CHP halkçı, AKP adil ve ak mı?

NECİP F. BAHADIR | YORUM

Partilerin adı hakkında düşündünüz mü hiç? Her parti ismiyle müsemma mıdır? Partilere isim verenler neye dikkat eder? Ben bazen partilerin isimlerine takılırım. Siyaset yazmaya, size basit ve sıradan gibi görünse de ben öncelikle iki büyük partinin adlarını kısaca değerlendirerek başlamak istiyorum.

İsim deyip geçmeyin isim hem kaderdir hem karakterdir…

CHP en eski parti… İsim babası Atatürk. Halk Fırkası olarak başladı siyaset hayatına. Fırka gitti parti geldi. İlk ve tek parti olarak yıllarca saltanat sürdü. Tek parti dönemi deyince CHP’nin 1930’lu, 40’lı yılları anlaşılır. Demokrat Parti ve AK Parti de ülkeyi uzun süre ‘tek parti’ olarak yönetti.

Ancak her ikisi de sandıktan çıktığı için farklı değerlendirilir. Oysa 1950 ve 60 arası da, 2002 – 24 dönemi de ‘tek parti’ dönemidir. CHP devrinin özellik ve karakterini taşır. Hele AK Parti iktidarı ‘tek adam’ yönüyle tipik bir tek parti dönemidir. Tek söz sahibi liderdir.

Atatürk fırkaya neden ‘halk’ adını verdi tahmin etmek zor değil. Topluma yaslanmak için… Gücünü milletten aldığını anlatmak için. Peki öyle mi oldu? Hayır. CHP kuruluşundan itibaren ‘devlet’ partisi oldu. Halkla uzaktan yakından yakınlık kurmadı. ‘Ordu artı CHP eşittir iktidar’ sloganı ve formülü bir gerçeğin ifadesidir.

Hiç unutmam, vaktiyle Deniz Baykal “CHP geçmişin bütün ağır yüklerini de taşıyor. Onun için halkın sempatisini kazanması zor. İsminden amblemine kadar değişiklikler yapmak lazım.” demişti. Bu yönde bazı düşünceleri de oldu ama adım atamadı.

CHP halktan öylesine uzaklaştı ki çok partili dönemde sadece 1977 seçimlerinde sandıktan birinci parti olarak çıkabildi. Onda da tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edemedi. Siyasi iktidarı da pek önemsemedi. Çünkü devlet iktidarı elindeydi. Uzun AK Parti döneminde devletin yapısı ve kimliği değişti ve ‘devletsiz’ sürece girildi. CHP iktidarsız kaldı.

CHP’nin artık iktidarı halkta aramaktan başka seçeneği yok. Toplumun oyunu alabilmek için katı ideolojik çizgisinden uzaklaşarak kendisini ve politikalarını değiştirmek zorunda. Gerçekten ‘halkın partisi’ olmak istiyorsa toplumun ortalama değer ve kutsallarıyla barışması ve buluşması gerekir. Değişimin sadece Ankara’da yani merkezde olması yetmez Anadolu’ya da yansıması lazım. Kılıçdaroğlu açılım, geçmişle yüzleşme ve helalleşme politikalarını parti örgütlerine taşıyamamıştı. Ve bundan da muzdaripti.

AK Parti’nin ve amblemin isim babası Recep Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan ismi bir adım öne çıksa da AK Parti bir kadro partisi olmak hedefiyle yola çıktı. Erbakan’ın tek adam yönetimine bir tepki ve itirazın adıydı AK Parti. Partinin politikalarını tek kişi belirlemeyecek geniş katılımla istişare toplantılarında şekillenecekti.

Adalet ve Kalkınma Partisi olarak siyaset hayatına girdi. Sonra kısaltılmış hali ‘AK’ partinin adı oldu. İsim verilirken ‘Adalet’ neden tercih edildi? 28 Şubat’ın zulüm ve hukuksuzluklarının etkisi altındaki ülkenin en öncelikle ihtiyacı ‘adalet’ idi. Toplumsal talebe bir cevaptı. Zulmün yerini adaletin alacağı vaadiydi.

Peki, ismiyle müsemma olabildi mi? Dicle’nin kenarında bir kuzuyu kurt kapmıyor mu artık? Evrensel standartlarına, Avrupa kriterlere vurulduğunda Türk adaleti sınıf atlayabilir mi? AK Parti tabanının da bu soruya gönül rahatlığıyla ‘evet’ cevabı vereceğini sanmıyorum. AK Parti’de siyaset yapanların gerçek görüşü ile resmi görüşü arasında uçurum bulunduğunu biliyorum. Bu soruya ancak iktidarperest ve AK Parti’nin ‘mümini’ olanlar ‘evet’ cevabı verebilir. Onlar da akıl ve vicdan yoksunu olduğu için tanıklığı kabul edilmez.

Bir algı propagandası olarak kullanılan ‘AK’ kelimesinin karşılığını verebildi mi? Türk siyaseti, 28 Şubat sürecinde altın devrini yaşayan ‘yolsuzluk ekonomisi’ ile maluldür. AK iddiasındaki AKP pir-ü pak kalabildi mi? Şairin ‘Bütün renkler kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler’ dediği gibi akın kirlenme, lekelenme özelliği diğerlerine göre daha belirgin. Adalet kavramında olduğu gibi AK’ta da AKP ismiyle zıddıyla müsemma. Bir parti iktidarında doğru ve sağlam değerlendirilemez. İktidardan düştükten sonra verilecek hükümdür asıl olan. Buna tarihin yargısı da diyebiliriz.

AK Parti lider sultanını bir yana bırakarak ‘kadro partisi’ olabildi mi? Erbakan’a itiraz ve isyan edenler bu çıkışlarının hakkını verebildi mi? AK Parti’de siyaset yapan etkili bir ismin cümlesiyle söyleyeyim: “Erbakan’ı arar hale geldik. Her birimiz bir kişinin ağzına bakıyor. En basit meselede bile onun ne diyeceğini bekliyoruz. Milletvekilinin hiçbir önemi yok. Hepimiz Erdoğan için varız.”

Bu sözleri herhangi bir AK Partili açıktan söyleyebilir mi? Söylerse ne olur? Cevabını herkes biliyor. AKP’nin bırakın ‘kadro partisi’ olmasını Erdoğan ülkeyi çok dar kadroyla yönetiyor. Bu kadronun sayısı 8-10 geçmez. Bakanlar ve parti yöneticilerinin bir kısmı bile etkisiz eleman. Siyaseti biraz yakından izleyenler bu gerçeğin farkındadır.

AKP’yi ayakta tutan iktidardan beslenenler ile AK Parti’ye iman derecesinde gönlünü kaptıran ‘AKP’nin müminleri’dir. Onlar dillerinden Allah’ın adını düşürmezler ama Erdoğan’a taparlar. Onlar için ‘adaletin’ de ak olmanın da önemi yoktur. Einstein der ki; “Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, kötülüklere seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar ve onları alkışlayanlar yüzünden tehlikelidir.”

Bu siyasetin konusudur: Dünyayı yaşanmaz kılanlar mı daha suçlu yoksa onlara yol verenler mi? Hukuksuzlukları alkışlayanlar mı daha kötü yoksa adaletsizliğin heykelini dikenler mi? Her ikisi de diyebilirsiniz. Aslan payı hangisinin? Bu dünyada kötüler her zaman vardır. Zulüm insanoğlunun doğasında ve yapısında mevcuttur.

Fırsat ve imkan bulduğu zaman ortaya çıkar. Kötülere ‘dur’ demek ise halkın elindedir. Zalim cesareti ve desteği toplumdan alır. Her yönetici, her siyasetçi sandıktan çok korkar. Özellikle bizim de içinde bulunduğumuz Doğu kültürlerinde politikacının kıblesi sandıktır. Bir oy, sadece bir oy, tahtı bir yana, şahı bir yana savurur.

Şair yeşil sarıklı ulu hocalara kızar:

“Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı

Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim

Bunu bana söylemediniz.”

Acaba biz de hükümdarın halka yalvardığı ve eşsiz zulümler işlediği bir zamanda mıyız?

Galiba öyle…

Bu da bizim yaman çelişkimiz. Gene de derim ki çaresiz değilsiniz çare sizsiniz ve ‘bir oy’ devirir tahtı, yıkar şahı…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin