YORUM | VEYSEL AYHAN
(Nübüvvet ve Devlet Yazıları-17)
Savaş ve fetih kavramları İslam’ın belki de en tartışmalı sözcükleri. Aşağıdaki tanım ve sınırlar her türlü problemi çözecek nitelikte. Dikkatle okuyalım:
“Harp ve cihad, hak ve hakikati, doğruluk ve istikameti neşretme hürriyeti engelleniyorsa, o hürriyeti muhafaza etmek ve sağlama almak için yapılır. Dikkat ediniz; hak ve hakikati neşretmek için muharebe yapılmaz! Hak ve hakikati neşretme hürriyeti engelleniyorsa onun için muharebe yapılır.” (Sonsuz Nur, Fethullah Gülen)
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Tanım bu olunca bu amaç ve sınırlar dışındaki savaşları meşru addetmemiz mümkün değil.
Peki teorisi bu olan bir hakikatin fiili durumu nasıldı?
Hz. Muhammed (sas) Rahmet peygamberi yoksa savaş peygamberi miydi?
Allah Rasulü’nin hayatının yer aldığı eserler “Megâzî”(gaze, savaş) başlığı altında yer alıyor. Tarih boyunca Allah Rasulü’nün tanımak isteyen insanlar işe savaşlardan başlamak zorunda kalmış. Bunun şöyle bir haklılık payı var. İnsanların rağbet ettikleri hikâyeler kahramanlık hikâyeleridir. Aynı şey bugün işin de söz konusu. Genelde istek duyulan hikaye ve filmler kahramanlık içerenlerdir. Güncel örnek “Er Risale” yani “Çağrı” filmidir. Film, Allah Rasulü ve ashabının savaş ve çilelerine odaklanmıştır. Bu tür filmlere veya “Megâzî” (gaza) kitaplarına baktığınızda Peygamberimizin (sas) hayatının yüzde 90’ını bir “komutan” olarak savaşlarda geçirdiğini düşünebilirsiniz.
PEKİ GERÇEKTE OLAN NE?
Bazı rakamlarla 22 yıllık nübüvvet dönemini inceleyelim.
Allah Rasulü’nün peygamberlik başlangıcı 610 yılının Ramazan ayı.
Vefatı ise 632 yılı Rebîülevvel ayının 12’si.
Yaklaşık 8.000 gün yapıyor.
Bedir, çok hızlı cereyan eden bir savaş. Güneşin hareketleri ve namaz vakitleri göz önüne alındığında bizim hesapla üç saat civarı sürdüğü biliniyor. O mevkide üç gün kalınıp techiz tekvin işleri yapılmış dönülmüş.
Uhud’un beş saat sürdüğü hesaplanıyor. Diğer bir önemli bir savaş olan Huneyn de kısa süren bir savaş.
Bunlara savaş hazırlıklarını, niyet, yolculuk süresi, geri dönüş müddeti, esirlerle ilgili meşguliyetleri eklediğimizde tamamı toplam 144 gün yapıyor.
Yani Efendimiz’in bizzat içinde olduğu savaş süreçleri öncesi ve sonrasıyla maksimum 144 gün.
Bununla yetinmeyelim. Bu rakama sahabelerin yer aldığı seriyeleri, haftalarca süren kuşatma müddetlerini de eklediğimizde rakam toplam en fazla 392 güne çıkıyor.
Bu sürenin büyük çoğunluğu, yollarda veya kuşatmalarda geçmiş.
Zihinlerin savaşla meşgul olduğu zaman dilimi maksimum bu kadar.
Toplamı 8.000 gün olan nübüvvetin sadece 392 gününde dimağlar savaşla meşgul olmuş.
Peki tüm bu 22 yıl zarfında savaş esnasında ve sonrasında ölüm sayısı ne kadar?
Müslümanlardan 217 sahabi savaş sırasında, 79 sahabi de pusu kurularak şehit edilmiş.
Toplam 296.
Müşriklerden ise 701.
Toplam 997 can kaybı.
Peki o tarihlerde kamera olsaydı ve bu savaşları filme çekseydik ne olurdu?
CNN’nin Körfez savaşını canlı yayınladığı gibi canlı yayın yapsaydık bu yayın ne kadar sürerdi?
22 yıllık Nübüvvet zamanının sadece 1 haftası kadar bir canlı yayın yapılabilirdi.
Aksiyon kısımlarıyla mesela Bedir 3 saat, Uhud 5 saat ve Huneyn’den 4 saat yayın yapılırdı.
Peki o zaman Devr-i Risalet dediğimiz zaman aklımıza niçin sadece kılıç, kalkan, mızrak ve ok geliyor?
DİĞER 21 YIL NASIL GEÇTİ?
Geri kalan zaman dilimleri nasıl geçti?
Toplamda geri kalan 21 yıl İslam’ın tebliğ edildiği, anlatıldığı zamanlar.
Yokluk ve kıtlık yıllarında bu faaliyetler fevkalade zordu.
Allah Rasulü ve ashabı Mescidi Nebeviye gelip İslamı öğrenmek isteyenleri misafir ediyordu.
Fevc fevç gelen gruplar, topluluklar nasıl ve hangi şartlarda misafir edildi tam olarak bilmiyoruz.
Hangi yokluklarla “savaşarak” din onlara anlatıldı, temsil edildi?
Devri risaletin en büyük destanlarının savaşlarda değil bu 21 yılda yazıldığını söylesek abartmış olmayız.
Önceleri Efendimiz (sas) dini anlatmak için Ukaz, Mecenne ve Zü’l Mecâz gibi nerede bir panayır varsa eksiksiz hepsini ziyaret ediyordu.
Buralarda hangi zorluklarla karşılaştı, neler yaşandı bilmiyoruz.
Allah Rasulü (sas) Gassân, Tağlib, İyâd, Kelb, Kinde, Kelb, Beni Hanife, Zühely ve Beni Âmir gibi kabilelere ve onların alt kollarına mensup oymaklara tek tek tebliğe gitmişti.
Bunlar sadece isimleri geçenler.
Başka hangilerine gitti? Nasıl karşılandı? Ne zorluklar yaşadı bilmiyoruz.
Tek bildiğimiz Taif. Mesela Taif’te 2 ay kalıyor. Bunun tarihe yansıyan tek kısmı en sondaki taşlanma hadisesi. Peki Allah Resulü(sas) nerde ikamet etti? Kimleri ziyaret etti. Ne yedi, ne içti? Hangi şartlarda dinini insanlar anlattı bilmiyoruz.
Bir dönem bu gitmeler olmuştu. Sonrasında İslam’ı işiten kim varsa Allah Rasulü’ne misafirliğe geliyordu. Tek tek, grup grup, kabile kabile…
Bu uzun yıllarda Allah Rasulü’nin hayatı misafir ağırlamakla geçti desek mübalağa olmaz.
Varlıkta misafir ağırlanır, kolaydır.
Ama ya yoklukta…
Ve bu ev sahipliği, son güne kadar sürdü.
Allah Rasulü’nün vefat ettiği son gün yine misafirleri vardı. Evinde onlara ikram edecek yemek yoktu. Allah Rasulü, varlıklı bir Yahudi olan Ebu’ş Şehm’e zırhını rehin olarak gönderip 30 sâ’(ölçek) arpa almıştı. Yani borç gıda alarak misafir ağırlamış, ruhunun ufkuna öyle yürümüştü.
Burada parantez açıp şunu da eklemek lazım: Efendimiz (sas) nübüvvetinin yanında ‘Medine site devleti’nin başkanıydı. Bu ‘devlet’te Yahudi, Hristyan ve Müslüman güven içinde yaşıyor, ticaretini yapıyordu. Kimse bir başkasının malına el koymuyordu. Devletin gücü bugünkü gibi gasp, hırsızlık ve zulüm aracı olarak kullanılmıyordu.
Efendimiz bir keresinde savaştan dönen ashabına, “Küçük cihattan en büyük cihada geldiniz!” demişti. “Büyük cihat nedir ya Rasulallah?” sorusuna karşılık “Nefisle cihat!” diye cevap vermişti.
Demek ki 22 yıllık nübüvvet zamanının bir yılı normal savaşlarla yani “küçük cihat”la geçmişti.
Geri kalan 21 yıl ise “Büyük cihat” ile yani nefislerle mücadele etmekle geçmiş oluyor.
Sahabi bu yılları yani birbirleriyle yaşadıkları imtihanları nasıl atlattılar, nasıl kazandılar, çok bilmiyoruz.
Varlık içinde iken arkadaşlık kolaydır.
Sahabi yokluk ve sıkıntı içinde iken kardeşliği korumayı nasıl başardı?
Sahabi aile çevreleriyle de mücadele halinde idi. Kimi zaman aynı evde bir mümin, bir münafık ve bir kafir olduğunda nasıl bir hayat yaşanıyordu?
120 yıldan beri savaşan Evs ve Hazreç kabileleri nasıl bir arada sulh oldu kardeşçe yaşamaya başladı?
Bir-iki sitemleşme dışında Medine yerlileri yurtlarına dışarıdan gelen işsiz ve varlıksız Mekke’li muhacirleri nasıl hazmetti? Nasıl bağrına bastı?
Allah Rasulü hayatta iken birbiriyle fiziki olarak kavga eden, dövüşen sahabi örneği bulamadım.
Bu zor ve gerilimli zaman dilimlerinde vifak ve ittifak nasıl sağlandı?
Gıybet etmeden, kıskançlık yaşamadan, çekemezliğe düşmeden nasıl ayakta kalabildiler?
Münafık ve müşriklerin her kavga bahanesini kaşımalarına rağmen arkadaşlık nasıl korundu?
Bu durum muazzam bir destan değil mi?
Allah Resulu(sas) zamanının büyük kısmını yeni Müslüman olanların eğitimine ayırıyordu. Mescit kadın, erkek ve çocuklar için bir eğitim yuvasıydı. İhmal ettiğimiz bir başka boşluk eğitim usulü ve içeriği.
İKİ ÖRNEK
Mesela Mus’ab bin Umeyr deyince aklımıza şehit oluşu gelir. Allah Rasulü’nün hayatı tehlikeye girdiğinde kendini kılıçların önüne atması, elini kolunu, her şeyini feda etmesi…
Bu tabii ki eşsiz bir fedakarlıktır. Ama onun belki de daha büyük kahramanlığı “temsili”dir.
Mekke’de çok zengin bir ailenin el üstünde tuttuğu oğluydu.
Bu müreffeh hayatı nasıl elinin tersiyle terk etti?
Genç yaşında Medine’ye İslam davetçisi olarak gitti.
Es‘ad b. Zürare ile birlikte Medinelileri davet etti, onlara yemekler yaptı…
O fakirlik içinde koyun bulup, kesti, grup grup misafirlere ikram etti.
Kur’an öğretti, Cuma namazı kıldırdı.
Sa‘d b. Muaz ve Useyd b. Hudayr gibi en önde gelen zorlu insanları belagatiyle ikna etti.
Ve ertesi yıl 70 Medineli Müslüman ile Mekke’ye geldi.
Bunlar fevkalade büyük bir muvaffakiyet idi.
Bir yılda bunu nasıl başardı bilmiyoruz.
Fuhşun aleni ve serbest olduğu o yerde iffetiyle nasıl göz doldurdu bilmiyoruz.
O görkemli endamıyla maruz kalmaması mümkün olmayan en cazip teklifleri nasıl reddettiğinden haberimiz yok.
Nasıl gayret etti, davetini ‘gece hayatı’yla nasıl güçlendirdi? Güçlendirdi de Allah hüsn-ü kabul vaz etti bilmiyoruz.
Bunları tarih kitapları yazmıyor.
Tarih kitaplarından tek öğrenebileceğiz şey onun Uhud’taki kahramanlığı.
Bir başka örnek Hz. Ali.
Hz. Ali dediğimiz zaman savaş meydanlarının emsalsiz kahramanı gelir. Savaşlardaki kahramanlığı üstüne sayısız kitap vardır. Onun kahramanı olmadığı bir savaş yoktur. Ama O’nun da asıl büyüklüğü “tebliğ ve temsil”indedir. Tarih kitaplarının sadece başlığını verdiği örnek O’nun Yemen’deki “İslam davetçiliği’dir. Orada kendinden önce gidenlerin başaramadığı bir işe muvaffak oluyor.
Allah Rasulü önce Halid bin Velid’i irşat ve tebliğ vazifesiyle Yemen’e gönderiyor. Bu işte başarılı olamıyor. Çünkü onun asıl kahramanlığı savaş meydanlarında. Ardından Allah Rasulü Hz. Ali’yi çağırıyor. Elini Hz. Ali’nin göğsüne koyarak: “ Ya Rabbi Ali’nin dili, doğruluğun tercümanı; kalbi de hidayet nurunun menbaı, olsun.” buyuruyor.
Hz. Ali oraya vardığında kısa zamanda insanlar kitleler halinde davetini kabul ediyor.
Onun nâsih ve hatiplik serencamı detaylarıyla tarih kitaplarında yer almıyor.
Yemen günleri, gün gün, hafta hafta nasıl geçti ve bunu nasıl başardı bilmiyoruz?
Size binlerce sahabiden sadece 2 örnek vermiş oldum.
8 bin günlük nübüvvet zamanının en fazla 1 yılını alan savaşlar eşsiz kahramanlık öyküleridir.
Ama toplamda geri kalan 21 yılda kazanılan “büyük cihat” ilkinden geri kalmayacak kadar muhteşemdir.
Müslümanların siyer okuması maalesef sanki Allah rasulü ve ashabı 21 yıl savaş yapmış en fazla 1 yıl barış yapmışçasına bir durumu işaret ediyor.
Peki 22 yıllık peygamberliğin en fazla 1 yılını dolduran savaş zamanlarına odaklanmanın bir zararı var mı?
Maalesef var.
Ruhları kararmış, benlikleri nefret, kin ve intikam dolu insanlar, iktidar sevdasıyla bu “1 yıl”a odaklanıyor.
Sebeb-i nüzülu savaş zamanlarıyla sınırlı Kur’an ayetlerini barış zamanlarına uyguluyorlar.
Devlet amaçlı savaş bahanesi üretiyor, ganimet peşine düşüyorlar.
Böylece Müslümanlığın sevgi ile temsil edildiği diğer 21 yıl gölgede kalıyor.
Ve ortaya tek gündemi kavgadan ibaret, kaşları çatık, kesecek insan arayan, bulamayınca kendi halkına saldıran ve herkese nefretle bakan Işid kafalı “Müslüman” ucubeler çıkıyor.
(Kaynak: Şiddet ve savaş karşısında Nebevi Duruş, Şefkat Güneşi, Reşit Haylamaz,)
Sonraki yazı: Allah Rasulü (sas) savaş peşinde mi koşmuş?