Peki, Başak Demirtaş’ı seçmene sordunuz mu?

ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM

Türkiye siyaseti Başak Demirtaş’ın İstanbul için adaylık açıklaması etrafında döndüğü için başlığa Başak Demirtaş’ı çektim ama birazdan okuyacaklarınız tüm Türk siyasetini ilgilendiriyor.

Dolayısıyla ‘eksik’ ya da ‘eleştiri’ konusu yaptığım başlıklar sadece DEM Parti’ye yönelik değil. Hatta denebilir ki AKP ve CHP’ye oranla DEM Parti seçmene daha çok kulak veriyor.

Aslında Başak Demirtaş gündeminden hareketle Türkiye ve ABD seçim sistemine dair bir kıyaslama yapacağım. Böylece Türkiye’de uygulanan sistemin başkanlık ile uzaktan yakından alakası olmadığını açıkça görebileceksiniz.

Malum olduğu üzere 2024 dünyada seçim yılı. Dünya nüfusunun neredeyse yüzde 70’i bu yıl sandığa gidiyor ve herkesin gözü özellikle Amerika’da. Sonuçta Beyaz Saray’da kimin oturduğu dünyanın tamamını ilgilendiriyor.

Hele ki adaylardan birisi güne sabah beşte tweet atarak başlayan ve ne yapacağı kestirilemeyen Trump ise.

Salı günü ABD seçimleri için kritik bir gündü. Iowa’dan sonra New Hempsire ön seçimini de açık ara Trump kazandı. En güçlü rakibi Nikki Halley beklenenden az oy alabildi.

Bir sonraki ön seçim Nikki Halley’in eskiden valilik yaptığı Güney Karolina’da olacak. Halley orada iyi bir ivme yakalayamazsa Trump erkenden ipi göğüsleyecek.

Şimdi gelelim işin esasına.

Türkiye’de yarışacak başkan adayları Ankara’da oturan parti başkanları tarafından belirleniyor. Her şey liderin iki dudağının arasında. Bazı partilerde sembolik ön seçimler oluyor ama onun da ne kadar adil olduğu tartışmalı.

İşte bu noktada Türkiye’deki sistem ile ABD’deki başkanlık sistemi arasında büyük farklar var. Çünkü ABD sisteminde bir kişinin aday olabilmesine başkentte oturan parti lideri karar veremiyor. Hatta neredeyse etkisi yok.

Anlatayım…

ABD sistemi-Avrupa’da edinilen kötü tecrübelerin sonucu olarak- kesin bir denge denetleme üzerine kurulu. ABD Anayasasının mimarlarından James Madison bu durumu “ ister seçimle gelsin ister babadan oğula geçsin, tüm erklerin bir elde toplanması tiranlığın tarifidir.” diyerek anlatıyor.

Nitekim bu mantık tüm seçim sistemine sirayet ediyor.

Eğer Amerikada doğmuşsanız, son 14 yıldır ABD topraklarında yaşamışsanız ve 35 yaşını aşmışsanız aday olmanızın önünde bir engel yok.

Tabi bol paranızın da olması gerekiyor. Çünkü aday adaylığı süreci tam bir maraton. Herhangi bir aday adayının partisinin başkan adayı olabilmesi için ülke çapına yayılmış parti delegelerinin çoğunluğunun oyunu alması lazım.

Bu da toplamda 2 bin 400’den fazla delegeden en az bin 215’inin oyunu almak demek. İşte ABD dışındaki izleyicilerin anlamakta zorlandığı eyalet yarışları bunun için yapılıyor.

Mesela şu ana kadar Iowa ve New Hempire’da ön seçimler yapıldı. Trump her ikisini de kazandı. Temmuz ayında yapılacak Cumhuriyetçi parti kongresine kadar tüm eyaletlerde ve ABD topraklarında ön seçimler yapılacak.

Mart ayı başında çok sayıda eyaletin aynı gün ön seçim yapacağı ‘Süper Salı’ var ki tablo az çok şekilleniyor. Haziran ayına kadar en ücra köşedeki delegelerin dahi oyları alınıyor. Mesela haritada yerini dahi zor bulacağınız Amerikan Samoa’nın 6 delege oyu var.

Eğer aday adaylarından birisi yazın yapılacak büyük kongreye kadar gerekli delege sayısına ulaşırsa kongre sembolik hale geliyor.

Bu kadar detayı neden anlattım?

Biz Türkiye’de seçim filan yapmıyoruz. Ankara’da oturan liderin önümüze koyduğu alternatiflerden birini tercih ediyoruz. Yani size sizi temsil edecek kişiyi  seçme hakkı tanınmıyor.

Onun yerine, “Ben size  şunları uygun gördüm, bunlardan birini seçin!” deniyor. Oysa ki başkanlık sisteminin esası dar bölge seçim ve  seçmen iradesinin daha güçlü yansıtılmasına dayanıyor.

Nitekim ABD’de olan da bu.

Düşünsenize, başkanlık yarışına giren aday adayı bir yıldan fazla süre de kapı kapı geziyor, televizyon programlarına çıkıyor, tartışma programlarında rakipleriyle kapışıyor ve en sonunda parti delegelerinin desteğini alırsa aday olabiliyor.

Halkın-delegelerin desteğini alan bir siyasetçi de başkente gittiğinde parti liderini değil seçmenini referans alıyor.  Böyle olunca da hesap verebilirlik etkin şekilde uygulanıyor.

Mesela Türkiye’de olduğu gibi ne suç işlerse işlesin, ne kadar yüz kızartıcı işler yaparsa yapsın parti liderinin koruyup kolladığı siyasiler ömür boyu Meclis’te boy gösteremiyorlar.

ABD seçimlerine dair iki küçük ayrıntıyı daha aktarıp Türkiye’ye bağlayayım.

Yayınlarda yorumlara yazılan sorulardan görüyorum. ABD’de seçimin neden Salı yapıldığı soruluyor. Hikayesi özetle şöyle; ABD’nin kurucuları genellikle çiftçiymiş ve oy kullanma hakkı ilk dönemlerde sadece toprak sahiplerine tanınan bir hakmış.

Cumartesi çiftçilerin ürünlerini pazara götürdüğü gün, Pazar kilise günü, Pazartesi de Katolikler için önemli bir gün. Yani ‘müsait olan ilk gün’ Salıymış ve öyle karar vermişler. Bu hiç aksamadan devam ediyor.

Bir başka ilginçlik şurada; ABD’de erken seçim yok. Seçim tarihi kasım ayının ilk salısı ve bu hiç değişmiyor. Başkan bir şekilde ülkeyi yönetemeyecek olsa yardımcısı ülkeyi yönetiyor, yardımcı da ölse veya çekilse bakanlar sırayla görevi devralıyor.

Seçim sistemine dair acayip mühendislik hesaplarının döndüğü ‘seçiciler kurulu’ gibi detaylara ise girmiyorum çünkü gerçekten çok teknik.

Ancak bütün bu karmaşık ve uzun seçim  sisteminin temel bir mantığı var; seçmen  tercihinin en efektif bir şekilde meclise yansıması. 

Dönelim Türkiye’ye…

Başak Demirtaş’la başladık ama dediğim gibi sorun genel. Yerel seçimlere gidiyoruz, şehirleri yönetecek, halka hizmet edecek başkan adaylarını halka sormadan seçiyoruz. Mesela AKP’nin adayı Murat Kurum’a adaylığı  Erdoğan tarafından tebliğ edildi. Diğer partilerin adayları da parti başkanları tarafından belirlendi.

Kimse seçmene “siz kimi istiyorsunuz” diye danışmıyor. Bazı partiler temayül yoklaması yapıyor ama göstermelik. Çünkü sonuçları sadece parti başkanı görüyor. Siz “Biz ‘A’ şahsını istiyoruz.” deseniz de başkan “Temayülden şu çıktı!” deyip kendi adayını ilan ediyor.

Başak Demirtaş örneği mesela.

Başak Demirtaş çok iyi bir isim olabilir ama DEM seçmeni kimi istiyor acaba? Sonuçta tercih de karar da seçmenin olmalı. Velhasıl, seçmen tercihinin sandığa ve meclise doğru dürüst yansıması için ABD sistemini Türkiye’ye uyarlamak gerekiyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Yazıdan alıntı:
    “Ancak bütün bu karmaşık ve uzun seçim sisteminin temel bir mantığı var; seçmen tercihinin en efektif bir şekilde meclise yansıması.”
    Türkiye´deki sistemi eleştirebilirsiniz. Ama karşısına koyduğunuz her sistem daha iyi anlamı çıkmaz bundan.
    ABD´nin seçim sistemi ile ilgili verilen bilgi de sanıyorum yanlış ve hatalı.
    “Seçmen tercihinin en efektif bir şekilde meclise yansıması”, demişsiniz.
    Efektiften kasıt doğru orantıda mı?
    Galiba durum bunun tam tersi. ABD´de 1787´de anayasa kabul edilirken sadece beyaz Protestan erkek nüfusa seçme hakkı verilmiş. Yani nüfusun sadece yüzde 10´una.
    Anayasa koyucular vatandaşın eğitim ve ahlakından emin olmadıkları için de “seçim adamları” ve “seçiciler kurulu” gibi mekanizmaları icad etmişler.
    Burada amaç iddia edildiği gibi seçmen tercihinin en efektif veya doğru bir şekilde meclise yansıması değil, tam tersi:
    Seçmen “yanlış” tercihte bulunursa “seçim adamları” sistemi üzerinden müdahil olunması ve bunun düzeltilmesi.
    Bugün ABD sistemi öyle bir sistem ki, bazen daha az oy alan başkan seçilebiliryor. Hillary Clinton Trump´a 3 milyon fark attığı halde seçilememişti.

  2. Amerika’da seçimler hür ve özgür ABD toplumunun menfaatleri için yapılır. Türkiye’de ise Milletimize tepeden bakan gayri meşru sistemin bekası için yapılır. Tıpkı hile ve entrika ile ele geçirdikleri devletimiz gibi. Soyları kurusun.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin