CUMALİ ÖNAL | HABER ANALİZ
Rusya, Ortadoğu ve Afrika’ya açılan kapısı, sıcak denizlerdeki tek üssü Suriye’de ağır bir darbe aldı ve bu ülkedeki kuvvetlerinin önemli bir bölümünü geri çekmeye başladı. Bu gelişmede Ukrayna savaşı ve İsrail’in Hizbullah ile İran’a vurduğu büyük darbeler kadar, Türkiye’nin göz yummasıyla Suriyeli muhaliflerin yıllar boyunca güçlerini konsolide etmesi de önemli bir rol oynadı.
Şimdi akıllardaki soru şu: Sadece 15 Temmuz sonrasındaki 3 yılda Erdoğan ile toplam 69 kez görüşen (24’ü yüz yüze, 45’i telefonda) Putin, “Beni bir kez daha sırtımdan bıçakladın!” der mi?
Hatırlanacağı üzere, 2015 yılında Türk F-16 savaş uçaklarının Suriye hava sahasında bir Rus savaş uçağını düşürmesinin ardından Putin, Türkiye’yi kastederek, “Sırtımızdan bıçaklandık!” demiş ve Türkiye’ye yaklaşık bir yıl süren gıda ve turist ambargosu uygulamaya başlamıştı.
Suriye’deki başarısızlığın ardından Putin ve diğer üst düzey Rus yetkililerin sessiz kalması, bu durumun Rus tarafında büyük bir öfke yarattığına işaret olarak değerlendiriliyor. Özellikle, Türkiye’de bazı kesimlerin büyük önem atfettiği Rus siyaset bilimci Aleksandr Dugin’in Erdoğan’a yönelik, “Rusya’ya ihanet etti!” ve “Hesap verecek!” şeklindeki açıklamaları, Putin’in bir şekilde Erdoğan’dan intikam alabileceği şeklinde yorumlanıyor.
Oysa Erdoğan, muhaliflerin rejime karşı harekete geçtiği 27 Kasım tarihinden yalnızca bir ay önce, Tataristan’ın başkenti Kazan’da düzenlenen BRICS zirvesinde Putin ile bir araya gelmiş ve Türkiye’nin Rusya’nın öncülüğünü yaptığı bu örgüte üye olması için girişimde bulunmuştu.
‘Çıkış maliyeti‘ Türkiye için çok daha yüksekti
Rusya’nın Ukrayna’da sıkışması ve Suriye’de Türkiye’nin ön plana çıkması, iki ülke ilişkilerindeki ‘dengesiz bağımlılık‘ ve ‘asimetrik‘ doğasını da şimdilik bozmuşa benziyor. Yaşanan son Suriye olayına kadar iki ülke ilişkilerinin bozulması durumunda Rusya’dan çok Türkiye’nin zarar göreceği ve daha fazla kaybeden durumunda olacağı yorumları yapılıyordu. Yani ‘çıkış maliyeti‘ Türkiye için çok daha yüksekti.
Türkiye’nin, yıkımında büyük pay sahibi olduğu Suriye, 2015’ten itibaren hem Türk dış politikasının hem de Türk-Rus ilişkilerinin merkezinde yer aldı. Libya’dan Ukrayna savaşına, Dağlık Karabağ’dan Batı ile Rusya arasındaki gaz krizine kadar birçok gelişmede Suriye, Moskova ve Ankara arasındaki ilişkileri belirleyen temel meselelerden biri oldu.
Ancak iki ülke arasındaki ilişkiler çoğunlukla diplomatik teamüllerin dışına çıktı ve Putin ve Erdoğan’ın kişisel ilişkileri ile şekillendi. İki lider, zaman zaman birbirini kapıda bekleterek intikam alırken, bazen dondurma yiyerek Batı’ya mesaj verdiler. Her ne kadar iki ülke hemen her konuda karşıt kamplarda yer alsa da, karşılıklı çıkara dayalı bu ilişkiyi bir şekilde sürdürebildiler.
Güvensizlik ve jeopolitik rekabetler üzerinden ilerleyen bu ilişkide Erdoğan’ın Batı’ya karşı Rusya’yı, Rusya’ya karşı ise Batı’yı dengeleyerek yürüttüğü diplomasi, uluslararası ilişkiler tarihine bir “diplomatik cambazlık” olarak geçti.
15 Temmuz dönüm noktası
Türk-Rus ilişkilerinde şüphesiz 15 Temmuz bir dönüm noktası oldu. 15 Temmuz’un ardından Batılı ülkeler Erdoğan’ın tezlerine mesafeli yaklaşırken, Putin bizzat arayarak Erdoğan’a tam destek verdi. Oysa sözde darbe girişiminden önce ilişkiler oldukça gergindi.
24 Kasım 2015’te Suriye hava sahasında bir Rus Su-24 savaş uçağının düşürülmesinin ardından Putin, Erdoğan’ı “sırtından bıçaklamakla” suçladı ve Türkiye’ye ciddi ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı. Ayrıca, Rusya’nın Gürcistan topraklarını işgaline (2008) ve Ukrayna’ya bağlı Kırım’ı ilhakına (2014) tepki gösteren Erdoğan, bu politikaları nedeniyle de Moskova’nın hedefindeydi.
Bu gerilimli süreçte, Türkiye’nin Arap Baharı ile birlikte Suriye’de etkili bir bölgesel aktör olacağı beklentisi vardı. Ancak İran’la birlikte Rusya’nın devreye girmesiyle Suriye devrimi tersine döndü ve dengeler Moskova lehine değişti.
15 Temmuz ilişkilerde bir kırılma noktası oldu ve sözde darbeden sadece iki gün sonra Erdoğan Putin’den destek telefonu aldı. Erdoğan, bir ay sonra St. Petersburg’da Rus liderle bir araya gelerek Türk-Rus ilişkilerinde belki de en sıra dışı dönemin kapısını araladı. Bu görüşmeden sonra Erdoğan‘ın Rus S400 füze savunma sistemlerini alacağını duyurması, Türkiye ile Batı ilişkilerinde ciddi bir kargaşa yaşanmasına sebep oldu. Trump yönetimi tepki olarak 2020’de Türkiye’yi F-35 projesinden çıkardı.
Putin pek çok kez Erdoğan’a şah-mat çekti
ABD’nin Kürtleri örgütleyerek, 2014 Eylül ile 2015 Şubat tarihleri arasında Suriye topraklarından Rakka’ya kadar olan bölgeyi Musul merkezli kurduğu İslam Devleti sınırlarına dahil eden IŞİD’i bölgeden kovması ile Türkiye’nin Suriye hesapları daha da alt üst oldu. Batı için IŞİD ile mücadele, Esad rejimini devirmekten daha önemli hale geldi. Tabiri caizse Türkiye, Esad’ı devirmeye çalışan tek güç olarak ortada kaldı. Bu da Türkiye ve Rusya’nın direkt karşı karşıya gelmesi anlamına geliyordu.
19 Aralık 2016’daki Rus Büyükelçi Andrey Karlov cinayeti de Türkiye için bir kabus senaryosuydu. Ancak tam tersi gelişmeler yaşandı. Bir gün sonra (20 Aralık 2016) Türkiye, Rusya ve İran, aylardır sürdürülen gizli ve açık görüşmeleri nihayete erdirdiler ve Astana sürecini başlatarak Suriye’de yeni bir döneme imza attılar.
Astana Süreci’nden önce Rusya, Türkiye’nin El Bab’a kadar olan bölgeye yönelik Fırat Kalkanı operasyonlarının ilkine (Ağustos 2016. İkincisi de Mart 2017) yeşil ışık yaktı. Türkiye burada amaç olarak IŞİD’i gösterse de, asıl hedef Kürt kantonları arasındaki bağlantıyı koparmaktı. Bir yıl sonra da yine Rusya’nın göz yummasıyla Türkiye Afrin’e operasyon düzenledi. (20 Ocak 2018)
17 Eylül 2018’de Türkiye ve Rusya imzaladıkları Soçi mutabakatıyla İdlib’e sıkışan muhaliflerin öncülüğünü yapan HTŞ’nin buradan çıkarılmasına karar verdiler. Ancak Türkiye hiçbir zaman bu mutabakatın şartlarını yerine getirmedi.
Savaşın tüm hızıyla devam ettiği ve muhaliflerin İdlib’e sıkıştırıldığı bir dönemde (28 Şubat 2020) Rus uçakları (bazılarına göre Suriye uçakları) Türk konvoyuna saldırarak 34 Türk askerini şehit etti. Erdoğan, olaya tepki göstermek yerine Putin’le görüşmek için 5 Mart’te Moskova’ya gitti. Ancak Putin kameraların önünde Erdoğan ve heyetini kapıda yaklaşık iki dakika bekletti.
Libya’da daha eşit bir rekabet
Türkiye ve Rusya’nın karşı karşıya geldiği ikinci cephe Libya oldu. Türkiye de tıpkı Rusya’nın Suriye’de kullandığı angajmanlara göre hareket ederek, 2015 yılında BM tarafından tanınan Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümetinin (UMH) davetiyle 2019’da bu ülkeye asker gönderdi. Mısır’dan Fransa’ya, Yunanistan’dan Kıbrıs’a pek çok ülke, Türkiye’nin asker göndermek dışında UMH ile imzaladığı deniz yetki alanları ve işbirliği anlaşmalarına sert tepki gösterdi ve birlikte hareket etme kararı aldılar. Bu amaçla Ocak 2020’de Türkiye’ye karşı Mısır merkezli bir Gaz Forumu oluşturdular.
Rusya, Türkiye’nin imzaladığı anlaşmalardan çok Libya’da tutunmayla ilgilendi ve bu amaçla da General Hafter’in yanında yer alarak Türkiye’ye karşı gerçekleştirilen operasyonlara destek verdi.
Ancak Hafter liderliğindeki güçler başarısız olurken, Türkiye Libya’da kalıcı olmak için deniz ve kara üsleri de inşa etti.
Suriye’de izledikleri dost/düşman stratejisini Libya’da da uygulayan Erdoğan ve Putin, bir yandan Suriyeli militanlarını Libya’ya göndererek daha fazla mevzi elde etmeye çalışırken, diğer yandan da barış görüşmelerine aracılık ettiler. Her ne kadar Suriye’deki kadar karşı karşıya gelmeseler de hem Türkiye ve hem de Rusya Trablus ve Bingazi merkezli iki ayrı yapının en güçlü destekçileri haline geldiler.
ABD’nin genel olarak Afrika’daki olaylara daha fazla müdahil olmama stratejisi ve Avrupa güçlerinin de Libya’daki bölünmüşlüğüyle (özellikle Fransa ve İtalya arasındaki bölünme) birleşince Türkiye ve Rusya, bu ülkedeki en önemli oyuncular haline geldiler.
Putin Dağlık Karabağ’da Türkiye’nin önünü açtı
27 Eylül 2020’de patlak veren Dağlık Karabağ üzerindeki 2. Azeri-Ermeni Savaşı’nda da Rusya tıpkı Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki Kürtlere operasyon düzenlemesine izin verdiği gibi bu savaşta da adeta Türkiye’nin önünü açtı.
Bunun sonucu olarak Türkiye Ermenilere karşı hem dronlarla ve hem de Suriyeli militanlarla destek verdiği Azerilerin büyük bir üstünlük kurmasını sağladı. Rusya bu çatışmada her ne kadar Ermenistan’ın yanında yer alıyor gibi görünse de Azerbaycan’ı da kaybetmek istemediğinden tarafsız kalmayı tercih etti.
Erdoğan’ın Ukrayna kumarı
Rusya’nın Şubat 2022’de başlattığı Ukrayna işgali Türk-Rus ilişkilerini de derinden etkiledi. Savaşın başında Türkiye’nin Ukrayna’ya dron desteği vermesi Rusya’nın sert tepkisini çekti. Türkiye aynı şekilde Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni de uyguladığını belirterek Rus savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkmasını engelledi.
Rusya ise bu tavrına rağmen Türkiye ile çalışmaya devam etti. Hatta buğday krizinin çözülmesi ve ABD ile Soğuk Savaş döneminden sonraki en büyük esir takasının yapılmasında Türkiye’ye önemli bir rol verdi. Rusya’nın bu stratejiyi izlemesinde Ukrayna’da sıkışmışlığının yanı sıra Türkiye’ye karşı sahip olduğu büyük ticaret avantajı da önemli bir rol oynadı.
Ukrayna krizinin patlak verdiği 2022’de iki ülke arasındaki ticaret hacmi 60 milyar dolara ulaşırken Türkiye Çin’den sonra Rusya’nın en büyük ticaret ortağı haline geldi. Ancak hem uluslararası abluka ve hem de Türkiye’nin özellikle Rus doğal gaz ve petrolüne alternatifler bulmasıyla iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2024’te 43 milyar dolara kadar geriledi.
Bu süreçte Rusya’nın inşa ettiği Akkuyu nükleer santrali, Ukrayna üzerinden geçen boru hattına alternatif Türk Akım Projesi’ni yürürlüğe koyması da iki ülke ilişkilerinin kökleşmesinde etkin oldu.
Ayrıca her iki taraftan savaştan kaçan binlerce insanın en fazla tercih ettiği ülke de Türkiye oldu. Bu süreçte sadece Rusya’dan en az 150 bin kişinin Türkiye’ye geldiği ve önemli miktarda emlak aldığı tahmin ediliyor.
Ukrayna Savaşı Erdoğan’ın Putin’le gerçekleştirdiği asimetrik ilişkide kurtarıcı rol oynadı. Hem Batılı ülkelerin Rusya’ya uyguladığı baskı ve hem de Rusya’nın askeri ve ekonomik anlamda güç kaybına uğraması Putin’in tüm dikkatini Ukrayna’ya çevirmesine sebebiyet verdi.
Bu durumdaki bir Putin’in hiçbir zaman hazzetmediğii söylenen Erdoğan’dan kısa vadede hesap sorması pek mümkün görünmüyor.
Tam tersine Putin’in, Ukrayna’daki savaşın aleyhine devam etmesi durumunda Kafkasya’dan Libya’ya, Afrika’dan Orta Asya’ya ciddi bir nüfuz kaybı yaşaması dahi muhtemel. Bu da tüm bu alanlarda oyur kurmaya çalışan Türkiye’ye büyük bir hareket alanı sağlayabilir.