Rakamlarla Türkiye’de 2017

Haber-Yorum | Bülent Keneş

Bir ülke için medya ve gazetecilerin durumu o ülkenin demokrasi ve hukuk devletinin turnusol kağıdıdır. Hapisteki gazeteciler ise demokrasi ve hukuk devletinin bir barometresi niteliğindedir. Hapisteki gazeteci sayısının 0’dan uzaklaştığı oranda o ülkenin de demokrasi ve hukuk devleti olmaktan uzaklaştığına gönül rahatlığıyla hükmedebilirsiniz. Bu açıdan bakılırsa, en az 250 civarında gazetecinin hapiste olduğu gerçeği karşısında Türkiye’nin içinde bulunduğu vahim durumu anlatmak için aslında çok da fazla bilgiye, veriye, istatistiğe gerek yoktur.

Hele bunun üzerine bir de 17 binden fazla masum kadının, 700’den fazla günahsız sabinin zindanlarda büyüdüğünü ekleyince hakikaten Türkiye’nin yalanlardan ve temelsiz propagandalardan, manipülatif istatistiklerden arındırılmış gerçek fotoğrafını göstermek için başka bir şeye ihtiyaç kalmıyor. Öyle de olsa yine de bu yazıda uluslararası referans alınan bazı kaynakları kullanarak Türkiye’nin bir çok açıdan 2017 yılı sonu itibariyle nasıl bir görünüm arz ettiğini ortaya koymaya çalışacağım.

2012 yılından bu yana her yıl düzenli olarak yayınlanan Dünya Mutluluk Raporu’nun 2017 verilerine göre, dünyada halkını en mutlu yaşatmasını beceren ülke Norveç. Türkiye ise en mutlu ülkeler sıralamasında kendisine ancak 69. sırada yer bulabiliyor. Kanada’nın 7., ABD’nin 14., İngiltere’nin 19., Brezilya’nın 22., Fransa’nın 31., Malezya’nın 42., Özbekistan’ın 47., Rusya’nın 49., Cezayir’in 53. sırada yer aldığı bu endeks, Erdoğan ve avenelerinin çizip durduğu pembenin her tonundan tabloya rağmen, Türk halkının mutluluktan uçmadığını gösteriyor.

TÜRKİYE’DE HER 100 BİN KİŞİDEN 179’U HAPİSHANEDE TUTULUYOR

On binlerce tecavüzcü, uyuşturucu bağımlısı, hırsız ve saldırgan sırf Erdoğan rejiminin yürüttüğü cadı avının kurbanlarına yer açılması için serbest bırakılmasına rağmen, 1 Kasım itibariyle 230 bin 735 kişinin cezaevinde bulunduğu Türkiye’de hükümetin en önemli vaatlerinin başında da artık değişik şehirlere yapacağı on binlerce kapasiteli yeni cezaevi inşaatlarının gelir oldu. Bu zavallı hallere düşen Türkiye, dünyada her 100 bin kişiye düşen tutuklu/hükümlü sayısı açısından da 10. sıraya yerleşti. OECD ülkeleri arasında her 100 bin kişiye karşılık hapishanelerde ortalama 115 kişi olmasına rağmen Türkiye’de bu rakam 179’u buluyor. 710 kişiyle ABD’nin ilk sıraya yerleştiği listede Kanada 118, İsveç 67, Japonya 51 kişiyle yer alıyor. Listenin son sırasındaki İzlanda için ise bu rakam sadece 47.

Malum olduğu üzere bu tutuklulardan bir kısmını da gazetelerine, televizyonlarına, dergilerine, radyolarına, ajanslarına, matbaalarına el konularak kapatılan gazeteciler ve yazarlar oluşturuyor. Anlık güncelleme yapan Stockholm Center for Freedom’ın (SCF) belgelendirdiği isim listesine göre, an itibariyle 248 gazeteci ve medya çalışanı Türkiye cezaevlerinde haksız yere çile dolduruyor. Bu listeye TRT çalışanları gibi yüzde yüz belgelenemediği için listeye konulamayan onlarca gazeteci ve medya çalışanları ile ele geçirilmeleri durumunda hapsedilecek 138 sürgün gazetecinin de eklenmesi durumunda karşımıza çok daha korkunç bir tablo çıkıyor.

Türkiye, rakamları aşırı düşük göstererek Erdoğan rejiminin ekmeğine yağ süren New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) raporuna göre bile, dünyada açık ara farkla en fazla gazetecinin cezaevinde bulunduğu ülke durumundayken, SCF rakamları Türkiye’deki mahpus gazeteci ve medya çalışanı sayısının dünyanın geri kalanının toplamından bile fazla olduğunu gözler önüne seriyor.

Sınır Tanımayan Gazeteciler’e (RSF) göre ise, 190 ülke arasında 155. sıraya yerleşen Türkiye basın özgürlüğü sıralamasında Burma ve pek çok Afrika ülkesinin çok gerisinde kalıyor. Tıpkı CPJ gibi Erdoğan rejiminin keyfi bir şekilde zindana attığı gazetecilerin çok azını kaydettiği anlaşılan RSF’nin listesinde bile Türkiye’nin gerisinde sadece 25 ülke bulunuyor.

TÜRKİYE, SANSÜR YAPABİLECEĞİ HER MECRADA BAŞA  GÜREŞİYOR

Bu kadarla kalsa yine iyi. Düşünce ve ifade hürriyetine baskı ve sansür konusunu ilgilendiren her mecrada Türkiye hep başa güreşiyor. Hiç şüphesiz ki bu mecralardan birini de Facebook oluşturuyor. Facebook içeriklerini sansürleme konusunda Türkiye, kendisi ile muazzam bir nüfus farkı olan Brezilya’dan sonra, tüm dünya ülkeleri arasında 2. sırada geliyor. 2016 rakamlarına göre, Brezilya Facebook’ta 1,708 içerik sansürlerken, Türkiye’de bu rakam 1,111’i buluyor. Rusya bile 121 sansürle Türkiye’den çok gerilerde geliyor.

Tamamen Erdoğan kontrolüne girmiş Türk mahkemelerinin verdiği uyduruk ve keyfi kararlarla Twitter’a sansür uygulamasının ise dünyada bir eşi benzeri bulunmuyor. Şöyle ki, 1 Ocak 2017-30 Haziran 2017 arasında dünyadaki tüm mahkemelerin verdikleri sansür kararlarının (752) yüzde 95’i 715 vakayla Türkiye’de gerçekleşmiş. Bu sayının sansür listesinde ikinci sırada yer alan Brezilya’da sadece 14, üçüncü sıradaki Japonya’da 9 olduğu düşünülecek olursa durumun vahameti daha net anlaşılabiliyor. Basın özgürlüğü konusunda Türkiye’yi “özgür olmayan” ülkeler kategorisinde değerlendiren Freedom House’un İnternet özgürlüğü endeksinde ise Türkiye, 46. sıradaki Mısır ve 51. sıradaki Rusya’nın bile gerisine düşerek kendisine ancak 52. sırada bir yer bulabiliyor.

17 BİN KADIN HAPİSTE AMA DIŞARIDAKİLER DE CENNETTE DEĞİL

En az 17 bin kadının hapislerde bulunduğu, her gün onlarcasının suçsuz yere gözaltına alındığı, on binlercesinin işlerinden atılıp, hapsedilen eşlerinin ya da çocuklarının maddi-manevi desteklerinden mahrum bırakıldığı Türkiye, gazetecilerden belki de daha fazla kadınlar için bir cehenneme dönüşmüş durumda. Mevcut fiili durumun ötesinde kadınlara yönelik yaklaşım konusunda da Türkiye’de çok ciddi bir sorun olduğu görülüyor.

PEW’in 2015 yılında yayınladığı 38 ülkeyi kapsayan bir araştırmanın sonuçlarına göre, kadınlara eşit haklar verilmesinin önemli olduğunu söyleyenlerin oranı Kanada’da yüzde 94, ABD’de 91, Almanya’da yüzde 92, Lübnan’da yüzde 72, Hindistan’da yüzde 71, İsrail’de yüzde 69, Gana’da yüzde 65, Pakistan’da yüzde 64, Tanzanya’da yüzde 61, Japonya’da yüzde 60, Rusya’da yüzde 58, Nijerya’da yüzde 54 iken Türkiye’de bu oran ancak yüzde 48’i bulabiliyor. Türkiye’nin gerisinde ise yüzde 42 ile Uganda, yüzde 31 ile Burkina Faso gibi ülkeler yer alıyor.

Oslo Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün dünya nüfusunun yüzde 98’ini barındıran 153 ülkeyi kapsayan “Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi” de Türkiye’deki kadınların bu acıklı durumunu teyid ediyor. Söz konusu endekse göre, kadınların durumunun en iyi olduğu ülkeler sıralamasında İzlanda 1. sırada yer alırken Türkiye, Çin’in (87.) ve Suudi Arabistan’ın (99.) bile çok gerisine düşerek kendisine ancak 105. sırada yer bulabiliyor.

Türkiye’de kadınlara yönelik kötü muamele ve ayrımcılık kendisine iş yaşamında da karşılık buluyor. Yeni Zelanda’da, tam zamanlı işlerde çalışan erkekler aynı işte aynı şartlarda çalışan kadınlardan sadece yüzde 5,6 oranında fazla ücret alırken ve bu konudaki OECD ülkeleri ortalaması yüzde 15,3 iken, bu fark Türkiye’de yüzde 20’yi aşıyor.

TÜRKİYE, ÇOCUK YOKSULLUĞU KONUSUNDA DÜNYADA EN BERBAT 3. ÜLKE

Kadınların maruz kaldığı her türlü sıkıntı ve ayrımcılıktan hiç şüphesiz ki çocukları da payını alıyor. UNICEF verilerine göre, 2008-2014 yılları arasında, ailelerinin hane halkı geliri o ülkedeki ortalama hane halkı gelirinin yüzde 60’ından aşağı olan çocukların, yani yoksulluk sınırının altında yaşayan çocukların oranı bakımından Türkiye dünyadaki en berbat ilk 3 ülke arasında yer alıyor. Bu oranın yüzde 31,8 gibi korkunç bir seviyede olduğu Türkiye’nin gerisinde sadece yüzde 39,3 ile Romanya ve yüzde 36,1’le İsrail bulunuyor. Ortalamanın yüzde 21 olduğu çocuk yoksulluğunun en düşük olduğu ülkeyi yüzde 9,2’yle Danimarka teşkil ediyor.

Büyük şamar yedikleri 7 Temmuz 2015 seçimlerini yok sayıp, terörü ve şiddeti tetikleyip sonra da terör ve şiddetle mücadele için korkuttukları halkın desteğini isteyen ve 1 Kasım’da yenilenen seçimlerde istediğini alan Erdoğan, maalesef yönetimi altındaki Türkiye’yi terör saldırıları sonucu en fazla ölümün gerçekleştiği dünyadaki birkaç ülke arasına da sokmuş bulunuyor. Her yıl yayınlanan Küresel Terörizm Endeksi’ne göre, 2016 yılı boyunca 658 kişiyle Türkiye terör saldırısı sonucu en fazla kayıp veren ülkeler arasında 7. sırada yer alıyor.

Toplam 641 kayıpla Yemen ve 376 kayıpla Libya’nın bile Türkiye’nin gerisinde bulunduğu listede 9,765 kişiyle Irak ilk sırada, 4,574 kişiyle Afganistan 2. sırada, 2,102 kişiyle Suriye 3. sırada, 1,832 kişiyle Nijerya 4. sırada, 956 kişiyle Pakistan 5. sırada, 740 kişiyle Somali 6. sırada yer alıyor. Kuzey Amerika’nın tamamında terör saldırıları sonucu ölenlerin rakamı 65, Güney Amerika’da ise 39 olarak kayıtlara geçmiş.

‘DİNDARIM’ DİYENLERİN UTANÇTAN YERİN DİBİNE GEÇECEĞİ ÜLKE

Hangi dindara sorsanız hak, hukuk, ahlak ve adaletin temeli diye savunacağı din neyse ki Türkiye halkı için oldukça önemliymiş(!) Keşke bu övünülebilecek bir durum olabilseydi. Tam tersine, geri kalmışlık, hukuksuzluk, keyfilik, adaletsizlik ve despotlukla dine güya önem verme arasındaki tüyler ürpertici korelasyondan kendisine dindar diyen herkesin utanıp yerin dibine geçmesi lazım.

Bir PEW araştırmasına göre, dinin kendileri için çok önemli olduğunu söyleyenlerin oranı Etiyopya’da yüzde 98, Uganda’da yüzde 94, Pakistan’da yüzde 93, Ürdün’de yüzde 83, Lübnan’da yüzde 57, ABD’de yüzde 53, Almanya, İspanya ve İngiltere’de yüzde 21, Avustralya’da yüzde 18, Fransa’da yüzde 14… Haksızlığın, adaletsizliğin, keyfiliğin, yolsuzluğun, hırsızlığın kol gezdiği Türkiye’de ise bu oran ister inanın ister inanmayın ama yüzde 56 imiş. Breh breh breh…

Ev baskınında hırsızlık yapan polis kameraya yakalandı.

Erdoğan rejimi sağlık hizmetleriyle biteviye övünedursun OECD verilerine göre, sağlıklı ya da çok sağlıklı yaşadıklarını söyleyenlerin oranı açısından Türkiye, OECD ortalamasının (yüzde 68,9) gerisinde bulunuyor. Bu konuda yüzde 89,6 ile ilk sırada yer alan Yeni Zelanda’yı, yüzde 88,7 ile Kanada, yüzde 87,5 ile ABD takip ediyor. Türkiye ise yüzde 67,8 ile oldukça gerilerde geliyor.

Bilindiği üzere Erdoğan, kendisinin, ailesinin ve yakın çevresinin adlarının ta en göbeğinden karıştığı uluslararası yolsuzluk/rüşvet yargılamalarından duyduğu endişeyle bir taraftan ülkeyi gün be gün daha fazla dışa kapamak için topluma yabancı düşmanlığı pompalarken, diğer taraftan da Erdoğan’ı panikleterek ne diyeceğini şaşırtacak ölçüde yerli sermaye yabancı ülkelere kaçıyor. Bunlarla aynı anda ise, ülkeye doğrudan net yatırım girişinde korkunç bir gerileme yaşanıyor. Doğrudan yabancı yatırım (FDI), yılın ilk 10 ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 16,9 gerileyerek 8,3 milyar dolar olarak gerçekleşiyor. Elbette ki ülkeye gelen FDI’daki bu gerilemenin, siyasi amaçlı yoğun propaganda neticesinde, 2013’te yüzde 44 olan ABD özelinde Batı karşıtlığının 2017’de yüzde 72’ye çıkması arasında doğrudan bir ilişki bulunuyor.

KURT DÜZENİNDE TAKSİM: EN ZENGİN YÜZDE 1’E YÜZDE 54 PAY

İsminde “adalet” ve “kalkınma” kelimelerini geçiren despotik Erdoğan rejiminin ekonomi alanındaki uygulamaları her iki kelimeyi de adi bir yalandan ibaret hale getiriyor. Gelir dağılımındaki uçurum, Türkiye’nin eski şişman kedileri ve Erdoğan sayesinde son yıllarda türeyen yamyam iş adamlarına çekilen peşkeşler sayesinde açıldıkça açılıyor.

Bunun neticesinde, nüfusun en yüksek gelirli yüzde 1’lik kesimi İngiltere, Çin ve Kanada’da milli gelirden yüzde 14, Almanya’da yüzde 13, İsveç ve Avustralya’da yüzde 9, Norveç’te yüzde 8, Danimarka’da yüzde 6 alırken, 15 yıldır Adil Düzen’in siyasal İslamcı yavrucukları tarafından yönetilen Türkiye’de en zengin yüzde 1’in milli servetten aldığı pay, 2015 verilerine, yüzde 54,3’ü buluyor. Ne dersiniz, yeterince adil bir düzen değil mi? Bu oranın Erdoğan ve avenelerinin iktidara geldiği 2002 yılında yüzde 39,4 olduğu gerçeğini de hesaba kattığımızda kuzulara şah olsa kurtların bile yapmayacağı bu korkunç adaletsiz dağılımdaki en zenginle en yoksul toplumsal kesimler arasındaki uçurumun son iki yılda çok daha açıldığında emin olabilirsiniz.

Gelir dağılımdaki bu uçurumun vatandaşa yansıması kısmen çift haneli enflasyon ve çift haneli işsizlik olarak yansırken, bu vahameti, serveti 500 milyon doları aşan ultra zenginlerin sayısının Türkiye’de son 2 yılda 16 kişi artarak 76’ya çıkması da doğruluyor. Dünyanın 17. büyük ekonomisi olup olmadığı bile tartışmalı olan Türkiye’nin, dünyanın en çok ultra zenginine sahip 10 ülkesinden biri olmasının ne anlama geldiğini artık siz düşünün. “Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet” üslubuyla artık çift haneyle ifade ettikleri büyüme halkın ekonomisine yansımıyor. Sadece bir avuç zengini daha fazla zenginleştirmeye yarıyor.

TÜRKİYE, ÇOK KAZANANLAR İÇİN CENNET BİR ÜLKE

Öte yandan, çok kazanının çok vergi ödemesi gerekirken, Türkiye çok kazananlar için bir vergi cenneti haline geldi. OECD ülkeleri arasında vergi gelirlerinin gayri safi milli hasılaya oranı ortalama yüzde 34,3 iken Türkiye’de bu oran sadece yüzde 25,5. Oysa bu oran, Danimarka’da yüzde 46, Fransa’da yüzde 45, İsveç’te yüzde 44, İtalya’da yüzde 43, Norveç ve Almanya’da yüzde 38, İzlanda’da yüzde 36, İspanya’da yüzde 34, İngiltere’de yüzde 33, Yeni Zelanda’da yüzde 32, Kanada’da yüzde 32, ABD’de yüzde 26.

Milli gelirden az, vergi ceremesinden fazlaca pay alan geniş kitleler bir başka konudaki paylarıyla da dünyada ilk sırada yer alıyorlar: Haftalık çalışma süresi. Haftada ortalama 50 saatten fazla çalışan işçi oranında dünyada ilk sırada yer alan Türkiye’de bu oran yüzde 41 iken, korkunç bir uçurumla ikinci sırada yer alan Meksika’da yüzde 29, Japonya’da yüzde 22, İngiltere’de yüzde 13, güya vahşi kapitalist ABD’de yüzde 11, Finlandiya’da yüzde 4, Norveç’te yüzde 3, Danimarka’da yüzde 2, İsveç’te yüzde 1, Hollanda’da yüzde 0,5, Rusya’da ise yüzde 0,2.

İş bulanların bu durumdan şikayet edecek halleri yok tabii ki. Çünkü, uzun çalışma saatleri, düşük ücretleri için burun kıvıracakları her iş için yerlerini hemen alacak kapıda işsizler ordusu bekliyor. Eylül 2017 itibariyle yüzde 10,6 olan işsizlik oranına çalışmaya hazır oldukları halde iş aramayanların da eklenmesi durumunda bu oran yüzde 16’yı buluyor. Yüzde 20’leri aşan genç işsizliği ise tam bir felaket. Ne eğitimde ne de istihdamda olan gençlerin oranı ise yüzde 26,1. Üniversite mezunu işsizlerin sayısı da 1 milyon 38 bini aşmış durumda.

Hükümet propagandası uğruna manipüle edildiğinden asla kuşku duyulmayacak resmi rakamlara göre bile, yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi veren 16 milyon 328 bin vatandaşımıza ise, zengine dağıtılan zenginliklerin 7/24 propagandasını dinlemek ve bu propagandayı içselleştirip tekrarlayarak hem kulağını, hem de çenesini yormak düşüyor. Bu adaletsizlik Credit Suisse’in Wealth Data Book verileri tarafından da doğrulanıyor. Söz konusu verilere göre, son bir yılda Türkiye’nin milli serveti 68 milyar dolarlık, milli geliri ise 15 milyar dolarlık bir gerilemeye maruz kalırken aynı zaman zarfında dolar milyarderi sayısı 35’e çıktı. Son 5 yılda ise ülkenin toplam serveti 387 milyar dolar erirken, milli gelir yerinde saydı.

‘IMF’YE BORÇ VEREN TÜRKİYE’ PALAVRASININ SONUNA GELİNDİ

CHP’nin ekonomi kurmaylarından Faik Öztrak’ın bütçe görüşmeleri sırasında verdiği bilgilere göre, yılın üçüncü çeyreğindeki “enflasyonu da kattığımızda” büyüme yüzde 24 olmuş oluyor. Aynı dönemde rant ve sermaye kesiminin gelirindeki artış yüzde 30, emeğiyle geçinenlerin gelirindeki artış ise sadece yüzde 14 olarak gerçekleşmiş. Emeğiyle geçinenlerin gelirindeki artış rant ve sermaye kesiminin gelirindeki artışın yarısından daha az olurken, milli gelir artışının da 10 puan altında kalmış.

Son 15 yılda yüzde 313 artarak 857 milyar dolara ulaşan iç ve dış borç yükü ise şimdiden 2018’e ve takip edecek yıllara bırakılan kötü bir miras durumunda. 2002’de yüzde 94 olan borcun gelire oranı, 2017’de yüzde 107’ye fırladı. Yani, “IMF’ye borç veren Türkiye” palavrasını realiteler doğrulamıyor.  Tam tersine artık geliri borcunu ödemeye yetmeyen bir Türkiye gerçeği bulunuyor. Vadesi bir yıldan daha az dış borç stoku 2017’nin ilk 10 ayında 13,4 milyar dolar artarak 111,5 milyar dolara çıktı. Bu yüzden Türkiye’nin finansal döviz açık pozisyonu yeni bir rekor kırdı. Türkiye’nin net finansal döviz yükümlülüğünün milli gelirine oranı 2017’nin üçüncü çeyreği itibariyle yüzde 52’ye yükseldi. Türkiye, 2018 yılında çarkların dönmesi için 210 milyar dolarlık dış finansmana ihtiyaç duyuyor. Eee artık kağıt üzerinde durumu düzeltecek Reza’nın kirli paraları da olmayacağına göre vaziyet hakikaten zor.

10 KURUŞ İÇİN DÜNYAYI DAR EDENLER 4 TL/1DOLAR KARŞISINDA DİLSİZ

Gezi Protestoları sırasında TL’nin 10 kuruşluk bir değer kaybından dolayı çevreci muhaliflere dünyayı dar edenlerin elinde Türkiye parası resmen pula döndü. Ekonominin bir sıhhat ölçüsü olan paranın değerindeki istikrarda yaşanan sorun tek başına Erdoğan ve ekürisinin anlattıkları pembe masalları tuzla buz ediyor. Yıl bazında yüzde 8,8’lik bir gerilemeyle 2017’de tüm dünyada dolar karşısında en fazla değer yitiren para birimi TL oldu. Üstelik adları daha önce Türkiye ile anılan bir çok benzer ekonominin para biriminin dolar karşısında büyük değer kazandığı bir dönemde.

2013’teki kısa süreli 10 kuruşluk artış için kıyameti koparanlar son 2 ayda dolar kurundaki 36 kuruşluk artış içinse sanki böyle bir şey hiç yokmuş gibi bir pişkinlik sergileyebiliyorlar. İşin garibi sırtlarına 77,4 milyar TL’lik bir zarar hamulesini yükleyen bu artış karşısında şirketler de dut yemiş bülbüle dönmüş durumdalar. Tıpkı düşen gelir, değer kaybeden para, artan enflasyon ve pahalılık karşısında gıkını çıkaramayan efsun yemiş kitleler gibi. Dünyanın en yüksek enflasyonuna (yüzde 12,8) sahip 19. ekonomi haline gelen Türkiye, enflasyon açısından Liberya, Etiyopya, Gana ve benzeri ekonomilerin bile gerisine düşürüldü. Aynı ligde bulunan ve en yakın takipçisi durumundaki Meksika’nın enflasyonu (yüzde 6,37) bile Türkiye’nin yarısı kadar bile değil.

Eğitimden çevreye, sağlıktan demokratik değerlere varıncaya kadar bu tür endeksleri, istatistikleri ve rakamları artırabiliriz. Her birinin bize söyleyeceği şeyler bu yazıya aldıklarımızdan farklı olmayacaktır. Siz siz olun TÜİK ve diğer resmi kurumlar üzerinden rakamları manipüle ederek kof hayaller satan yoz siyaset tüccarlarına değil, uluslararası güvenilirliği olan kurumların mukayeseli istatistiklerine kulan verin. Yoksa aklınızın başınıza gelmesi ancak Yunanistan’ın başına gelene benzer bir felaketin yaşanmasından sonra olur ki, ‘bade harab-ül Basra’…   

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Merhaba değerli tr724 çalışanları,
    Öncelikle, birbirinden değerli yazarlar ve muhteşem analizlerle bizleri buluşturduğunuz için çok teşekkür ederim.
    Daha fazla insana ulaşılması ve etkili olması açısından bir önerim olacaktı ; yazıların sesli gazete olarak paylaşılması. Sabah işe giderken dinlerdim sesli gazeteyi, Fatma Gökbulut Hanım’ın sesi hala kulaklarımda .
    Ayrıca sadece bu benim değil, çevremdeki birçok insanın dillendirdiği bir beklenti , tabi mümkünse… Emeğinize ve dürüstlüğünüze karşı en içten saygılarımla…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin