HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
İktidar, suçun kendisinden olduğunu kamuoyunun gözünden kaçırmak için her dönem bir düşman belirliyor. Sırada dolar stoklayanlara geldi. Merkez Bankası Başkanı’nın hangi şirketin ne kadar döviz aldığını bildiğini duyurmasından sonra döviz baskınları başladı.
“Her şey Tek Adam’ın ‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’ demesiyle başladı” demeyeceğim. Her şey 12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda güçler dengesini bozduğumuzda başladı. O tarihten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamak üzere değişti.
Malum şahıs, siyasete atılıp, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğundan bu yana ikinci kişiye tahammül edemedi. Neyse çok gerilere gitmeyelim.
Aynen de öyle oldu. İstediği yetkiyi 24 Haziran 2018’de aldıktan sonra faizle uğraşmaya başladı. İslamcı kimliğine bağlı gibi görünerek, “Faiz sebep” diye başlayan cümleler kurar oldu. Binlerce yıllık ekonomi bilimini bir kenara atarak yapılan bu çıkış ülkeyi bugün bir çıkmazın içine sürükledi.
Batının bütün badirelerden çıkış yolu olarak kabul ettiği “kuvvetler ayrılığı” ilkesini, “ittihad-ı kuva” (kuvvetler birliği) olarak gören ve bunu güçlü yönetim olarak sunan Tek Adam, yönettiği ülke gemisini sürüklediği kayalıklarda parçalamaya başladı.
Suriye’yi karıştırma ardından sığınmacı akını, “sıfır sorundan” bütün komşularla kötü olmaya varan, sonraysa arayı düzeltmek için yalvaran bir tavır. Şimdi inatla ve ısrarla yapılan yanlışlar sonucu ülkenin hazinesi boşaltıldı, Merkez Bankası asli görevini bırakıp kimde döviz var diye hafiyeciliğe başladı.
PİYASA, KARMAŞIKLIĞIN YANINDA BASİT MANTIKLA İŞLER
“Faiz sebep, enflasyon sonuç” diyen zihniyet, işi laftan icraat aşamasına dökünce ülkede, zaten yolunda gitmeyen dengeler büsbütün bozuldu. Merkez Bankası (MB), gösterge faizlerini düşürdü.
Bunun sonucu olarak piyasa faizleri aldı başını gitti ama Merkez Bankası, yüzde 14’ten bankaları fonlamaya devam etti. TÜİK enflasyonunun yüzde 80’lere dayandığı dönemde, bankalar şirketlere yüzde 40’larla para sattı.
Şirketlerse, aldıkları bu ucuz kredilerle ya ham madde stoğu yaptı, ya da döviz aldı.
Gelin piyasaların basit mantığına bakalım. Firmalar çok basit bir mantık yürüttü. Kredi için ödeyecekleri faizin, dövizin getirisinden düşük olduğunu görünce kullanabildikleri kadar kredi kullandılar. Yani TL ile kredi çekip döviz aldılar.
Bunu Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun bilmemesi mümkün mü? Ekonomist Tek Adam’ın haberinin olmaması imkanı var mı?
Elbette yok. Dindarlaştırma iddiasıyla yola çıkıp, ülkede tarihte benzeri görülmemiş deist ve ateistleşme yaşatıldı. Faize karşıyım diyerek de faizle para kazananlara, tarihi kârlar sağlandı. Bunları sadece “yüksek kâr” ile izah etmek de mümkün değil. Yapılanı anlatmak için kullanılacak tek ifade var: Fakirden zengine para transferi.
Kavcıoğlu, “Sanayici ucuz kredi alıp stokçuluk yapıyor. Kredi kullanıyor. Parayı dövize yatırıyor” diye yakınıyor. Bu yakınmaya karşı İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan da “Enflasyona karşı korunmak için stok yapan sanayiciyi itham ederseniz büyük haksızlık yapmış olursunuz” diye savunuyor.
Piyasanın işleyen kurallarını faizciler lehine bozanlar, yaptıkları hatayı düzeltmek yerine yanlışlarının ortaya çıkardığı istismar ortamından yara almak istemeyenleri ya da fırsatçılık yapanları suçluyorlar.
Rüşvet ve hırsızlık olaylarını, “günah işleme özgürlüğü” diye savunma yüzsüzlüğünü gösteren, ardından da suç örgütü liderinden her ay 10 bin dolar aldığı söylenen AK Partili Metin Külünk, ortaya çıkan çarpık tabloyu eleştiriyor:
“Devletten kredi al bunu dolar yapıp yurt dışına çıkarıp ya da dolar alıp bankada beklet sonra da aynı devlete bana ucuz kredi ver demeye devam et. Bu ülke 10 bin işadamından ibaret değildir.”
Prof. Dr. Şenol Babuşcu’nun, bankaların denetim raporlarından hazırladığı bir tablo var. Kamu bankalarının giderek nasıl daha az sayıda şirkete, daha çok kaynak aktardığını gösteren bu tablo, çarpıklığın bizzat bu iktidar tarafından oluşturulduğunu gösteriyor.
Esas itibariyle, işi şirazesinden çıkaran bu iktidardan başkası değil. Bu işin başka tarafı… İşin özüne baktığınızda, serbest piyasa ekonomisinde uygun bulduğunda, gerek gördüğü kadar kredi kullanmak, döviz almak suç değil. Şirketlerin yurt dışına döviz çıkarmaları da belli kurallar dahilinde serbest.
Devletin kurumlarını yönetenlerin görevi, bu dengeleri sağlamak. Para piyasalarındaki enstrümanları doğru şekilde kullanarak fırsatçılara ortam oluşturmamak.
Bu ülkeden yalnızca eğitimli “entelektüel sermaye” denilen beyinler kaçmıyor. Ülkede para kazanan işadamları da yarınlarına memleketlerine güvenemiyor. Ülkenin yarınına güven bu kadar yok edildiyse sorumlusu Tek Adam ve onun hempalarından başkası değil.
Merkez Bankası, temel görevi olan fiyat istikrarını sağlamayı bırakıp, kimin ne kadar TL kredisi çekip döviz aldı diye istihbaratçılık yapmaya çalışıyorsa, ortada çok ama çok tehlikeli bir tablo var demektir.
İktidar borazanı ekonomi gazetecisi Dilek Güngör’ün yaptığı paylaşım, gelinen yeni aşamayı göstermesi bakımından önem taşıyor.
Bir dönem, ayın suçlusu ilan edilen patates soğan depolayanlara yapılan baskınları izledik. Patatesin fabrikada üretilmeyip, tarlada yetiştiğini ve belli bir mevsimde toplanıp depolanması gerektiğini bilmeyenler, “suçlu bulundu” diye bu baskınları elleri patlayıncaya kadar alkışladılar.
Sonra büyük marketlere sıra geldi. BİM, A-101, Şok, Migros, Carrefoursa gibi zincir mağazalar, hızla artan fiyatların sorumlusu gösterildi. Oysa bakkalından büyük marketine hemen hepsinin yaptığı, Tek Adam’ın sebep olduğu yanlışın sonucunda yeni fiyatları etiketlerine yansıtmaktan ibaretti.
Bugüne kadar suçlu ilan edilenlerde suçlu somut varlıklardı. Patates, şeker, peynir, ekmek… Bu kez düşman soyut. Para izafi/göreceli bir değer. Paranın ürkmesi, öteki nesnelerin ürkmesine benzemez.
Ördekler, yumurtalarına dokunulduğunda bir daha yuva bellediği yere bir daha uğramazlarmış. Para da bir kez ürktüğünde o adresten kaçmak için bahane arar.