde, fakirlere karşı olan bu yardımlaşma hareketi, zenginlere karşı zaman zaman meydana gelen antipatiyi engeller, haset ve kin duygularını ortadan kaldırır ve zengin-fakir arasındaki uçurumu azaltarak, toplumda gerçek anlamda bir huzur ortamı oluşturur. Böylece konuyla ilgili olarak Allah Resûlü’nün (s.a.s.): “Kendisi tok iken, komşusu aç olan, bizden değildir.” (Ahmed b. Hanbel) sözündeki tehditten de, zengin mü’min kendisini korumuş olur.
Oruç ibadeti aynı zamanda, İslam’da çok da hoş görülmeyen, başkalarına el açma ve dilencilik yapma davranışının, azalmasına ve zamanla yok olmasına yardımcı olur.
Evet oruç ibadetiyle nefsini terbiye eden, sıkıntılara katlanan, açlığa ve susuzluğa göğüs geren insan, zorluklara, açlığa belli bir sürede olsa katlanma güç ve sabrı gelişir. Zaman zaman başına gelebilecek açlık ve susuzluk, onu hemen bunları bulmaya, bulamadığında da dilenmeye götürmez. Uzun süre aç kalsa, susuz kalsa da, mü’min bir kimse izzet ve haysiyetini, gurur ve onurunu feda edip, başkasına el açmaz bir hale gelir.
Aksine hayatında hiç aç kalmamış, açlığın ve susuzluğun derdini çekmemiş, sabahtan akşama kadar yeme-içmeden kendisini engellemeyi denememiş bir insan, başına gelen muhtemel bir açlık ve fakirlik karşısında, bütün izzet ve şerefini ayaklar altına alarak, kapı kapı dilenmeye başlar.