YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Serisi 22)
Serinin en son yazısında şu soruyu sormuş ve gelecek yazılarda bu sorunun cevabını arayacağımızı söylemiştim: “O zaman şu soruyu soralım, bu gerçekleri çocuklarımıza nasıl anlatmalı ve bir taraftan bu sorunlar sebebiyle Müslüman kimlikleri ve İslam dünyasına aidiyetlerinden dolayı utanç duymamalarını diğer taraftan çözümün bir parçası olmalarını nasıl sağlayabiliriz?”
Bu bağlamda ilk olarak yapılması gerekli olan şey bana göre sözünü ettiğimiz sorunların hepsini çocuğumuz/çocuklarımızla birlikte bir masa etrafında oturup A’dan Z’ye bir kağıt üzerine yazmak. Tekrara girme pahasına geçen hafta yazdığım o sorunları teklifini yaptığım şeyin somutlaştırmak için bir daha yazayım: özgürlük, bireysellik, mahalle baskısı, ötekileştirme, tarafsız, bağımsız ve objektif olamama, adalet duygusunun zedelenmesi, temel insan haklarını önemsememe, milliyetçilik, kabilecilik, devletçilik, particilik, cemaatçilik, fanatizm, radikalizm, terör ve devletlerarası planda barış ve savaş politikaları, otoriter, totaliter ve faşist yönetimler, otokratik veya totaliter rejimler, insan hakları ihlalleri, yolsuzluklar, açlık, fakirlik, gelir seviyesindeki adaletsizlik, savaşlar, zulümler, göçler. Bu kadar mı liste? Bu kadar diyelim. Ya da bu kadar değilse listede yer almayanları ilavele edilim. Onların sorun olarak gördükleri şeyleri de kaydedilim. Bu bir.
İkincisi; söz konusu sorunların tamamını hep birlikte iki ayrı kategoriye ayıralım. İlki sorumluluk şuuruna sahip Müslüman bir insanın ferdan ferda yani bireysel olarak çözebileceği sorunlar. Bir başka ifadeyle çocuğumuzla birlikte şu soruya cevap arayağız, bir baba ve anne olarak ben, sorumlu bir insan olarak sen, kendi tabii ömrümüz ve sırf kendi gayretlerimiz neticesinde hangi sorunu çözebiliriz? İkinci kategori ise Müslüman fertlerin tamamı olmasa da çoğunluğunun aynı çizgi üzerinde buluşup tüm çaba ve gayretlerini teksif ederek el birliği ile çözebileceği sorunlar.
Ne olacak böyle yapılınca? Tabii ki çocuklarımızın yaşları, eğitim seviyeleri, idrakleri, ülke ve dünya siyasetine vukufiyetlerini nazara alacağımız bu tasnif onları derinden derine düşündürmeye sevkedecektir. Daha doğrusu ben bunun olmasını hayal ediyor ya da sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için hamasi söylemler değil aksine rasyonel bir dil kullanılmalı, sebep-sonuç ilişkileri içinde meseleler değerlendirilmeli, içinde yaşadıkları ve örnek olarak aldıkları Batı dünyasının tarihi düzlemde dünü ile bugünü arasında mukayeseler yapılmalı. Mesela, “Demokrasi göreceli olarak İslam ülkelerinden çok daha iyi, ekonomik refah ve sosyal adalet devleti dediğimiz ve keşke keşke diyerek gıpta ve özlemle baktığımız Almanya’nın çok değil daha 80 yıl önceki hali” diye somut örnekler ortaya koymalıyız. Ya da “Bugün parçası olmak istemediğin Müslüman dünyanın Orta Çağ’daki hali de buydu.” diyebilmeli, Müslümanların ilim dünyasına, Batı’nın bugün ulaştığı medeniyet seviyesine katkılarını tek tek gözler önüne sermeliyiz.
İşte tam bu kıvama gelindiğinde “Müslümanlar ne yaptı da bu hale düştü, Almanlar ne yaptı da bu seviyeye yükseldi?” sorusunu sorup bir fert olarak neler yapabilirizi o andan sonra konuşmalıdır. Farkındalık uyarma ameliyesi diyebilirsiniz isterseniz buna.
Devam edecek.