Erdoğan’ın “İş dünyamız rahat çalışsın diye yapıyoruz.” dediği OHAL, 19 Temmuz’dan itibaren üç ay daha uzatılacak.
Olağanüstü Hal (OHAL) yine üç aylığına uzatılıyor. Memleket 19 Temmuz’dan 19 Ekim’e kadar hükûmetin çıkardığı kararnamelerle idare edilecek. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bir figür olarak kalmaya devam edecek. Kuvvetler ayrılığı diye bilinen, esasında demokrasinin fren ve denge mekanizması olan yasama ve yargı tamamen ortadan kalktı.
Millî iradenin mücessem hali olan TBMM, iktidarın her kararını tasdik makamına dönüştü. OHAL rejimi sayesinde yakaladıkları ‘layüsel’ avantajını kaybetmek istemeyen iktidar ve Saray cenahının demokrasi üzerindeki sivil vesayete yakın vadede son verme ihtimali yok denecek kadar az.
ERDOĞAN’IN NEYİ İMA ETTİĞİNİ BİZZAT TECRÜBE ETTİK
15 Temmuz 2016’da cereyan eden ve üzerinden bir sene geçtiği halde muğlak ve müphem kısımları hâlâ giderilemeyen darbe teşebbüsü ancak bu kadar istismar edilebilirdi. Reis-i Cumhur Recep Tayyip Erdoğan’ın o gece darbenin akıbeti bile belli olmadığı saatlerde telaffuz ettiği, “Bu darbe bize Allah’ın lütfu” sözleriyle neyi ima ettiğini 79 milyon yaşayarak tecrübe etti.
Meğer o sözler darbe ile nasıl bir irtibatı olduğuna dair tek delil bile bulunamadığı halde mahpus ev hanımlarının, anneleriyle beraber esaret hayatı yaşayan 500’e yakın çocuğun, ihtiyarların, çiftçilerin, öğretmenlerin, gazetecilerin, avukatların, akademisyenlerin, doktorların, işadamlarının, hâkimlerin ve savcıların aileleri ile beraber maruz kaldığı haksızlıkların ilk işareti imiş…
MİLYONLAR NİNNİLERLE UYUTULUYOR
Erdoğan, 15 Temmuz’a kadar yapamadıklarını artık OHAL bahanesiyle çok rahat yapabiliyor. Mahkemeler her sözünü emir telakki ediyor, savcılar en basit tenkide bile tahammül edemiyor, re’sen tahkikata başlıyor.
Başkanlık rejimi çoktan inşa edildi. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri Erdoğan bu yolda en ciddi mâni olarak gördüğü Hizmet Hareketi’ni tasfiye etmek için senelerdir aradığı fırsatı yakalamışken OHAL’den kolay kolay vazgeçmek istemiyor.
Haksızlığa, zulme ve sermayenin gasp yolu ile Erdoğan’a yakın isimlere transfer edilmesine sessiz kalan milyonları uyutmak için söylenen ninnilerin satır aralarında geçen ima ve itiraflar Türkiye’nin OHAL’de yaşamaya nasıl alıştığını, alıştırıldığını gösteriyor.
OHAL’İN FAZİLETLERİ DE VARMIŞ(!)
Tarafsız kalacağı üzerine namus ve şeref yemini etmiş Reis-i Cumhur, OHAL’i müdafaa ediyor, hatta bilinmeyen faziletlerinden bahsediyor. Kendisini dinleyen topluluklar da avuçlarının içi kızarana dek alkışla mukabelede bulunuyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED) mensuplarına hitap ederken Erdoğan, OHAL olmasaydı bu kadar rahat bu kadar huzurlu olarak adımlar atılamayacağını itiraf etti. Bir başka ifadeyle emzikli kadınların bebeklerinden ayrı düştüğü için sütlerini lavaboya sağması ya da lohusa kadınların doğumhaneden hapishaneye gönderilmesi büyük bir huzur ve rahatlık içerisinde yapılıyormuş.
DEMİRTAŞ VE BERBEROĞLU’NUN HAPSE ATILMASI ERDOĞAN’A HUZUR VERDİ
Bu da demek oluyor ki Erdoğan’ı tenkit ettiği için görme engelli gazeteci Cüneyt Arat’ın 8 sene hapse mahkum edilmesi, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’tan CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’na kadar onlarca mebusun TBMM’den alınıp demir parmaklıkların ardına gönderilmesi, sadece işini yaptıkları için zindana atılan 200’e yakın mahpus gazeteciye ‘terörist’ yaftası vurulması, on kişilik koğuşta kırk kişinin kalması, çöl sıcaklarında kalabalık koğuşlarda kalp krizi geçirenlerden vefat edenler olması Erdoğan’a huzur veriyor.
OHAL paletleri altında inleyen yüz binlerin feryadı Saray’ın kalın ve yüksek duvarlarından içeri giremiyor. Erdoğan’ın huzur-ı kalple taammüden işlettiği hukuk cinayetlerini diğer kesimlere takdim etme biçimi ve buna verilen destek, Türkiye’nin düzelme/normalleşme ihtimalini de azaltıyor.
ERDOĞAN: GREV TEHDİDİ OLAN YERE MÜDAHALE EDİYORUZ
Şu sözlerin hangisinde vicdan ve adaletten bir kırıntı kalmış: “OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum. İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde Türkiye’de OHAL vardı ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i.”
Erdoğan işçiye kanunla verilmiş grev hakkını bir tehdit olarak görüyor. Bu hakkı kullanacak işçiler de potansiyel suçlu ilan ediliyor. Güya patronlara iyilik yapılıyor ve ‘OHAL var’ diyerek grev kararları iptal ediliyor. O esnada işçi mağdur olmuş, hakları gasp edilmiş ne ehemmiyeti var!
Patronların yanı sıra aralarında yabancı sermayeli şirketlerin genel müdürleri Erdoğan’ı coşkuyla alkışlıyor. O yabancı CEO’lar kendi memleketlerinde aynı şekilde anti demokratik sözleri alkışlayabilir miydi?
PATRONLAR İŞÇİNİN YÜZÜNE BAKABİLECEK Mİ?
İş yerinde grev noktasına gelinmişse hak ihlalleri ve maddî kayıpları artmış demektir. İşçilerin şiddete yeltenmeden greve giderek işverenden taviz koparması ve iş ahenginin bozulmaması mı faydalı, yoksa haklarının cebren gasp edilmesi karşısında demokratik yollarla netice alabileceğine dair inancının sarsılması mı?
Erdoğan’ı alkışlayan patronlar fabrikaya döndüğünde işçisinin yüzüne nasıl bakacak! Erdoğan’ın kendi ikbali uğruna kullandığı OHAL sopasını eline alan patronlar bu şekilde çalışanlarının ‘aidiyet’ duygusunu örselediklerini fark ettiklerinde iş işten geçmiş olacak.
Sendika, grev ve toplu sözleşme gibi bir asırdan fazla mazisi olan kavramları 21. asrın başında lütuf gibi takdim etmek Türkiye’ye faydadan ziyade zarar getirir. Bugün batıda çalışma hayatı standartları öyle yükseldi ki sadece çalışanların sendikalı olması yetmiyor, imalatın her safhasında çalışanların sağlığı ve emniyeti için harcadığı paraya bakılarak ilgili şirkete karne veriliyor. Büyük tedarikçiler çalışan karnesi iyi olmayan firmalardan mal almıyor, bu firmalara bankalar kredi vermiyor.
YABANCI SERMAYE GELMEZ TABİİ
Türkiye için bütün bunlar hoş sözlerden ibaret. Yabancı sermaye bu pervasızlıktan, hukuk ihlallerinden endişe ettiği için yatırıma gelmiyor. Türkiye giderek içine kapanıyor.
Alman Sanayi Birliği’nin (BDI) Başkanı Dieter Kempf, Türkiye’deki durumun ‘endişe verici’ olduğunu söylüyor: “Demokratik yapıların zayıflatılması ülkedeki ekonomik angajmanı frenliyor. Türkiye ekonomik gelişimini riske attı. Yeni yatırımlar konusunda geçen yıl yaşanan hezimetten sonra işletmeler bu yıl da yeni yatırımlara mesafeli yaklaşıyor. Bu durum Türk Hükümeti’nin çıkarına olamaz.”
Bu tecrit psikolojisini çok iyi kullanan Erdoğan, iki dudağı arasına sıkıştırdığı iş âleminin merak ettiği suâli onlar yerine kendisi kendisine tevcih ediyor. Nitekim artık Erdoğan’a suâl etmek büyük cesaret istiyor.
“Peki, ‘OHAL ne zaman bitecek?’ diyorlar” suâline Erdoğan’ın cevabı da hazır: “Bu iş tamamen bittiği zaman bitecek.” Türkiye’yi dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştüren, 115 bin kişiyi işsiz bırakan, bine yakın şirkete el konulmasını sağlayan OHAL’in bitiş tarihi meçhul. Ucu açık…
EKİM’DE OHAL KALKACAK MI?
OHAL’in dördüncü defa uzatılmış olması ülfet peyda ettirmesin. Ekim gelince Erdoğan ne dilerse öyle karar verilecek. Patronlar da işçilerin grev tehdidinden kendilerini kurtaran Erdoğan’ın bu kıyağını unutmayacaktır herhalde.
Diğer tarafta zordaki şirketlerin iflas erteleme için mahkemeye müracaat etme haklarının ellerinden alınması, ekonominin kötüye gitmesi, Türkiye’nin risklerinin birkaç sene evveline nazaran artması gibi ciddi meselelere takılmaya da lüzum yok.
Beş-on sene sonrası için master planlar yapan bir memleket günü kurtarmayı marifet sayar hale düşmedi mi? Öyleyse üç ay boyunca grev tehdidinin ortadan kalkması bile Saray’a sırtını yaslamış işadamlarına yeter de artar bile. Erdoğan’a ne kadar teşekkür etseler azdır!
Hak ve adalet ayaklar altında ezilirken alın terine, emeğe, insana bakış da bu halde! Nitekim Türkiye OHAL’de!